Peygamber Efendimi’in (s.a.v) çocukluğu

Peygamberimiz (s.a.v) doğduktan sonra üç gün kadar annesi Amine tarafından emzirildi. Sonrada Ebu Lehebin cariyesi süveybe hatun bir müddet emzirdi. O zaman Mekke halkının çocuklarını bir süt annesine vermeleri adetti. Mekke’nin havası çok sıcak olduğundan, çocukları havası iyi, suyu tatlı olan civar yerlerdeki yaylalara gönderirler, Çocuklar bir müddet oralarda, verildikleri süt annelerinin yanında kalırdı. Her sene bu maksatla Mekke ye bir çok süt anaları gelir, birer çocuk alır giderlerdi. Çocukları büyütüp teslim edince de çok ücret ve hediye alırlardı.

Gelen kadınların her biri birer çocuk almışlardı. Peygamberimiz (s.a.v) yetim olduğu için fazla ücret alamama düşüncesiyle, ona talip olan çıkmamıştı. Gelen kadınlar içinde iffeti, temizliği, Hilmi, hayası ve güzel ahlakıyla tanınmış halime hatun adında bir kadın vardı. Binek hayvanları zayıf olduğu için diğerlerinden daha sonra Mekke ye ulaşmışlardı. Kocası ile Mekke de dolaşarak zengin ailelerin çocuklarının alınmış olduğunu görünce eli boş dönmemek için bir çocuk arıyorlardı. Nihayet görünüşü ile hürmet celbeden ve sıması çok sevimli olan bir zat ile karşılaştılar. Bu zat Peygamberimiz’in dedesi Abdülmuttalib idi. Onunla torununu almak üzere anlaştılar. Abdülmuttalib, Halime Hatunu Peygamber Efendimiz’i almak için Amine’nin evine götürdü.

Halime hatun der ki: Muhammed’i (s.a.v) alıp Hz Amine’nin evinden ayrıldım. Kocamın yanına gelince kocam onun yüzüne bakıp kendinden geçti. “Ey Halime bu güne kadar böyle güzel yüz görmedim” dedi. Onu yanımıza alır almaz kavuştuğumuz bereketleri görünce de, “Ey Halime bilmiş ol ki, sen çok mübarek bir çocuk almışsın” dedi.

Peygamberimiz (s.a.v) süt annesi Halime hatunun sağ memesini emer, sol memesini emmezdi. Onu da süt kardeşi emerdi. 2 aylık iken emekledi, 3 aylık olunca ayakta durur, 4 aylık iken duvara tutunarak yürürdü, 5 aylık iken yürüdü, 6 aylık iken çabuk yürümeye başladı, 7 aylık iken her tarafa gider oldu, 8 aylık iken anlaşılacak şekilde, 9 aylık iken gayet açık konuşmaya başladı, 10 aylık iken ok atmaya başladı.
 Halime hatun şöyle anlatmıştır: Muhammed (s.a.v) İlk konuşmaya başladığında, “La İlahe İllallahü Vallahü Ekber. Velhamdü Lillahi Rabbil Alemin.” dedi. O günden sonra “Bismillah” demeden hiçbir şeye elini uzatmazdı. Sol eliyle bir şey tutmazdı. Gece gündüz belli zamanlarda bevl ederdi.

 Yürümeye başladığın da çocukların oynadığı yerden uzak dururdu ve onlara. “Biz, bunun için yaratılmadık” derdi. Üzerinde beyaz bir bulut daima onunla birlikte hareket eder, onu gölgelerdi. Bir gün Halime hatun farkında olmadan süt kardeşi Şeyma ile öğlenin yakıcı sıcağında kuzuların yanına gitmişti.

Halime hatun, onu yanında göremeyince hemen arayıp buldu. Şeyma’ya niçin sıcakta dışarı çıktınız? dedi. Şeyma Anneciğim! Kardeşimin başı üzerinde bir bulut onu daima gölgeliyor, dedi. Süt kardeşleri ve hiç kimse ondan asla incinmemiştir.

Bir gün süt kardeşi Abdullah ile evlerinin yakınında bulunan kuzuların arasına gitmişlerdi. Süt kardeşi koşarak eve gelip, “Beyaz elbiseli iki kişi, Kureyşli kardeşimi yere yatırıp karnını yardılar, ellerini karnına soktular!” dedi. Halime hatun ile kocası Haris, hemen süratle koşup yanına geldiler. Baktılar ki, rengi değişmiş, semaya bakıyor ve tebessüm ediyor. Sana ne oldu yavrucuğum? diye sorduklarında şöyle anlattı: “Yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde içi kar dolu bir tas vardı. Beni tutup, göğsümü yardılar. Kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan pıhtısı çıkardılar. Göğsümü ve kalbimi o karla temizlediler ve kapatıp gittiler” dedi. Peygamberimiz (s.a.v) üç yaşında iken olan bu hadiseye (Şakk-ı sadır-göğsünün yarılması) denir. Bu husus Kur’an-ı Kerim de İnşirah süresinin birinci ayetinde bildirilmektedir.

Muhammed (s.a.v) 6 yaşına kadar da annesinin yanında büyüdü. 6 yaşında iken annesi Ümmi Eymen adındaki cariye ile birlikte akrabalarını ve babası Abdullah’ın mezarını ziyaret etmek için Medine’ye gittiler. Medine de bir ay kaldılar. Yahudiler onun son peygamber olduğunu anlayınca Hz. Amine ona bir zarar gelmesinden çekinerek onu alıp, Mekke’ ye dönmek üzere yola çıktı. Ebva denilen yere geldiklerinde Hz. Amine hastalandı. Hastalığı artıp sık sık kendinden geçiyordu. Başında duran oğlu Muhammed’e (s.a.v) bakarak şu beyitleri söyledi.

Eskir yeni olan, ölür yaşayan,
  Tükenir çok olan, var mı genç kalan.
     Bende öleceğim, tek farkım şudur.
     Seni ben doğurdum, şerefim budur.
  Geride bıraktım hayırlı evlat,
  Gözümü kapadım, içim pek rahat.
     Benim namım kalır daim dillerde,
     Senin sevgin yaşar hep gönüllerde.
Biraz sonra vefat etti. Orada defn edildi. Ümmi Eymen,  Muhammed’i (s.a.v) yanına alıp, birkaç gün süren yolculuktan sonra Mekke’ye getirip dedesi Abdülmuttalib’in yanına bıraktı.

NOT: Muhammed’in (s.a.v) babası ve annesi İbrahim’in (a.s) dininde idiler. Yani Mü’min idiler. İslam Alimleri; onların İbrahim’in (a.s) dininde olduklarını ve Muhammed (s.a.v) Peygamber olduktan sonra da onun ümmetinden olmaları için diriltilip, Kelime-i Şehadeti işittiklerini, söylediklerini ve böylece bu ümmetten de olduklarını bildirmişlerdir. Muhammed (s.a.v) 8 yaşına kadar dedesinin yanında büyüdü.

Abdülmuttalib vefatı yaklaşınca oğullarını toplayıp Peygamberimiz’e (s.a.v) “Yavrum bu amcalarından hangisinin yanında kalmak istersin” deyince koşup amcası Ebu Talibin kucağına oturdu. Onun yanında kalmak istediğini söyledi. Peygamberimiz’i dedesi Abdülmuttalib oğlu Ebu Talib’e bıraktı ve ona iyi bakmasını önemle vasiyet etti. Bundan sonrada vefat etti. Peygamberimiz (s.a.v) sekiz yaşından sonra Amcası Ebu Talibin yanında kalmaya başladı ve onun himayesinde büyüdü. O zaman Mekke’de Ebu Talib de babası Abdülmuttalib gibi Kureyşin ileri gelenlerinden, sevilen, saygı gösterilen ve sözü dinlenilen bir zat idi. O da Peygamberimiz’e büyük bir sevgi ve şefkat gösterirdi. O nu kendi çocuklarından çok sever, yanına almadan uyumaz, bir yere gitmez ve “Sen çok hayırlısın, çok mübareksin” derdi.

Muhammed’in (s.a.v) Doğumuyla Meydana Gelen Hadiseler

– Muhammed (s.a.v) doğduğu gece Kabe’de bulunan putlar yüz üstü yere yıkıldı.

– Medayin şehrindeki İran Kisrasının sarayının on dördüncü kulesi (burcu) yıkıldı.

– Yine o gece mecusilerin (ateşe tapanların) bin seneden beri yanmakta olan kocaman ateş yığınları aniden sönüverdi. O ateşin söndüğü tarihi not ettiler. Kisranın sarayından burçların yıkıldığı geceye isabet ediyordu.

– O zaman insanların mukaddes saydıkları Save gölü yine o gece bir anda suyu çekilip, kuruyuverdi.

– Şam etrafında bin yıldan beri suyu akmayan ve kurumuş olan semave nehri vadisi o gece su ile dolup taşarak akmaya başladı.

– Muhammed (s.a.v) doğduğu geceden itibaren şeytan artık Kureyş kahinlerine hadiselerden haber veremez oldu. Kehanet sona erdi.

– Muhammed (s.a.v) doğduğu gece ve daha sonra o zamana kadar görülmemiş bu hadiselerden başka bir çok hadiseler vuku bulmuş olup, son Peygamber Muhammed (s.a.v) doğduğuna işaret olmuştur.

Mevlid Kandili

Rebiülevvel ayı, hicretten 53 sene evvel Rebiul Evvel ayının on ikinci günü pazartesi gecesi sabah karşı Peygamber efendimizin doğum gününü yani Mevlit Kandilini içinde barındıran aydır.

Allah Teala bütün peygamberlerine ismi ile hitap ettiği halde, Ona Habibim (sevgilim) diyerek hitap etmiştir. Allah Teala bir hadisi kudsi de:                                                              
“Sen olmasaydın, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım.” buyurmaktadır. Bütün mahlukatı onun şerefine yaratmıştır.
Her peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden her bakımdan üstündür. Muhammed (s.a.v) ise, her zamanda, her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, geçmiş ve gelecek bütün varlıkların her bakımdan en üstünü, en faziletlisidir. Hiç bir kimse hiç bir bakımdan O’nun üstünde değildir.

Allah Teala her şeyden önce Muhammed’in (s.a.v) nurunu yarattı. Ashab-ı Kiramdan Abdullah b. Cabir (r.a): Ya Resülallah, Allah’ın her şeyden evvel yarattığı şey nedir, bana söyler misin? Deyince, Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Her şeyden evvel senin peygamberinin yani benim nurumu kendi nurundan yarattı. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne sema, ne arz (yer yüzü) ne güneş, ne ay, ne insan, ne de cin vardı.”

Muhammed (s.a.v) hicretten 53 sene evvel Rebi’ül-evvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi, sabaha karşı, Mekke de doğdu.Tarihçiler, bugünün miladi sene ile 571 senenin Nisan ayının yirmisine rastladığını söylüyor. Doğmadan birkaç ay önce babası, altı yaşında iken de annesi vefat etti. Bu sebepten Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) Dürr-i Yetim (Yetimlerin İncisi) lakabı da verilmiştir.

Sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib’in yanında kaldı. Sekiz yaşında iken dedesi de vefat edince, Amcası Ebu Talib’in yanında kaldı. 25 yaşında iken Haticet’ül-Kubra ile evlendi. Bu hanımından doğan ilk oğlunun adı kasım idi. Bundan dolayı Peygamberimiz’e (s.a.v) Ebu’l-Kasım (kasımın babası) da denildi. Araplarda böyle künye ile anılmak adetti.40 yaşında iken, bütün insanlara ve cinlere Peygamber olduğu Allah Teala tarafından bildirildi. Üç sene sonra herkesi imana çağırmağa başladı. 52 yaşında iken Mi’rac vuku buldu. Miladın 622 yılında 53 yaşında olduğu halde, Mekke den Medine’ye hicret etti. M.632 senesinde Rebi’ül-evvel ayının on ikinci Pazartesi günü öğleden evvel 63 yaşında iken vefat etti.

Muhammed’in (s.a.v) nuru, Adem’den (a.s) itibaren temiz babalardan ve temiz analardan geçerek gelmiştir. Kur’an-ı Kerimde:  
“Sen, yani senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır.”[1] buyrulmaktadır.

Rebiülevvel Ayı Hadisleri

  •  Hadisi şerifte de:
    “Allah’u Teala insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vucuda getirdi. Sonra bu kısımlardan en iyisini arabistan da yetiştirdi. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonra evlerden, ailelerden en iyisini seçip, beni bunlardan meydana getirdi. O halde benim ruhum ve cesedim mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım en iyi insanlardır.” buyruldu.
  • Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
    “Ben, Abdullah, Abdülmuttalib, Haşim, Abdü Menaf, Kuseyy, Kilab, Mürre, Ka’b, Lüveyy, Galib, Fihr, Malik, Nadr, Kinane, Huzeyme, Mudrike, İlyas, Mudar, Nizar, Me’ad, Adnan oğlu Muhammed’im. Mensub olduğum topluluk, ne zaman ikiye ayrılmış ise, Allah beni muhakkak onların en hayırlı olan tarafından bulundurmuştur. Ben cahiliyyet, ahlaksızlıklarından hiçbir şey bulaşmaksızın ana ve babadan meydana geldim. Ben, Ademden babama ve anneme gelinceye kadar, hep nikahlı anne babadan meydana geldim. Ben, ana ve baba itibariyle en hayırlınızım.
  •   Başka bir hadisi şerifte de:
    Allah’u Teala, İbrahim oğullarından İsmail’i seçti. İsmail oğullarından Kinane oğullarını seçti, Kinane oğullarından Kureyşi seçti. Kureyşten Haşim oğullarını seçti. Haşim oğullarından Abdülmuttalib oğullarını seçti. Abdülmuttalib oğullarından da beni seçti.” buyurdu.

 Abdullah, babası Abdülmuttalib-e şöyle derdi.
“Babacığım, her nereye gitsem belimden bir nur çıkıyor. Sonra toplanıp, başımın üstünde bulut gibi duruyor. Tekrar gelip belime giriyor. Ne zaman bir yere otursam yer bana diyor ki  Ey Abdullah, sana selam olsun. Muhammed’in (s.a.v) Nuru sende emanettir. Ne zaman bir kuru ağaç altına otursam, derhal yeşerip bana gölge oluyor. Kalkıp gidince de yine kuru oluyor. Ey babacığım bu hal nedir? Abdülmuttalib: Ey oğlum, sana müjdeler olsun ki, insanların ve cinlerin efendisi ve peygamberi senin sulbünden gelse gerektir,” demiştir.

Abdullah’ın güzelliği Mısıra kadar şöhret bulmuştu. Alnındaki nurdan dolayı iki yüze yakın kız, onunla evlenmek arzusu ile Mekke’ye gelmişti. Abdülmuttalib ise onu her yönüyle ona denk olan bir kız ile evlendirmek istiyordu. Bunun için Beni Zühre kabilesinin büyüğü Vehb bin Abd-i Menaf’ın kızı Amine’yi oğlu Abdullah’a istedi. Vehb’in kızı Amine, hem güzellik, hem ahlak hem de nesep itibariyle Kureyş kızlarının en üstünü idi. Ayrıca soy bakımından Abdullah ile birkaç batın yukarda birleşmekte idi. Abdülmuttalib, Vehb-in kızını oğlu Abdullah’a isteyince Vehb şöyle dedi: “Ey Amca oğlu, biz bu teklifi sizden önce aldık. Amine’nin Annesi bir rüya gördü. Anlattığına göre evimize bir nur girmiş aydınlığı yeri ve gökleri tutmuş. Bende bu gece rüyamda dedemiz İbrahim’i (a.s) gördüm. Bana Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’la kızın Amine’nin nikahlarını ben kıydım. Sende onu kabul et dedi. Bugün sabahtan beri bu rüyanın tesiri altındayım. Acaba ne zaman gelecekler, diye merak ediyordum.” Bu sözleri duyan Abdülmuttalib sevincinden “Allahü Ekber! Allahü Ekber!” diyerek tekbir getirdi. Nihayet oğlu Abdullah’ı Vehb’in kızı Amine ile evlendirdi.

Hz. Amine hamile iken kocası Abdullah ticaret için şama gitmişti. Dönüşünde hastalanıp Medine’ye geldiği sırada dayılarının yanında 25 yaşında iken vefat etti. Bu haber Mekke de duyulunca çok büyük bir üzüntüye sebep oldu. Eshab-ı Kiram’dan Abdullah ibn-i Abbas (r.a) şöyle bildirmiştir. Peygamberimiz’in (s.a.v) babası Abdullah, oğlu doğmadan önce vefat edince melekler “Ey Rabbimiz, Resülün yetim kaldı” dediler. “Allah Teala; Onun koruyucusu ve yardımcısı benim,” buyurdu.

Hz. Muhammed (s.a.v) Hicretten 53 sene evvel Rebi’ul-evvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi sabah karşı Mekke’nin Haşimoğulları mahellesinde, Safa Tepesi yakının da bir evde doğdu. Bu gün, Miladi 571 yılına ve nisan ayının yirmisine rastlamaktadır. O gün henüz güneş doğmadan alem nur ile doldu. Kainatın serveri, Mahbubu Rabbilalemin Muhammed (s.a.v) doğmuştu.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) doğduğu geceye “Mevlid gecesi” denir. Mevlid doğum zamanı demektir. Bu gece kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Bu gecede O, doğduğu için sevinenler affolunur. Bu gece Peygamberimiz’in (s.a.v) doğduğu sırada görülen halleri, mucizeleri okumak, dinlemek ,öğrenmek sevaptır. Peygamberim (s.a.v) kendi de anlatırdı. Eshab-ı Kiramda bu gece bir yere toplanırlar, okurlar ve anlatırlardı.

Muhammed (s.a.v) doğduğu sırada Hz. Amine’nin yanında Abdürrahman bin Avf’ın annesi Şifa hatun, Osman b. Ebul As’ın annesi Fatıma hatun ve Peygamberimiz’in halası safiye hatun vardı. Bunlar da gördükleri nuru ve diğer hadiseleri haber verdiler. Safiye hatun şöyle anlatmıştır:
“Muhammed (s.a.v) doğduğu sırada her tarafı bir nur kapladı. Doğar doğmaz secde etti. Mübarek başını kaldırıp açık bir dil ile. “La İlahe İllallah, İnni Resülullah” dedi. Onu yıkamak istediğimde biz onu yıkanmış olarak gönderdik denildi. O sünnet olmuş ve göbeği kesilmiş olarak doğdu. Onu kundağa sarmak istediğimde sırtında bir mühür gördüm, mührün üzerinde:
“La İlahe İllallah Muhammedür Resülullah” yazılı idi. Doğar doğmaz secde ettiği sırada hafif sesle bir şeyler söylüyordu, kulağımı mübarek ağzına yaklaştırdım. “Ümmeti, Ümmeti” (Ümmetim, Ümmetim) diyordu.

Abdülmuttalib böylesine büyük bir mutluluğu kutlamak için doğumun yedinci gününde Mekke halkına üç gün ziyafet verdi. Ayrıca şehrin her mahallesinde develer keserek insan ve hayvanların istifade etmesi için bıraktı. Ziyafet sırasında çocuğa hangi ismi koydun diyenlere;
“Muhammed” ismini verdim dedi. Neden atalarından birinin ismini vermedin diyenlere: “Allah’ın ve insanların onu methetmelerini, övmelerini istediğim için cevabını verdi.” Annesi de O’na Ahmed” ismini koydu.

Muhammed (s.a.v) dünyaya geldiği gece bir yıldız doğdu. Bunu gören Yahudi alimleri Muhammed’in (s.a.v) doğduğunu anlamışlardır. Eshab-ı Kiramdan Hassan bin Sabit (r.a) anlatır. Ben 8 yaşında idim. Bir sabah vakti yahudinin biri hey Yahudiler, diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudiler ne var, ne yırtınıyorsun diyerek yanına toplanınca şöyle bağırıyordu: “Haberiniz olsun Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu! Ahmed bu gece dünyaya geldi” dedi.
[1] Şuara; 219

Rüyada ibadet etmek

İBADET: Rüyada ibadet etmek, son derece hayırlı şekillerde yorumlanmıştır. Rüyada nerede ve nasıl şekilde ibadet ettiğiniz rüya yorumu açısından son derece önemlidir. Aşağıda rüyada ibadet etmekle ilgili görülmüş ve yorumlanmış rüya tabirlerini bulacaksınız.

Rüyada ibadet eden birini görmek ne demek?
Rüyada ibadet eden birini görmek hayra yorulur. Kişi tanıdığı veya tanımadığı da olsa, rüyada ibadet etmek veya rüyada ibadet edenleri görmek her zaman güzel yorumlanır. Rüyayı gören sıkıntıdaysa sıkıntılardan kurtulur.

Rüyada ibadet yeri görmek ne anlama gelir?
Rüyada ibadethane görme veya ibadet edilen bir yer görmek genel hatlarıyla iyiye yorumlanır. Rüyada cami, cem evi, kilise, ibadethane gibi mekanları görmek hayırlıdır. Yazımızın devamında rüyada cami görmek ve rüyada kilise görmek kısımları detaylıca verilmişti.

Rüyada ibadet edenleri görmek nasıl tabir edilir?
Rüyada ibadet edenleri görmek; Yapılan işlerde başarı elde edileceğine, isteklerin gerçekleşmesine, itikadın sağlam olmasına işaret etmektedir.. Rüyada toplu halde ibadet edenleri gören, kısa zamanda borçlarından kurtulacak bir işe ve hayra erişeceğine işaret eder. Rüyada toplu halde yani cemaat halinde ibadet eden insanları görmek son derece hayırlı bir rüyadır.

Rüyada camide ibadet etmek ne anlam taşır?
Rüyı görenni camide namaz kılması, veya camide ibadet ettiğini görmesi, yada Allahu Tealayı zikrettiğini görmesi, hayır ve güzellik ile tabir edilir.

Rüyada camide ibadet etmek; korunaklı olmaya, zengin bir tanıdığa, maddi ve manevi  sıkıntılardan kurtulmaya, tatlı dilli ve iyi huylu birisiyle izdivaca, beklediği bir haberin hayırlı bir şekilde gerçekleşmesine, toplum içindeki değerinin artacağına yorumlanır. Rüyada camide ibadet etmek son derece güzel bir rüyadır.

Rüyada Cem evinde ibadet etmek veya Cem evi görmek ne demek?
Rüyada Cem evinde ibadet etmek tehlikelerden korunmaya yorumlanır. Rüyada Cem evi görmek, beladan sakınmaya işaret etmektedir. Rüyasında cem evinde bulunduğunu gören kimseni ve ailesinin mal ve can güvenliği koruma altındadır.
Rüyada ibadet eden kadın görmek nasıl tabir edilir?

Büyük rüya tabircisi Cafer-i Sadık Rüyada ibadet eden kadın görmek ile ilgili şunları söylemiştir;. Allah’a yakın olmak, doğru yol üzerinde bulunmak ve bu çerçevede ibadet eden bir kadını görmek, Saliha bir zevceye iyi bir eşe sevgiliye delalet eder. Rüyada ibadet eden kadın görmek, bazen bir kadının duasını almaya tanıdıksa, aileden birinin duasını alacağına tanımadıksa bekar ise kişi sevdiği olacağına ve onun duasını alacağına delalet eder. Rüyada ibadet eden kadın görmek güzel bir rüyadır.

Rüyada ibadet ettiğini görmek nasıl yorumlanır
Ünlü rüya tabircisi Câferi Sâdık Radıyallâhü and rüyada ibadet etmekle ilgili buyurmuştur ki: Rüyada İbadet ettiğini görmek, beş şekilde tabir olunur.
–          Allah’a yanıp tutuşurcasına yönelmek,
–          Allah’a yakınlaşmak,
–           Zalim ve kötü yöneticilere nasihat etmek,
–           Müjdeli bir haber almak
–          Düşmana karşı zafer kazanmak
Rüyada kilisede ibadet etmek ne anlama gelmektedir?
Rüyanızda Kilise ya da benzeri bir manastır, havra, mabet gibi yerlerigörmek, içine girmek, dünyevi hayatınızda size yalan söyleyen birisiyle tabir edilir. Rüyada kilisede ibadet etmek;  yalancı riyakar kişilere yorumlanır. Rüyada kilisede oturduğunu görmek; ya da diğer İslamiyet dışındaki dini merkezlerde bulunmak, dindar bir kimse ise, hayırlıdır; değilse, şerdir. Rüyada kilisede Hristiyanlığa karşı gelmek, İslamiyet’in güzelliklerini anlatmak ise son derece hayırlıdır.

Nefis Terbiyesine dair Büyüklerden Nasihatler

Şeyh Ahmed-i Haznevi (k.s.) buyurdu ki; “
“Hazreti ziyarete gitmiştim. Hazret ata binmiş gidiyordu. Beni görünce atının başını kıstı ve yüzünü bana çevirdi. Beni yanına çağırarak şöyle buyurdu: “Molla Ahmed, insanın şu kadar, zerre-i miskal kadar Nefsi olsa o Allah’tan uzaktır.” ve hayvanını sürerek yoluna devam etti.
İnsanın evini yıkan en büyük düşmanı onun Nefsidir. Onun için insanın kendinden haberi olmalı, Nefsin tuzaklarına düşmemeye çalışmalıdır.[1]

Şah-ı Hazne (k.s) Gavs’ı Bilvanisi’ye (k.s) yazdığı mektuplarından birinde: “İnsan, Nefsini kafirden bile aşağı görmelidir.” İnsanın kendini her şeyden aşağı görmesi lazımdır. Çünkü hiç kimse son anda iman nasip olup olmayacağını bilemez.”[2]

Gavs Bilvanisi (k.s.) bir sohbetlerinde, insan aynen bir köprü gibi olmalı, buyurdu. Nasıl ki, herkes, iyi, kötü, zalim, fena bütün millet gelir köprüden geçer de, o hiç ses çıkarmadan daralmadan hepsinin geçmesine müsaade ederse, insan da işte bu köprü misali, herkesle iyi geçinmeli, muhatabı ister zalim, ister münafık, ister hırsız, isterse fasık olsun idare edip iyi geçinmelidir.[3]

 Bir seferinde kadiri şeyhlerinden Molla Abdurrahman’ın bir sofisi Seyda’yı ziyarete gelmişti. Seyda sofiye;
“Bize biraz Molla Abdurrahman Çoğreçi’nin sohbetinden söyle.” dedi. Sofi ise: “Vallahi kurban, hiç aklımda sohbeti yok” deyince, Seyda “Hiç bir şey de mi aklına gelmiyor mu?” diye sordu. Sofi biraz düşündü. Evet sohbeti hatırladım. Şeyhim derdi ki, “Gübre olunmadıkça su üstünde kalınmaz.” Bu söz Seyda’nın çok hoşuna gitti, çok keyfi geldi. “Vallahi çok doğru bir söz dedi. Bundan daha güzel bir şey olmaz. Sözü doğrudur. İnsan nefsini gübre etmedikçe su üstünde kalamaz. Nefis olduğu müddetçe insan bir şey olamaz.”[4]

Şah-ı Hazne (k.s.) buyuruyor. Norşine gitmiştim. On beş yirmi günden beri Hazretin evindeydim. Malum, yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı. Bir gün Hazret-i ziyarete Muş tarafından bir ağa gelmişti. Hazreti ve Mollalarını da yemeğe davet ediyordu. Hazret daveti kabul etti ve icabet edeceğini bildirdi. Benimde keyfim geldi diyor. Şah-ı Hazne, düşündüm, nasıl olsa bende ziyafete giderim, güzel yemekler yerim, diye Nefsim çok zevklendi.

Hemen çarıklarımı, ıslansın da rahat giyeyim diye suya bıraktım. Nihayet Hazret gitmek için, hazırlığını yaptı, bende diğer mollalarla beraber hazırlandım. Hazret çıktı, yüzünü bana döndürüp: “Haydi gidiyoruz bütün Mollalar benimle gelsin, yalnız Molla Ahmed kalsın, o gelmeyecek.” buyurdu. O zaman ben ayrıldım. Hazretin niçin öyle dediğini anladım ve Nefsime dönüp dedim ki: “Bütün suç senindir, sen güzel yemekler yerim, diye iştahlandın, güzel yemeklere tamah ettin. İşte bunun için Hazret seni götürmedi.”[5]

İbrahim et-Teymi (k.s) diyor:
“Önce kendimi cennet’te ve cennetin her türlü zevk’ü sefasında imiş gibi kendimi kabul ederim. Sonrada cehennem de ve cehennemin her türlü azapları içinde kıvranır sanırım. Sonrada Nefsime, ne istiyorsun? diye sorarım. Nefsim de Aman keşke bir geri dönüp Salih ameller işleyip de şu Cennete gireydim diye cevap verir. Bende korkma, henüz fırsat ve imkanları kaybetmiş değilsin. Çalış kendini Cehennemden kurtar ve cennetin nimetlerine ulaş.”[6] derim.

[1] Sohbetler s. 17-18.
[2] Sohbetler s. 64.
[3] Sohbetler s. 56.
[4] Sohbetler s; 19
[5] Sohbetler s; 18
[6] İhya c; 4 s, 729

Nefis ve Terbiyesi Üzerine Sözler

Şerefeddin Yahya Muniri: “Nefsin yaratılması insanların yaşaması, üremesi ve dünya için çalışmaları içindir. Allah Teala nefsi böyle nice faydalar için yarattı fakat bütün insanlara merhamet ederek, acıyarak nefse uymağı frenlemeleri, ona hakim olup zararlarını önlemek için insanlarda akıl da yarattı.” demiştir.

Ulu Allah (c.c.) canlıları üç türlü yaratmıştır. Melekleri akıllı ve fakat azgın ve isteksiz yaratmıştır. Hayvanları azgın isteklerle donatmış fakat onların yapısına akıl katmamıştır. İnsan oğlunu ise akıl ve arzuları bir arada yapısına katarak yaratmıştır. Buna göre aklını azgın arzularının kontrolüne veren kimse hayvanlardan aşağıdır.

“Onlar başka değil, hayvanlar gibidirler, belki onlar yolca daha sapıklardır.”[1] Bunun tersine azgın arzularını aklının kontrolü altında tutan kimse de meleklerden üstündür.[2]

Mücahid b. Cebir (k.s): “Nefsini aziz eden dinini yıkar. Nefsini zelil eden kimse dinini aziz eder.” demiştir

Ebu bekir Tamistani (k.s): “Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefis, Allah’u Teala ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür.” demiştir

Hadisi Kudsi de: “Nefsine düşman ol; çünkü o, bana düşmanlığa saplandı.” buyrulmuştur.

Başka bir hadisi kudside de, şöyle buyrulmaktadır:
“Kibriya/büyüklük/yücelik ridamdır. Azamet/ululuk izarımdır.[3] Bir kimse, bunlardan biri ile benimle nizaya (çekişme, kavga) tutuşmak isterse, onu ateşime atarım; haline hiç bakmam.”[4]

Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdular ki:
“Akıllılığın alameti, nefse galip ve hakim olmak ve öldükten sonra lazım olanları hazırlamaktır. Ahmaklığın alameti ise, nefse uyup Allah’tan af  ve merhamet beklemektir.”

İmam Rabbani (k.s): “Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçman daha sevaptır.” demiştir.

Allah’ım, bizi göz açıp kapayıncaya kadar olsa da, Nefsimize bırakma; helak oluruz. Hatta daha az zaman dahi bırakma; zay oluruz.
İnsanın başına gelen her bela, ancak Nefsine duyduğu alakadandır. Nefsin elinden halas mümkün olunca, Hakkın gayrı şeylerden de halas hasıl olur.[5]

  Tasavvufçuların nefsin mertebeleri, makamları ve halleri üzerinde uzun sözleri vardır. Hatta bütün tasavvufçular, “Nefsini tanıyan Rabbini de tanımış olur.” düsturuyla onun üzerinde dolaşır.[6]

Nefsin kurtuluşu, salih amellerledir. Akıl, bu kazancı sağlamakta nefsin yardımına muhtaçtır. Tüccar, malındaki ticarette işçi ve ortağından yardım beklediği gibi, akılda Nefsini tezkiye hususunda Nefsinden işler bekler.

Nakşibendi tarikatının, Sadatın en büyük faydası, nefsi yok etmektir. Nakşibendi zikirleri, letaifler hep nefsi yok etmek içindir. Nefsini yok edip onu teslim alan kimse, ançak Allah’ı (c.c) tanıyabilir. Bu da Allah tarafından bir ilahi lütufla mümkündür.[7]

[1] Furkan / 44
[2] Kalblerin keşfi s. 29.
[3] Belden aşağı bağlana izar,ihram gibi omuza atılanada rida denir.Eskiden takım elbise izar ve ridadan ibaretti.
[4] Mektubati rabbani c.1 s. 170.
[5] Mektubati Rabbani c.1  s.338.
[6] H.D.K.D. C.9 S. 205.
[7] Sohbetler s. 108.

Nefis ve Afetleri

Nefsin bir çok mana ve sıfatları vardır. Nefis, insanın zatı anlamına gelir. Ayrıca ruh, hayat, can gibi manaları da vardır.
Ayrıca, Emir aleminde olup yeri iki kaşın arası ve diğer latifelerle birlikte üzerinde zikir çekilen manevi sıfata da nefis denmiştir. İnsandaki bu nefis, varlık olarak bir tane olmakla birlikte sıfatları itibariyle bir çok ismi vardır. Nefsin bu sıfatları ve isimleri şunlardır.

Nefsi Emmare: Devamlı kötü işleri emreden nefis demektir. Bu Nefsin sıfatı, hep kötü işleri istemektir. Kötü işleri güzel görür, kalbi devamlı o tarafa çeker. Ahiret derdi, ölüm düşüncesi, hesap korkusu, azap kaygısı yoktur. Sadece keyfini, şehvetini, rahatını düşünür. Buna ulaşmak için helal haram diye bir sınır tanımaz, her yolu kullanmak ister.  Kur’an-ı Hakim’de:

“Hiç şüphesiz nefis devamlı kötülüğü emreder. Rabbimin acıyıp korudukları müstesna.”[1] Ayeti, bu sıfattaki Nefsi tanıtmaktadır.

Kafirlerin, münafıkların ve devamlı günaha dalan kimselerin Nefsi bu sıfattadır. Bunun tedavisi, samimi tövbe ve terbiyedir.

 Nefsi Levvame: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefis demektir. Tövbe ve terbiye ile bir derece uyanan nefis, bu merhalede kendi işledikleri kötülükleri önce zevk alıp yapsa da peşinden pişman olur, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. Eğer nefis, ilahi rahmet ve manevi bir feyiz ile desteklenirse bu halden kurtulur. Kur’an-ı Hakim de:

“Kıyamet gününe ve devamlı kendini kınayan nefise yemin ederim ki.”[2] Ayeti, bu sıfattaki nefise işaret etmektedir.

“Nefsi Mülhime: İlham, feyiz ve keşfe ulaşan ve hayırda kalbe yoldaş olan nefis demektir.

Nefis tövbe ile günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulup itaate yönelirse, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Artık haramdan kaçar, hayırlara koşar. İbadet ve zikirden lezzet alır. Kalbinde ilahi aşk ateşi parlamaya başlar. Bu nur ile iyi ve kötüyü seçer. Ancak şeytan kalbine girmeye yol arar, peşini bırakmaz. Günah ile kandıramazsa, ibadetleri içinde kandırmaya çalışır. Kendini beğendirir, insanları küçük ve değersiz gösterir. İçine azaptan emniyet hissi verir. Haktan koparmaya uğraşır.

Bu mertebedeki hak yolcusuna kamil bir mürşit nezaret ve yardım ederse, tehlikelerden kurtulur. Yoksa, gizli yollarla tehlikeli hallere düşme ihtimali mevcuttur.

Nefsi Mutmainne: Huzur bulmuş, sakin olmuş, rahatlamış, ızdırab-ı dinmiş, şek ve şüphesi gitmiş Allah’u Teala’yı anmakla huzura eren İslamiyetin emirlerini yapmak kendisine zor gelmeyen nefis demektir. Bu mertebe, Yüce Allah’a (c.c) dostluk yani velayet mertebesidir. Her işte yüce Allah’ın rızasını hedefe alır. O’na teslim olur. İtaati süreklidir. Kur’an-ı Hakimde:

“Ey mutmain olmuş (Allah ile huzur ve sükuna ulaşmış) nefis! Sen ondan razı, oda senden razı olarak Rabbine dön. Gir Salih kullarımın arasına; Gir cennetime.”[3] Ayetiyle anlatılan nefis, Allah’u Teala’nın aşkı ve zikri ile mutmain olmuş nefistir. Yine bu Ayette aşağıdaki üç makama işaret edilmektedir.

Nefsi Radiye: Allah’tan (c.c) razi olan, ondan gayri her şeyi gözünden silip atan ve sadece rabbine nazar eden nefis demektir. Bu sıfata ulaşan nefis, kendi iradesini Yüce Allah’ın iradesine teslim eder. O’nun için sever, O’nun için kızar, O’nun için yaşar acı tatlı her şeyde ilahi rızayı arar, edebi korur. Herkese rahmet olur, kimseye sıkıntı vermez. Bütün insanlara şefkat gözüyle bakar.

Nefsi Merdıyye: Yüce Allah’ın (c.c) kendisinden razı olduğu nefistir. Bu nefis sahibi öyle terbiye olmuştur ki, ne yapsa Allah rızasına uygun olur. Günahları unutur. İlahi aşk denizinde yüzer. Ona keşif ve keramet olarak ne verilse, o Allah rızasından başka bir şeye iltifat etmez. Bu makam büyük velilerin, ariflerin, kamil insanların makamıdır.

Nefsi Kamile: Kamil, olgun, tertemiz, safi nefis demektir. Bu makamdaki nefis sahipleri Allah’u Tealanın en seçkin, en has kullarıdır. Onlar Allah’ın yer yüzündeki delili ve gerçek Peygamber varisidirler. Halkı irşad ile görevlidirler. Bütün güzel ahlakları bünyelerinde toplamışlardır. Gavs, kutup diye anılan zatlar bu makamdadır.

Onlar yüce hakkı sever; halk da onları sever. Onlar Allah’tan (c.c) korkar; halk da onlardan korkar. Onlar Yüce Allah’a hizmet eder; bütün alem de onlara hizmet eder. Onlar Yüce Allah’tan razıdır; kafir ve gafiller hariç, cümle alem de onlardan razıdır.

İşte tasavvuf terbiyesinin hedefi, bu kamil insanla buluşup kamil insan olmaktır. Bu yola giren ve kamil insanı kendisine rehber eden herkes, derece derece Nefsini terbiye edip Yüce Allah’a yakın olur. Ebedi saadeti bulur. Bunun için ne yapılsa, ne kadar emek verilse azdır.

[1] Yusuf  12/53.
[2] Kıyame  75/1-2.
[3] Fecr  89/27-30.

Tefekkür ve İbret

Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Hakimde şöyle buyurmaktadır:
“Göklerde ve yerde (vahdet, kudret, azamet ve rahmetimizi gösteren) nice deliller vardır. Onlar her gün bunlarla yüz yüze gelirler, ancak (düşünüp bir şey anlamaz ve) yüz çevirip giderler.”[1] ayeti, kalbi olup gerçeği fark etmeyen, aklı olup düşünmeyen, gözü olup görmeyen kimseleri kınamaktadır.

Çünkü bu insanlar, yeryüzünde hedefsiz ve edepsiz olarak başı boş dolaştıklarından bu muazzam kainat kitabını hiç okuyamadan ölüp gitmişlerdir.

Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Hakim’in pek çok yerinde:

“Yer yüzünde gezin, dolaşın, görün, düşünün ve ibret alın. Sizden önceki günahkar ve zalimlerin halini hatırlayın, onlarla aynı hali ve akıbeti paylaşmayın.”[2] manasında emirler vermektedir:

Demek ki yolculuktan asıl maksat, ibret almaktır. Gezmekten gaye gönül gözünü açmaktır. Görmek, düşünmek için ilk basamaktır. Düşünmek, boş hayaller kurmak değil, kalp ayağı ile hikmet aleminde dolaşmak, kainatı sevk ve idare eden gizli kudretin farkına varmaktır. Yola çıkandan ilk beklenen şey; dünyada zaten bir yolcu olduğunu; her adımda biraz daha büyük buluşmaya yaklaştığını; esasen Allah’tan gelip yine ona gittiğini anlamasıdır.

 İmam Şafii Hazretler (rah) devamlı asa ile dolaşırdı. Esasen ona pek ihtiyacı da yoktu. Niçin böyle yaptığı sorulunca: “Dünyada bir yolcu olduğumu unutmayayım diye böyle yapıyorum.” cevabını vermiştir.

Yola çıkmak, geçici bir zaman eş ve dosttan ayrılmaktır. Bu ayrılığın bir de devamlı olanı vardır. Müminin, bu vesileyle onu da nefsine hatırlatması güzel olur. Öyle ya, şu anda son model bir arabayla yola çıkılıyor ancak, bu yolculuk yakında ilk model bir tabut içinde olacaktır. Buradaki yolculuk için bagaj azık dolu, fakat tabuta ne konacak? Yüce Rabbimiz, yola çıkarken azık hazırlayın, en hayırlı azık da takvadır[3] buyuruyor.
[1] Yusuf / 105.
[2] En’am / 11.
[3] Bakara / 197.

Kardeşlere Sevgi ve Hizmet

Sofi, toprak gibidir; herkesi üzerinde taşır. Sofi, güneş gibidir; ışığı herkese ulaşır. Sofi, yumuşak huyludur, herkesle anlaşır. Sofi, temiz kalplidir; hemen barışır. Sofi, sabırlıdır; o kadar ki bazen sabırla yarışır. Sofi, sevmesini bilir, sevilmeyi başarır. Sofi, hizmeti seçer, yük çekmekten hoşlanır. Sofi, Hakk’a aşıktır; aşığa edep yakışır.

Hak yolu, kardeşini kusuruyla birlikte sevme yoludur. Onun içindir ki: Gavsi-Sani bir sohbetinde şöyle buyurmuştur: “Sofilere söyleyin, sofileri kusurlarıyla birlikte sevsin ve onları noksanlarıyla kabul etsinler.”

  Bu yol, vermeyene verme yoludur. Bu yol, gelmeyene gitme yoludur. Bu yol, canla başla hizmet edip, sonunda kusuruna istiğfar etme yoludur.

Kendisini başkalarından kıymetli görenin ve bunun için herkesten hizmet bekleyenin, Allah (c.c) katında gübre kadar değeri yoktur. Cenab-ı Hakk’ın katında da insanların yanında da kıymetli olmak isteyen kimse, hizmete talip olmalıdır. Akıllı ve aşık olan hizmete koşar. Alemlere rahmet olan Efendimiz (s.a.v) hizmet ehlini şöyle övüyor.

“Bir topluluk içinde en büyük sevabı onlara hizmet eden alır.”[1] 

“İnsanların en hayırlısı, diğer insanlara faydalı olandır.”[2]

“Sadakaların en faziletlisi, Allah yolunda hizmet etmek ve hizmetçi vermektir.” [3]

Ashab-ı Kiram (r.anhüm) hizmetin şerefini bildikleri için, topluca bir yolculuk yaptıklarında, içlerinde en faziletli olanlar. Hizmet işinin kendilerine kalmasını şart koşardı. Eğer onu elde edemez ise, müezzinliğin kendisine kalmasını isterdi.

Kardeşlere yapılan hizmet, nafile ibadetten daha üstündür. Hz. Enes (r.a) anlatıyor. Rasülullah (s.a.v) ile bir yolculuktaydık. Bazılarımız oruçlu, bir kısmımız da oruçsuzdu. Sıcağın oldukça şiddetli olduğu bir günde konaklamak için bir yere indik. Bazılarımız eliyle güneşten korunmaya çalışıyordu. En fazla gölgeye sahip olanlar, kendilerini gölgeleyecek fazla elbiseye sahip bulunanlardı. Oruçlular takatten düşüp kenara çekildiler., bir şey yapamadılar. Oruç tutmayanlar ise, kalkıp çadırları kurdular, hayvanlara yiyecek verdiler ve suladılar. Bunu gören Resülullah (s.a.v):

“Bugün, oruç tutmayanlar bütün sevabı alıp götürdüler.”[4] buyurdu.

 Resülullah (s.a.v) Efendimiz, önce kardeşlere hizmeti teşvik ediyor ve sevabını şöyle müjdeliyor: “Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek için yürümem bana, şu mescidde (Mescidi Nebi’de) oturup bir ay i’tikafa girmekten daha sevimlidir.”[5]

Hizmetin en büyük kerameti, insanı Allah Teala’nın sevgi ve yardımına mazhar etmesidir. Alemlere rahmet olan Efendimiz (s.a.v) bu müjdeyi de şöyle açıklıyor.

“Bir kul, din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.”[6]

Hak yolcusunun en güzel sermayesi edep ve hizmettir. Gücü yettiği halde kardeşlerine hizmetten ve ikramdan geri duran bir kimse ilahi rahmetten kaçıyor demektir. Eğer. “Yaptıklarım bana yeter, benim hizmetim ve ibadetim tamdır, yenisine gerek yoktur.” diye düşünüyorsa, hepten yanılıyor ve kaybediyor.

Hizmeti zahmet gören ve gaflet içindeki haline de rahmete kavuşmuş gibi sevinen gafil nefsimize şu olayı hatırlatalım:
Bedir harbinde Ashab-ı Kiram’ın yeterli bineği yoktu. Üç kişi bir deveye nöbetleşe binerek gidiyorlardı. Alemlere rahmet kılınan Resülullah (s.a.v) Efendimizin de özel bineği olmadığı için, bir deveye Hz. Ali ve Hz. Ebu Lübabe ile nöbetleşe biniyordu. Efendimiz (s.a.v) bir müddet bindi; sıra diğerlerine geldi. Onlar. Siz bininiz Ya Resülallah, biz yürüyelim.” dediler. Efendimiz (s.a.v):
“Ben Allah’ın vereceği sevaba sizden daha az muhtaç değilim; siz de yürümek için benden daha kuvvetli değilsiniz. Herkes sırasıyla binecek ve yürüyecek.”[7] buyurdu.

Sadat-ı Kiram, yol arkadaşlarını hoş tutma ve rahatlama konusunda son derece hassas idiler. Zamanımızda irşad kutbu ve edep merkezi olan Ehl-i Beytin kıymetli büyükleri, her devirde olduğu gibi, edep ve sünneti en iyi koruyan kimselerdir. Bu büyüklerin edep ve sevgi ocağında yetişmiş Halife Seyyid Saki hazretleri anlatıyor:

“Bir defasında Gavsımız Seyyid Abdülbaki (k.s) ile Adana’ya bir yolculuk yapıyorduk Kendilerini doktora götürüyorduk. Yolda istirahat buyurdular. Kendisine yiyecek ve içecek bir şeyler ikram ettik. Bizlere, siz de yiyin diye işaret etti. Biz onun huzurunda rahatça yemek içmekten çekindik. Bizlere bir sohbet açtı, buyurdu ki: Bizler bir gün Gavs-ı Kasravi (Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni k.s.) ile bir yolculuk yapıyorduk Kendisine bir ara yiyecek ikram edip kenara çekildik.

Bize: “Sizler de yiyin buyurdu.” Biz adapsızlık olur diye yemekten çekindik, o zaman bizlere şöyle buyurdu. “Eğer böyle yapacaksanız benimle gelmeyin. Seferde hepimiz aynıyız. Şimdi sizler de yiyin için ki beni rahatlatın. Ancak bu tür edeplere halkın içinde iken dikkat edin. Çünkü halk sizleri örnek alır.” Sadat-ı Kiram, geçimi kolay, dostluğu hoş, sohbetleri tatlı büyüklerdir..

Kardeşler! Bize düşen, bu incelikleri önümüzdeki büyüklerden öğrenmek ve onların süsleri ile süslenmektir. Herkes, mümin kardeşlerini memnun etmenin bir yolunu bulmalıdır. Aklı, sevgisi, ilmi, güzel nasihati, parası, gücü, gülü, gülücüğü ve daha nesi varsa kardeşlerine ikram etmelidir. Buna özellikle Mekke veya Tekkeye giderken dikkat etmelidir.

Alemlere rahmet olan Efendimiz (s.a.v):
“Veren el, alan elden üstündür.”[8] buyurdu. Eğer bizde Allah (c.c) katında kıymetli, halkın gözünde sevimli olmak istiyorsak, kardeşlerimize hizmet verelim, hürmet gösterelim, dua edelim. Bunların hiç birisini yapamaz isek, kimseye sıkıntı vermeyelim. Cömert olmayan ve hizmetten kaçan bir kimse, bu halinden kurtulmadıkça tam manasıyla bir sofi olamaz.

[1] Said b. Mansur; Sünen, no: 2406.
[2] Ebu Davud; Tirmizi.
[3] Hakim; Müstedrek.
[4] Buhari.
[5] Taberani.
[6] Ebu Davud; Tirmizi.
[7] Hakim.
[8] Buhari.

Uyku nedir

Tüm insanlar uyur. Peki; uyku nedir? neden uyuruz? tüm insanlar uyur mu? uyumak bir ihtiyaç mıdır? uykunun bilimsel tanımı nedir? kısaca uyku nedir sorusunun cevabını bu yazımızda verdik

Uykunun sebebi veya işlevi tam olarak çözümlenememiştir ancak Chicago Üniversitesi’nde uyku alanında araştırma yapan A. Rechtschaffen uykuya ilişkin bir işlev tespit edemediğini söylemiştir. Bilim adamı Rechtschaffen,  kasta meydana gelen yorgunluğun azalması hasebiyle vücut dinlenmek için ekstradan birde uyku ihtiyacı duymayacağını iddia eder.

Bu söylemine done olarak vücudumuzda hücrelerin kendilerini tamir ederek yenilemesini göstermiştir. Farklı araştırmacıların tespitlerine ve görüşlerine göre, vücudun; uyur halde iken işlem yapmaması faaliyetten ırak olması söz konusu değildir.  EEG kayıtları uyuyan bir insanın vücut iç dinamiklerinin aktif olduğunu göstermektedir. . .

Uykunun amacı rüya görebilmenin nedeni olmaktan ziyade bir ortamı olarak karşımıza çıkmaktadır. (DR. EVANS) . Yani rüya görmek isteyen bir insanın uyku moduna ya da ortamına girmesi gerekmektedir. Dr Evans bu çalışmalarını İngiltere ulusal bilgisayar bilimleri akademisi psikoloji alanında devam ettirmekte olup uyku alanında birçok araştırmaları bulunmaktadır. Fizik dengenin oluşması yani insanın aerodinamiği açısından rüya görmek çok önemlidir.

Bir başka bilim adamı profesör Dr.Fred. Rofers uyuyan bir insanın güncel yaşamdan tamamıyla ayrılmadığını söyleyerek kalp ritimlerinin yavaşlamasıyla farklı bir yaşam moduna girdiğine inanmaktadır. Peki, akla şu soru gelmez mi? Acaba uyku alışkanlık mıdır? Dış dünyamıza baktığımızda gece ve gündüz ayın yer çekimine etkisi med – cezir güneşin doğudan doğup batıdan batması mevsimler vs. bir ahenk hassas ölçüler ve ritim bize neyi anlatıyor?

Normal şartlarda 24 saatlik bir saykılda vücutta zamana bağımlı değişimlerin söz konusu olacağını söyleyen Dr. Franz Halberg bu değişimleri “circation” olarak tanımlamıştır ayrıca vücudumuzdaki dengeyi sağlar ve ritimseldir. Bünyemizdeki ritmik hareketlerde oğlan dışılık uyku açığa çıkarır. Uykunun ilk aşamasında göz hareketleri yavaştır bu ana NREM denir. . Vücut rahatlayıp sakin bir uyku çeker dinlenir. Nefes alıp verme düzgün ve yavaştır. EEG cihazında görülen değerler stabildir. Horlama görülebilir.

Uykunun diğer aşamasında göz hareketleri hızlıdır aktif uyku haline geçilmiştir bu ana REM denir. Genel olarak vücut hareket etmezken yüz kısmında ve parmak uçlarında belli belirsiz kıpırdanmalar vardır. Horlama biter. Nefes  alıp verme de kararsızlık yani yavaş hızlı aritmik farklılıklar oluşur. Bazı bilim adamları REM uyku halini sara nöbetine benzetir ve bu durumun uyku olmayacağını söylerler.

Gece yatağımıza yatarız uyuduğumuzda yaklaşık 1,5 – 2 saati kadar REM evresindeyizdir. NRAM ve REM evreleri yaklaşık 70 – 110 dk. arasında değişiklik arz eder. Bilimsel otoriteler tarafından ortalama 90 dk. olarak kabul görür. Depresyon hastaları uykunun REM evresine girmediklerinde rahattırlar. Rüya görme olayı çoğunlukla REM evresinde meydana gelir. Birçok insan kaliteli bir uyku uyumak için yatıştırıcı ilaç vb. kullansa da REM evresinden kurtulamaz.

Kullanılan bu ilaçların gayesi de REM evresini geçiştirmektir. Uzmanların şu tavsiyesini akılda bulundurmak ve uygulamakta fayda vardır. Gece yatmadan önce ılık bir duş aldıktan sonra gerinleşme ve hafif esnemeler yaparak gün boyunca kasılan vücudu gevşetip yatmak size kaliteli bir uyku sağlayacaktır.