Kusur Düzeltirken Kusur Yapmamak

İmam sühreverdi (k.s) demiştir ki: “Bir sofinin nefsi, kardeşine karşı gazap ve düşmanlıkla ortaya çıktığı zaman, karşıdakine, buna kalbiyle karşılık vermesi gerekir. Gerçekten nefis, kalp ile karşılık görünce, içindeki kötülük ve şer kuruyup gider. Nefse nefisle karşılık verince fitne alevlenir ve kötülükten sakınma duygusu gider. Malumdur ki ateş, ateşle buluşunca parlar.”[1]

 Velilerden Ebu Bekir b. Ebu Sa’d (k.s.) demiştir ki:
“Sofilerle arkadaşlık eden kimse, nefsini, kalbini ve malını aradan çıkararak sırf Allah için arkadaşlık yapsın. Çünkü kalbini ve niyetini maddi şeylere bağlayan kimse, asıl maksadına ulaşamaz.”

Birlik ve beraberlik konusunda da Gavsi Sani (k.s) şöyle buyurmuşlardır:
“Ne iş yaparsanız yapın, niyetinizde Allah rızası olsun. Kalbinize Allah rızasını yerleştirin. Yaptığınız her işte bu olsun. Halim olun, yumuşak olun, tevazu sahibi olun, sizleri tenkit edenlerin ellerinden öpün, onları anlamaya çalışın. Size gelenlerin anlattıklarını karşı tarafı dinlemeden hüküm vermeyin. Hakkaniyet sahibi olun, dinleyin, kızmayın, üstünlük taslamayın.”

Gavsi-Sani (k.s.) buyurdu ki:
“Dikkatli olun hata olmasın, muhabbet kesilir. Hiç kimseye sert davranmayın. Karşınızdakiler size ne kadar kızarsa kızsın, yumuşak davranın. Gaye, ümmet-i Muhammed’in hidayeti içindir. Bana şunu dedin, bunu dedin diye karşılık vermeyin.”

Gavsi-Sani (k.s.) buyurdu ki:
“Sofiler arasında kimse kimseye küs ve dargın kalmasın. Şayet varsa barıştırın. Adem (a.s) efendimizden kıyamet sonuna kadar gelmiş ve gelecek tüm insanların en hayırlısı, en büyüğü, en yücesi, en güzeli, tüm peygamberlerin imamı bizim Peygamberimiz Resülullah (s.a.v) “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” diyerek, yumuşak, güzel ahlakı ile tek başına dünyayı fethetmiştir.”
 Kardeşlerinden birisi, kusurundan dolayı gelir özür diler de diğeri bunu kabul etmezse, hata yapmış olur. Böyle davranan bir kimse hakkında tehdit içeren bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Kim bir kusurundan dolayı kardeşinden özür diler de, o bunu kabul etmezse, haksız kazanç ve mal elde edenin günahı gibi günaha girmiş olur.”[2]
Hz. Cabir’in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste, Resülullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Kendisinden bir kusurdan dolayı özür dilenip de onu kabul etmeyen kimse, benim havzıma gelmesin.”[3]
[1] Sühreverdi, Avarif, 113
[2] Münavi, Feyzu’l-Kadir had, no: 8475
[3] Et-Terğıb, C.3 S.493

Risalei Nura Göre Rüya

Hak ve hakikat ehli olan âlimimizin eseri olan Risalei nura göre rüyaya tamamen güvenilmemesi gerektiğini okuyoruz. Çünkü görülen bazı rüyalar hayırlı ve güzelken gerçek dışı bir şekle büründüğü için şerre yorumlanır, insanı ümitsizliğe düşürür, moralini bozar, yanlış bir kanaate götürür. Böyle bir rüyanın şekli korkunç, zararlı ve çirkinken tabiri ve manası çok güzel olabiliyor.

Bundan dolayı herkes rüyanın görüntüsüyle manası arasındaki ilgiyi kuramadığından lüzumsuz yere telaşa kapılır, üzülür ve kederlenir.
Hadiste bildirildiğine göre, peygamberliğin kırk altı bölümünden bir bölümü sadık rüya şeklinde ortaya çıkmıştır. Demek ki sadık rüyalar hem haktır hem de peygamberlik göreviyle çok yakın ilgisi vardır.

Risalei Nura Göre Rüya üç çeşittir:

  • İlk İkisi, Kur-an’ın ifadesiyle “ad-ğâsü ahlâm”dır, tabir etmeye değmez. Bir anlamı varsa da önemi yoktur. Böyle rüyalar ya mizaç bozukluğundan dolayı hayal duygusunun kişinin hastalığına göre bir terkip yapması ve suret örmesidir yahut gündüz vakti veya daha önce, hatta bir iki sene evvel başına gelen heyecanlı olayları hayal gücünün hatırlatması, değiştirmesi, biçim vermesi, böylece başka bir şekle sokmasıdır.
  • Üçüncü  Tip rüya: Sadık rüyadır. Bu da doğrudan doğruya insanda var olan İlahî latifenin şehadet âlemine karşı bir ilgi kurması ve bir pencere açmasıdır. O pencereyle meydana gelmeye hazırlanan olayları görür, Levh-i Mahfuzun cilvesi ve kaderin numuneleri türünden birine rast gelir, bazı gerçek olayları görür. O olaylarda hayal işlediği için birtakım görüntüleri giydirir.

Bu kısmın çok çeşitleri vardır. Bazen olur, gördüğü gibi çıkar, bazen ince bir perde altında çıkar, bazen de kalınca bir perde ile sarılır.
Sadık rüya hiss-i kablelvuku olarak bilinen önsezinin gelişmiş şeklidir. Bu duygu az çok herkeste vardır. Hatta hayvanlarda bile vardır. Mesela, kedi gibi bazı hayvanlar gözü kör olduğu vakit, kaderin şevkiyle gider, gözüne ilaç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.
Yine tabiattaki temizlik memuru görevini yapan kartallar rızkı olan bir hayvan ölüsünü bir günlük mesafeden kaderin şevkiyle bulur ve ortadan kaldırır.
Diğer yandan dünyaya yeni gelmiş olan yavru arı, henüz bir günlükken havada bir günlük uzaklığa gider, havada izini kaybetmeyerek kaderin şevkiyle döner, yuvasına gelir.

Hiss-i Kablelvuku Rüyayı Kimler Görür

Bu hiss-i kablelvuku rüyayı hemen herkes görür. Birisinden bahsederken ani olarak kapı açılır ve aynı adam içeri girer. Kürtçe bir darbımesel vardır: Kurdun bahsini işittiğin zaman topuzu hazırla, çünkü kurt geliyor.
Demek ki hissi kablelvuku ile insandaki ilahi latife kısaca o adamın gelmesini hisseder. Fakat olay akim sınırını aştığı için kasten değil de elinde olmadan bahsetmeye yöneltir insanı. Gönül gözü açık feraset sahibi bazı insanlar keramet gibi böyle birisinin geldiğini açıklar.

İşte genel olarak halk kitlesi için bir çeşit velayete ermek vardır. Sadık rüyalarda evliya gibi gaybî ve geleceğe ait şeyleri görürler. Uyku nasıl halk için sadık rüyalar yönünden bir velayet mertebesi hükmünde ise rüya da herkes için çok güzel muhteşem İlahî bir sinemayı seyretmektir.

Fakat güzel ahlaklı güzel düşünür. Güzel düşünen güzel manzaralar görür; fena ahlaklı fena düşündüğünden fena manzaraları görür. Sadık rüya herkes için görünen âlemden gayb âlemine açılan penceredir. Sınırlı bir hayat geçiren insan için sınırsız bir alan ve bir çeşit sonsuzluğu hissetmektir; geçmişi, geleceği aynı anda yaşamaktır. Hayatın ağır yükleri altında ezilen ve meşakkat çeken insanın dinlenme anıdır.

Kusurları Affetmek

Herkes için dünya ve ahiret’te en selametli yol, Allah’u Teala’nın ahlakıdır. O (c.c) günahları örter, günahkârın dönüşünü bekler, tövbesini kabul, isyanını affeder. Allah tövbe edenleri sever, kendisine dost eder. Mümine de bu yüce ahlak ile ahlaklanmak düşer. Ehl-i dünya gibi, herkesin kusur ve noksanlığından zevk almak şeytanın ahlakıdır. Bu ahlak kimde varsa o, Allah’a değil, şeytana yakındır. Şeytandan ve şeytani ahlaklardan Allah’u Teala’ya sığınırız. Kusur örtenin kusuru örtülür, affeden affedilir. Merhamet edene merhamet edilir. Resülullah (s.a.v) buyurmuştur ki:

“Kim dünya da bir müslümanın kusurunu örterse, Allah da dünya ve ahiret’te onun kusurunu örter.”[1]

“Kimde bir Müslüman kardeşinin gizli kalması gereken hallerini ortaya çıkarıp yayarsa, Allah da onun gizli ayıp hallerini ortaya çıkarır; onu evinde de olsa rezil eder.”[2]

“Kim bir Müslüman kardeşinin kusurunu örter de onu halk içinde rezil etmezse, Allah da kıyamet günü onun kusurlarını gizleyip halkın içinde rezil etmez.”[3]

 İmam Gazali (rah) başkasında kusur arama hastalığına düşenlere, bundan kurtulmak için şu ilacı tarif eder:
“Kardeşini kınamayıp ayıplamaktan kurtulmanın bir yolu da insanın kendi halini düşünmesidir. Sen, kardeşinde bir kusur gördüğün zaman, hemen onu suçlamaya gitmeden önce kendinde her gün gördüğün ve bir türlü terk edemediğin kusurlarını düşün. Kendini ıslah edemediğin gibi, onu da mazur gör. Bir kusuru ile onu kötülemeye kalkma.

Kusursuz insan nerede? Sen Allah’u Teala’ya karşı kusur içindeyken, başkasının sana karşı kusurunu çok görme! Çünkü senin ondaki hakkın Allah’u Teala’nın senin üzerindeki hakkından daha büyük değildir. Kusursuz insan arayan kimsenin, herkesi terk edip bir köşeye çekilmekten başka çaresi yoktur. Asıl aranan, insanın iyiliğinin kötülüğünden fazla olmasıdır. Kerem ve şeref sahibi mümin daima iyiliklere bakar; tabiatı bozuk münafık insan ise insanlarda hep kusur arar.”[4]

Allah dostlarından Ebu Said el-Harraz (k.s) der ki:
“Sufilerle elli sene beraber bulundum, bu süre içinde benimle onlar arasında hiçbir ihtilaf ve çekişme olmadı.” Bu nasıl oldu? diye sorulunca,

cevap şu oldu:
“Çünkü ben onlarla beraberken hep nefsimin kusurlarıyla meşgul oldum, kendimi düzeltmeye çalıştım, kimsenin kusuruyla uğraşmadım.”

Bir hikmet ehli, nazım halinde şöyle demiştir:
– Al dostunu güzel ve hoş halini,
 – Bırak can sıkacak boş ahvalini,
 – Şu kısacık ömrünü doldurma şikâyetle;
 – Geniş ol, gönlünü daraltma nefretle.
  Hz. Ömer b. Hattab (r.a) demiştir ki: “Bana ayıp ve kusurlarımı gösteren kimseye Allah rahmet etsin.”[5]

[1] Müslim. Ebu Davud. Tirmizi.
[2] Kenzul ümmal no: 6381
[3] Ahmed bin Hanbel / Müsned.
[4] Gazali. İhya, C.2 S.256
[5] El-Mekki, Kutu’l Kulub, C.2 S.221

Sofilerin Birbirleriyle ilgili Davranışları

Her insanın sevincini, kederini ve sırlarını paylaşacağı, içini dökeceği, samimiyetle bağlanacağı dostlara ihtiyacı vardır. Hiçbir maksat ve menfaat düşüncesi olmadan, sırf Allah için kurulan dostluklar uzun ömürlüdür. Ahiret’te de devam eder.  Ayet-i Kerime’de:
 “O gün muttakilerin dışında bütün dostlar birbirinin düşmanı olur.”[1]

Bu Ayetteki muttakilerin durumu anlatılırken denilmiştir ki:
“Allah için birbirini seven iki kardeşten birisine: cennete gir denilir, bunun üzerine o, kardeşinin makamını sorar. Eğer onun aşağısında ise, kendisine verilen makamın benzeri ona da verilinceye kadar cennete girmez. Eğer kendisine: o senin gibi amel etmedi denilirse; o: Ben kardeşim ve kendim için amel ettim der. Bunun üzerine kardeşi için istemiş olduğu bütün şeyler verilir ve kardeşi de onun makamına yükseltilir.[2]

Eğer Allah Teala, iki arkadaşa (İlahi rıza için olmayan) beraberliklerinden dolayı, bir şer yolu açarsa, bu dostluk, cehennem kapılarından  bir kapı demektir. Bu hususa işaret eden Ayeti Kerime de şöyle buyrulmuştur.

“Zalimlerden her biri (Pişmanlığından) o gün iki elini ısırarak: Ne olurdu keşke bende o peygamberle  birlikte bir kurtuluş yolu edineydim. Yazıklar olsun bana! Keşke (beni sapıtan) falanı dost edinmeseydim der.”[3]

Başka bir Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hakk (c.c) şöyle buyurmaktadır:
“Müminler ancak kardeştirler; onun için iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, rahmete erdirilirsiniz.”[4]

 Yine Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
“Bir kimse kendisi için arzu ettiği ecir ve sevabı din kardeşi için de arzu etmedikçe imanın kemaline ulaşamaz.”[5]

Ayet-i Celile de ise: “İyilik ve takva üzerine yardımlaşınız. Kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.”[6] buyruluyor.

İnsan din kardeşinin ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarından üstün tutmalı, istemeden mal ve bedenle her türlü yardımına koşmalı, ilk seçme ve tercih hakkını din kardeşine bırakmalıdır. Sevinçte ve tasada, kar ve zararda yanında bulunmalı, müsamahalı olmalı, daima hüsnü zan beslemeli, sırlarını saklamalı, hatalarını bağışlamalı, kusurlarını örtmeli, her hususta onun hukukunu gözetmelidir. Hayatında da vefatında da din kardeşini hayır dua ile anmalı ve çocuklarını ve yakınlarını arayıp sormalı, kısaca vefakâr olmalıdır.

Bakın Rahmet Peygamberi (s.a.v) yardımlaşma konusunda bizlere neler buyurmaktadır:
Ebu Hureyre’nin (r.a) Peygamber’den (s.a.v) rivayete göre Nebiyy-i Muhterem (s.a.v) şöyle buyurmuştur.
“Bir kimse bir Müminin dünya üzüntülerini giderip ferahlandırırsa, Allah’ta Kıyamet günü’nün üzüntülerinden birini giderir.
Her kim dar olan borçluya kolaylık gösterirse, Allah’ta dünya ve ahiret’te ona kolaylık gösterir.
Her kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah’ta dünya ve ahirette onun ayıbını örter.
Bir kul (din) kardeşine yardımda bulundukça, Allah’ta ona yardım eder.
Bir kimse ilim tahsili için yola çıkarsa, bu yüzden Allah ona cennet yolunu kolaylaştırır.
Herhangi bir topluluk (cemaat) bir yerde toplanıp Kur’an okur ve aralarında müzakere (sohbet) ederlerse, onların üzerine sükunet (kalp huzuru) nazil olup onları rahmet kaplar, melekler onları kuşatır, Cenabı hak da onları, nezdinde olan melekler ve peygamberlere zikreder.
Ameli kendisini geride bırakan kimseyi, nesebi ileri götüremez.[7]

Bu durumlardan da bizleri menetmiştir:
Gıybetini yapmak, suizan da bulunmak. Onunla alay etmek, casusluk yapmak, ayıbını araştırmak ve kötü lakap takmak.
Bir hadisi şerifte buyrulmuştur ki:

“Birbirinizle kinleşmeyiniz, hasetleşmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.”[8]
  Hz. Ömer (r.a) Efendimizden rivayet edilen bir hadisi şerif’te Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyorlar:
“Allah’ın öyle kulları vardır ki, ne peygamber ne de şehit olmadıkları halde, peygamberler ve şehitler o kimselerin Allah indindeki derecelerine gıpta edecekler. Bunlar, aralarında ne akrabalık ne de mal menfaati olmadığı halde, birbirilerini sırf Allah rızası için seven kimselerdir.

Andolsun ki, kıyamet gününde bunların yüzleri nur saçacak, bütün vücutları da nur içinde olacak, herkes kederlendiği vakit onların gönlüne hüzün girmeyecek.”[9]

[1] Zuhruf / 67
[2] K.Tasavvuf  C.2. S.557
[3] Furkan / 27-29
[4] Hucurat / 10
[5] Buhari.
[6] Maide / 2
[7] R.Salihin. Müslim. No: 243
[8] Buhari.
[9] Ebu Davud

Rüya Nedir

Bu yazımızda; Rüya Nedir, Rüyanın İslami Anlamı, Rüyanın Bilimsel Tanımı gibi konular üzerinde yoğunlaşacağız. Sıkılmadan okuyacağınızı düşündüğüm bu yazıma rüya kelimesinin kökeni ile başlamak istiyorum.

Rüya ilk insandan beri vardır. Uyku ve rüya birbirinden ayrılmayan ikilidir. “Rüya” kelimesi “rü’yet” kökünden gelir ve Arapça bir kelimedir, Türkçede “düş” olarak bilinir. “Rü’yet” gözle görmek, “rüya” beyinle görmektir. Beyin, ruhun gözü ve dürbünü gibidir. Ruh gördüklerini beyin aracılığıyla uykuda hayale gösterir.

Uyku, insan için nasıl hayatî bir ihtiyaçsa rüya da o kadar vazgeçilmez bir olaydır. Rüya, şuuraltına yerleşen birtakım düşünceler biçiminde tanımlanır. Uzmanlara göre rüya, şuur üzerindeki iradenin uyku esnasında kalkmasıyla hayal ve his merkezinin aldın kontrolünden çıkmasıdır.

Bir başka tanımıyla rüya, Allah’ın melek vasıtasıyla açık veya örtülü olarak insanın şuurunda uyandırdığı sübjektif algılar, vicdanî duygular veya şeytanî telkinler, karışık hayallerdir.

İnsanın uykuya dalmasıyla birlikte ruh, asıl vatanı olan ruhlar âlemine ziyarete gider, fakat bedenden bütünüyle ayrılmaz. Gözün gördükleriyle kalbin gördükleri farklı şeyler değildir. Başka ifadeyle uyanıkken görülenle uykudayken görülenler o kadar farklı değildir. Hatta uyanıkken bedenin ağırlığı istediğimiz yere gitmeye engel olur; uykuda ise ruh bedenle işbirliğini sürdürmekle birlikte istediği yere uçabilir. Gözümüz belli ölçüde belli mesafeyi görür; kalp gözü için herhangi bir mesafeden söz edilmez.

Rüyalarda geleceği görmek mümkün müdür?

Rüyalar bir yerde geleceği önceden bildiren vasıtadır. Rüyadaki mesajlar pek çok keşiflere ilham kaynağı olmuştur. Rüya ruhun hazzı, sevinci ve coşkusudur.

Rüya gerçek âleme açılan penceredir. Bu pencereden olmuş veya olacak hadiseler aynen veya sembollerle gösterilir. Eğer zihin vesvese ve boş hayallerden uzak kalmışsa her rüya bir ışık, bir parola veya yol gösteren bir fenerdir. Rüya kalp gözüyle ve ruhun algılamasıyla görülür. Bunun içindir ki akıl ve hayalin tasavvur edemeyeceği şeyler rüyada ortaya çıkar.

İnsanın duyguları içinde en fazla yorulan, göz olduğu için öncelikle uyuyan da gözdür. Diğer azalar gözü takip eder, uykuya öyle varırlar. İnsanın iradesi dışında hafızasında bir şeyle belirir. Hafıza kendi varlığıyla meşgul olur. Rüya bu halden meydana çıkar. Uyku derinleştikçe rüya yoğunlaşır.

Neden rüya görürüz?

Rüya içe atılmış arzu ve hayallerin bir çeşit dışa vurma hareketi olarak da kabul edilmiştir. Uykuda sansürsüz kalmış arzular şekillenir. Rüyalar içimizde gizlediğimiz ve şuur altına ittiğimiz isteklerimizdir. Rüyaların insanlara yol gösterdiği veya muhtemel tehlikelere karşı uyarıcı olduğu kanaati vardır.

Uzmanlara göre rüyanın hiçbir zararı olmadığı gibi, sayıya gelmez derecede faydaları vardır. Çünkü rüya, zihindeki faaliyetin uykuda devamıdır. Rüya görmek, rahat bir uykuya işarettir. Sabah uyanınca dinç bir beden, huzurlu bir ruhla uyanırız. Fazla rüya görmek, ise zihnin fazla çalışması demektir.

Bütün insanlar rüya görür mü?

Bütün insanlar rüya görür. Fakat her rüya hatırlanmaz, derin uykuda silik bir görüntü olarak gelir geçer. Rüyaya ruhun ihtiyacı vardır ve dinlenmesi için şarttır. Rüya zihni temizler. Zihinde birikip hayata geçmeyen duyguları ve düşünceleri görüntüye dökerek boşaltır.

 Rüya, madde ötesi bir olaydır. Şuur altındaki şekil ve fotoğraflara bürünerek bize ulaşır. İçimizdeki gizli bir duygudan mesajdır.

Rüyaları birkaç saniyede gördüğümüz, bilimsel olarak tespit edilmiştir. Birkaç saniyelik rüyada geçmişe ve geleceğe ait şeyler görüldüğü gibi eğer kaleme alınıp yazılsa kitaplar dolusu hadiseler ve bilgiler ortaya çıkabilir.

İnsan rüyada neler yaşar?

İnsan rüyada neler yaşamıyor ki? Bazen saraylarda yaşar, bazen bir ülkeye kral olur, tahtından inip kara toprağa yâr olur. Bazen gökte bulutların üzerinde seyreder. Bazen yerin karanlıklarına iner. Bu kadar olay bir anlık uyku halinde olup biter. Rüyada zaman sıfırdır. Bu durum ayrıca ahirette zaman mefhumunun olmadığına işaret eder.

Rüya görmenin belli bir eğitimi yoktur, ama güzel rüya görmeyi hazırlayan birtakım unsurlar vardır. En doğru rüya seher vakti ve kaylule uykusunda (gündüz vakti sünnet uyku) görülen rüyadır.

Yaşanan hayatın İslam’a uygunluğu, inanç ve amelde doğru oluş, görünen rüyayı sadık rüya haline getirir. Sadık rüya görebilmek için abdestli bulunmak ve abdestli yatmak çok önemlidir.

Gözlerin görmediği akıl ve hayalin düşünmekten aciz kaldığı güzellikler rüya yoluyla yaşanır ve o güzelliklerden haz ve lezzet alınır. Böyle benzersiz manzaraları seyrederken ruh kendinden geçer, dünyada iken Cennet güzelliklerinden nasiplenir. Böyle rüyalar sayesinde kalp penceresindeki görüntünün gözle görülen görüntüden daha kapsamlı ve manalı, ötelerden gösterilen güzellikler olduğu fark edilir.

Rüya ve Ahiret

İlham ve rüya ahirete açılmış iki penceredir. İlham kalpte hâsıl olur, rüya ruhla görülür. Ruh günah ve boş şeylerle meşgul olursa rüya penceresi kapalı ve lekelidir. Kalp şüphe ve günahlarla kararınca ilham kesilir veya kalbe gelen ilham idrak edilmez.

Peygamberlerin rüyası vasıtasızdır ve doğrudan Allah’tan gelir, Rahmanidir. Müminin rüyası melek ilhamıdır. Efendimizin (a.s.m.) yaşadığı yüzyılda yaşamadığımıza hayıflanırız. Allah Resulü nü dünya gözüyle göremeyişimiz bizi hüzne boğar. İşte bu imkânsızlığı gölgenin gölgesi de olsa bir nebze mümkün kılan rüyalardır. Peygamberimiz, “Kim beni rüyasında görürse gerçekte görmüş gibidir” buyurmuştur.

Gece gördüğümüz rüyanın etkisi, heyecan ve coşkusu anlatıp tabir ettirmeyi ve bu güzelliği bir kez daha yaşamayı insana telkin ettirir. Böyle bir rüyayı anlatacağımız şahıs, halimizi, ruhumuzu, anlamalı, bakışımızdan mana çıkarmalıdır. Her sözünde hikmet ve hoşgörü olmalıdır.

Bir Şiir

Zülümler sığmazken bile sözlere
Yaşlar akıyordu o masun yüzlere
Ümitler bitince hemen bizlere
Amine hatundan gelişin varya

Babanı görmedin birgün başında
Ne sırlar gizliydi kalem kaşında
Annende göçünce altı yaşında
Sokakta boynunu büküşün varya

Babalar kızına zülüm yaparken
Üzerine kum dağları kaparken
Mekkeli müşrikler puta taparken
Allah birdir deyip gelişin varya

Gönül umman oldu söyle anama
Ben sana diyemem gönül kanama
Sevgili evladın fatıma anama
Tebessümle dönüp gülüşün varya

Bulut gölge yaparken nurlu yüzüne
Kumda gözükmeyen ayak izine
Hasan ile Hüseyini alıp dizine
Kuzularım deyip gülüşün varya

Kimseye vurmazdın sille tekmeyi
Meslek edinmiştin yokluk çekmeyi
Hele yetimlerle azıcık ekmeği
Mubarek elinle bölüşün varya

Çöllerden taife yürüdün yaya
Müşriklerin kalbi kararmış kaya
Parmağı kaldırıp gökteki aya
Ortadan ikiye bölüşün varya

Yatişemedik biz bu anına
Hayranım sultanım şeref şanına
Cibrili emin ile hak divanına
Yedi kat göklere çıkışın varya

Ayırdılar seni Mekke yurdundan
Allah emin kıldı çölün kurdundan
Abu Bekir ile dağlar ardından
Nurlu Medineye girişin varya

Kurbanım diline seni övenin
Bize gel dediler bütün sevenin
Hanei Eyyüp’te çöken devenin
Asayla üstünden inişin varya

Uhud meydanında umut verilmiş
Kılıçlar çekilmiş yaylar gerilmiş
Pehlivanın biri şehit verilmiş
Hamzanın başına gelişin varya

Ne çetin olmuştur hendek savaşı
Karnına bağladın üç tane taşı
Günlerce yemeyip ekmeğin aşın
Hisseni ashabına verişin varya

Kuru ekmek oldu ömrünce aşın
Öylece tükendi altmış üç yaşın
Ayşenin bağrına yaslayıp aşın
Ümmetim ümmetim diye gidişin varya…

Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) İtaat İle O’nun Halifelerinin İzinden Gitmeyi Emreden Hadisler

Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir: Resülullah (s.a.v) buyurdu ki:
“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiştir. Benim emrime boyun eğen bana saygı göstermiştir, emrime karşı çıkan da bana karşı gelmiştir.”[1]
                                                                                                                             
Ebu Musa (r.a) şöyle demiştir: Resülullah (s.a.v) buyurdu ki:
“Hakikat benim meselim (benzerim) ve beni kendisiyle Allah’ın size gönderdiği peygamberliğin meseli, kavmine gelip de şöyle diyen kimsenin halini andırır. Ey kavmim (şurada) gözümle (düşman) askeri gördüm. Ben çıplak (şüphe götürmez) bir korkutucu (uyarıcı) yım, canınızı kurtarmağa bakın! Kavminden bir kısmı sözünü dinleyerek karanlık bastırır bastırmaz sessizce kaçıp kurtuldular. Onlardan bir kısmı da kendisini yalanlayarak yerlerinde kaldılar. Sabehleyin erkenden (düşman) askerleri kendilerini bastırıp yok etti, köklerini kazıdı. İşte bu misal bana itaat edip getirdiğime uyanlarla bana karşı çıkıp getirdiğim hakkı yalanlayanların durumunu andırır.” [2]

Enes (r.a) Allah Resülü buyurdu:
Sünnetimi yaşatan beni sevmiştir, beni seven de cennette benimledir.”
Enes (r.a) diyor ki: Resülullah (s.a.v) bana:
“Oğulcağızım, gönlünde hiç kimseye kin tutmadan sabah ve akşamlayabilirsen bunu yap” dedi, sonra şöyle buyurdu:
“Oğulcağızım, bu benim sünnetimdendir. Benim sünnetimi seven beni sevmiştir, beni seven de cennette benimle olur.[3]

 Irbad ibn Sariye naklediyor:
Resülullah (s.a.v) bir gün bize namaz kıldırdı. Sonra bize döndü, beliğ bir va’z verdi. O va’zin etkisinden gözler yaş döktü, yürekler ürperdi. Bir adam: “Ey Allah’ın Resülü, bu öğüt sanki veda edenin öğüdü, bize ne tavsiye edersiniz” dedi.  Resülullah (s.a.v) buyurdu:
“Size Allah’tan korkmanızı, (üzerinize bir köle de başkan olarak atansa kendisine) kulak verip itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra içinizden yaşayacak olanlar pek yakında bir çok ayrılıklar görecekler. (Böyle bir devrede) Sünnetimi ve hidayete erdirilmiş olgun halifelerimin yolunu takip ediniz, ona sarılınız, azı dişlerinizle (bütün gücünüzle) ona tutununuz.”[4]
[1] Buhari
[2] Buhari, Müslim.
[3] Tirmizi.
[4] Tirmizi.

Hz. Muhammed’ in Bi’seti (Peygamberliği)

Muhammed (s.a.v) 39 yaşında iken sadık rüyalar görmeye başladı. Rüyasında ne görürse aynen çıkardı. Bu hal 6 ay devam etti. Vahiy gelmesi yaklaşınca “Ya Muhammed” diye sesler işitirdi. Bundan sonra yalnızlığı sevip insanlardan uzaklaşarak Hira Dağında bir mağarada tefekküre dalardı. Bazen Mekke ye gelir, Kabe’yi tavaf ettikten sonra evine giderdi. Evinde bir müddet kalıp yanına biraz yiyecek alarak yine Hira Dağında mağaraya gidip tefekkür ve ibadetle meşgul olurdu. Bu halini gören Mekke’liler, Muhammed (s.a.v) Rabbine aşık oldu demişlerdir.

Muhammed (s.a.v) 40 yaşında iken yine bir ramazan ayında Hira Dağındaki mağaraya çekilmiş ve tefekküre dalmıştı. Ramaza’nın 27. Pazartesi gecesi, gece yarısından sonra kendisini adıyla çağıran bir ses işitti. Başını kaldırıp etrafa baktığı sırada ikinci defa bir ses işitti ve her tarafı bir den bire bir nur kapladığını gördü .Sonra Cebrail (a.s) karşısına geldi. “Oku” dedi. “Ben okumuş değilim” cevabını verdi. O zaman melek Muhammed’i (s.a.v) tutup takati kesilinceye kadar sıktı ve “Oku” dedi yine “Ben okumuş değilim” cevabını verdi. İkinci defa sıktı ve “Oku” dedi. “Ben okumuş değilim” dedi. Cebrail (a.s) üçüncü defa tutup sıktı ve sonra bıraktı ve:

“Oku! Her şeyi yaratan rabbinin ismiyle ki. O,insanı pıhtılaşmış kandan yarattı! Oku ki senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini öğreten bol kerem ve ihsan sahibidir.” Mealindeki A’lak süresinin ilk beş ayetini getirdi Muhammed (s.a.v) de onunla beraber okudu. İlk vahiy bu suretle başladı ve bütün cihanı aydınlatan İslam güneşi doğdu.
Muhammed (s.a.v) ilk vahiy geldikten sonra üç sene vahiy gelmedi. Bu arada Mikail (s.a.v) adındaki melek gelip bazı şeyler öğretti. Fakay vahiy getirmedi. Bu sırada Peygamberimiz (s.a.v) üzüldükçe Cebrail (s.a.v) gözüküp “Ey Muhammed sen Allah’ın Peygamberisin” der, üzüntüsünü yatıştırırdı. ilk vahyin gelmesiyle Peygamberliği başlayan Muhammed’in (s.a.v) tebliğinin 13 senesi Mekke’de 10 senesi de Medine’de geçti….!

Peygamber Efendimiz (s.a.v) İle İlgili Birkaç Ayet-i Kerime
“Muhammed (s.a.v) Allah’ın Resülüdür.”[1] (Elçisidir)   
  (Resülüm) “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”[2]
Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.”[3]
“Andolsun ki, Resülullah, sizin için, Allah’a ve Ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”[4]  
Ona (Resülüllah’a) uyun ki doğru yolu bulasınız.”[5]  
 “Allah’a ve Peygambere itaat edin. Ta ki rahmete kavuşturulasınız.”[6]
“Kim o Peygambere itaat ederse muhakkak Allah’a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse.. Zaten seni onların başına bekçi göndermedik ya.”[7] 
  “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın, kendilerine ni’met verdiği Peygamberler, sıddıklar, şehidler ve iyi adamlarla beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır. Bu Allah’dan bir lütfu inayettir. (Her şeyi) hakkıyla bilici olarak Allah yeter.”[8]
 [1] Fetih/29
[2] Enbiya/107
[3] Kalem/4
[4] Ahzab/21
[5] A’raf/158
[6] Ali İmran/132
[7] Nisa/80
[8] Nisa/69-70

Peygamberimiz’in (s.a.v) Evliliği

Muhammed (s.a.v) ilk evliliğini 25 yaşında iken Hz Hatice ile yapmıştır.
Hz. Hatice evlilik hayatı boyunca Muhammed (s.a.v) daima hizmet edip yardımcısı oldu. Muhammed (s.a.v) bu evliliği Hz. Hatice’nin vefatına kadar 25 sene sürdü. Bunun 15 senesi bi’set (peygamberlikten) önce 10 senesi bi’setten sonra idi.
Muhammed (s.a.v) ilk zevcesi Hz. Hatice hayatta iken başkası ile hiç evlenmemişti. Muhammed (s.a.v) Hz. Hatice’den ikisi erkek dördü kız olmak üzere altı çocuğu oldu. Bunlar: “Kasım, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma ve Abdullah” dır. Peygamberliği sırasında evlendiği Hz Mariye’den de “İbrahim” adlı oğlu olmuştu. Diğer zevcelerinden çocuğu olmadı. Zeynep, kızlarının en büyüğü idi. En küçük kızı Fatıma babasının sevgilisiydi.

Hz. Fatıma Peygamberimiz (s.a.v) kırk yaşında iken doğdu. Erkek evlatları küçük yaşta vefat ettikleri gibi, Hz. Fatıma’dan başka bütün kızları da ondan önce vefat ettiler. Hz. Fatıma’da Hz. Muhammed’den (s.a.v) altı ay sonra vefat etti. Hz. Ali (r.a) ile evlenmişti. Muhammed’in (s.a.v) soyu Hz. Fatıma evladı, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile devam etti.

Resülullah (s.a.v) 55 yaşında iken, Ebu Bekir’in (r.a) kızı; Aişe (r.anha) ile nikahlanıp, üç sene sonrada Medine’de evlendi. Bunu Haticetü’l Kubra’nın vefatından bir yıl sonra, Allah Teala’nın emri ile nikah eylemişti. Ölünceye kadar, sekiz sene onunla yaşadı.
Diğer eşlerini ise, hep Hz. Aişe’den sonra, dini siyasi sebeplerle veya merhamet ve ihsan ederek nikah etti. Bunların hepsi dul olup, çoğu yaşlı idi.

Peygamberimiz’in (s.a.v) Gençliği

Her bakımdan insanların en üstünü olan Muhammed (s.a.v) daha gençliği sırasında Mekke halkı arasında diğerlerinden farklı olarak çok sevilmiştir. Güzel ahlakı, insanlara görülmemiş bir şekilde davranması, sakinliği, yumuşaklığı ve diğer üstün halleriyle sevilmişti. İnsanlar arasında fevkalade farklılığı ile herkes ona hayran olmuştur. Mekke halkı, onda gördükleri şaşılacak derecedeki doğru sözlülük ve güvenilirlikten dolayı ona “El-Emin-Güvenilir” dediler ve gençliğinde bu isimle meşhur oldu.

Çocukluğunda ve gençliğinde kendine ait koyunları “Ciyad” dağında ve civarında güderdi. Böylece geçimini sağlardı. Bir taraftan da çok bozulmuş olan cemiyetten bu münasebetle de uzak dururdu. Bir defasında Eshab-ı kirama: “Koyun gütmeyen hiçbir peygamber yoktur.” buyurmuştu. Ya Resulallah sende güttün mü? Dediklerinde. “Evet ben de güttüm.” buyurdu.

Muhammed (s.a.v) 12 yaşında iken amcası Ebu Talib ile ticaret için Busra ya kadar, 17 yaşında iken amcası Zubeyr ile Yemen’e, 20 yaşında Hz. Ebu Bekir ile Şam’a ve 25 yaşında iken Hz Hatice’nin mallarını satmak üzere Şama olmak üzere dört defa seyahate çıktı. Bu seyahatlerinden başka hiçbir yere seyahat yapmadı.