Tarikatın Manası Ve Lüzumu Beyanındadır

Tarikat: lügaten “Tarik” gibi “Yol” demektir. Istılah-ı süfiyede, Cenab-ı Hakk’a tekarrüb maksadıyla sülük olunacak ibadet yoludur.
“Allah’a ulaşan yollar mahlükatın nefesleri adedincedir.”

Lüzum ve vücubu ise Ayet-i Kerime ve Ehadis-i şerife ile sabit ve müberhendir.
Allah’ü Teala: “(Ey ümmetler) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik.”[1]
Minhac’ın manası, lügatte “Münevver bir yol”dur.
Binaenaleyh Fahreddin’i Razi Hazretlerinin Tefsir’inden ve tefasir-i saireden anlaşılacağı vecih üzere Ayet-i Kerime’nin manası:
“Ey kullarım! Sizin her birinize iki şeyi vacip ettim. Evvela Şeriat, saniyen Tarikat.” demektir.

Yine Allah (c.c): “Ya Muhammed! Söyle, eğer Muhabbetullahi Teala’yı arzu ederseniz bana tabi olunuz. Benim sülük ettiğim şeriat ve terikat yollarını takip ediniz.”[2] buyuruyor.

Ehadis-i şerife’ye gelince:

Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki: “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir.” “Onlar kimlerdir Ya Resülallah” denildi. “Benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.”[3]
Hadis-i Şerif’te Efendimiz Hazretleriyle Ashab-ı Kiram’ın sülük ettikleri şahrahı şeriat ve tarikatı iltizam etmeyenlerin azab-ı cahim ile muazeb olacakları sarahaten beyan buyrulmuştur.

Unutulmamalıdır ki: Hz Resülullah (s.a.v) zamanında ona gitmeyenler nasıl kurtulmadıysalar. Bu zamanda yaşayanların da Hz. Resülullah’ın (s.a.v) gerçek varisleri olan Allah dostlarına gidilmeden tek başına kurtulmaları zordur.[4]
Cenabı Hakk (c.c) bizleri Hz. Resülullah ve Sahabe-i Kiramların yolundan gidenlerin yolundan ayırmasın… (Amin)
Bir gün bazı sofilere Fatiha suresini talim ettiriyordum, lisanları değişik olduğundan bu kişiler “sıratellezîne” derken doğru telaffuz edemiyordu. Bu yanlışlıkları düzeltmek için onlara ders vermeye başladım. Bizim bu dersimize bilvanis seyyidlerden bir tanesi itiraz edip dedi:
– Bunu bırakın, Sadatlardan söz edin. Çünkü bir laf eksiğe veya fazlalığa bakmazlar. Ben de: “Eğer yapılan ibadetler şeriata aykırı olursa, Allah (c.c) katında makbul değildir, dedim. Seyyid bana kızarak dedi:

Şah-ı Hazne’nin (k.s) huzurunda bir alim, Şahı Hazne’nin haline kalben itiraz etti. Bu durumun farkına varan Şahı Hazne o alime bir nazar etti. Alim yere düştü, sonra sarığı boğazına dolaştı. Seyyidin bu sohbetinden ben çok korktum. Çünkü mübarek Seyyiddir, kalbi incinmiştir. Ben de bu işte zarar etmeyeyim diye durumu Gavs’a (k.s) anlatmak için mübareğin yanına vardım. Gavs hazretleri akşam rabıtası yapıyordu. Rabıtayı bitirdikten sonra, dönüp bana dedi ki: “Allah’ın (c.c) yolu nasılsa insan öyle anlatmalıdır. İtiraz edip buna darılan, darılsın, hangi büyük kayayı isterse kafasını o taşa vursun,” dedi.

Gavs hazretleri en çok Akaid ve ilmihal bilgilerini öğrenmeye teşvik edip, derdi ki: “Akidesi (itikadı) zayıf olanın imanı da zayıftır. Zayıf olan iman her zaman tehlikededir. Dinin ayakta kalması ilimledir.” Şahı Hazne (k.s) diyor: “Dünyayı isteyen ilim okusun, Ahireti isteyen de ilim okusun.”

Bunun için ilim çok önemlidir. Bakınız Rabbi Teala buyuruyor: “Allah’tan gereği gibi ancak alimler korkar.” însan hayatı dünyeviyesinin her anını sünneti seniyye’ye göre ayarlamalıdır.
[1] Maide / 48.
[2] Al-i İmran / 31.
[3] Ebu Davud.
[4] Sözler ve notlar-2  S. 201-205 arası.

Tasavvuf, Allah Sevgisine Yegâne Vesiledir

Hakk Teala ve Tekaddes Hazretleri ezelden nasiptar ettiği kimsenin nasibini, yolun hakiki rehberine teslim eder ve kişiyi ona ulaştırır. Mürid güne gün o nasibi alır ve terakki eder. Mevla o nasibi koymasaydı mürşide, o nasip yoktu. Mürşid O’nun koyduğu nasibi vermiş oluyor.  Daha doğrusu o kanaldan almış oluyor. Çünkü veren yalnız Hazret-i Allah’tır.

Mesela çocuk annesini emiyor. Annesi “Sütü ben verdim” diyebilir mi? “Ben verdim” dese, peki ona sütü kim verdi? Evet hakikaten çocuğu annesi emzirdi ama süt ona ait değil. Sütü vereni kimse düşünmüyor. Her şeyde Hazret-i Allah’ın ikram ve ihsanı vardır.
Mürşid de böyledir, bir ana gibidir. Nasibdar olanlara Hazret-i Allah’ın ezelden yerleştirdiği nasiplerini verir. Kendisine ait hiçbir nesnesi yoktur.

Evet Mürşid de vazifelidir. Bir kaymakamın idaresi bir kazayı, bir valinin idaresi bir vilayeti, bir reisi cumhur’un idaresi de devleti içine alır. Maneviyat da böyledir. Hepsinin kendilerine göre vazifeleri ve salahiyetleri vardır. Hazret-i Allah nasıl tecelli ederse, nasıl murat ettiyse öyle olur.

Bu çalışma üç merhaledir. Mürid Fenafişşeyh’de varlığını, Fenafirresül’de yokluğunu, Fenafillah’da hiçliğini yok eder. Daha doğrusu hiç olduğunu gözü ile görmeye başlar. Hep ezeli nasip başka hiç bir şey değil.
Cenab-ı Hakk buyuruyor: “İşte bu yol Allah’ın hidayet yoludur. Allah kullarından dilediğini bu yola eriştirir.”[1]
“O kullarım ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte bunlar Allah’ın kendilerine hidayet ettiği kimselerdir ve bunlar öz akıl sahipleridir.”[2]
[1] En’am / 88.
[2] Zümer / 18.

İlim-İrfan Mektebi

Tasavvuf, esrar odasının ilahi sırlarına insanı mazhar eden bir yoldur.
Asıl mana süzülmektir. Tereyağının süzüldüğü gibi süzülmek, haddelerden geçmek. Bu hale gelebilmek için tasavvuf elzemdir. (gereklidir.)
Tasavvuf bir ilim-irfan mektebidir. Esrar odasının ilahi sırlarına mazhar olabilmek ve hakikati anlamak için kurulmuş bir mektep. Bu tahsil sayesinde bütün ilimlerin özüne inilir.

Bu ilim ve irfanı tahsil etmek için Mürşid-i Kamil-i bulmak şarttır ve elzemdir. Hakikat yolunun rehberini Hazret-i Allah yetiştirmiş. Onu mahviyetin en aşağı derecesine indirmiştir. Yalnız Allah ve Resülün’den bahseder, başka hiçbir şeyden bahsetmez. Hep O’nun varlığını, O’nun verdiğini ortaya koyar. Allah yolunu ona tarif eder.

Mürşid-i Kamil Hazret-i Allah’ın ona bahşettiği tasarruf ile yürütür. Oldukları yerde müritlerini tekamül ettirir. Az dersle çok yol aldırır. İstidatları nisbetinde geldikleri makamlara tekrar çıkarır. Yani misal aleminden gelmişlerdi, tekrar o aleme kadar çıkarmaya muvaffak olur. Bu bir lutf-i ihsandır. Hazret-i Allah o kişiye ihsan edecek ki, Mürşid-i Kamil bunu yapsın. Kalbi bozuk, yani cılk yumurta gibi olan hiçbir şey alamaz. Binaenaleyh bir insanın dünyaya gelerek birinci turu yapmasına anne-baba vesile olduğu gibi, ikinci turu yapıp daireyi tamamlamasına da Hazret-i Allah Mürşid-i Kamil’i vesile kılmıştır.

İmam Rabbani (k.s): “Şeriat üç şeyle tamamlanır. İlim, amel, ihlas” buyurmuşlardır. İlim okumakla, amel çalışmakla elde edilirse de, ihlas ve ihlas da daimi kalmak ancak tasavvufla elde edilir. Onlar hıfz-ı himayede tasarrufu ilahiye de oldukları için, o ihlası elde ediyorlar.

İlmin Fazileti İle İlgili Büyüklerin Sözleri

Büyük arif Abdürrahman-ı Tahi (k.s) Hazretleri demiştir ki:
“Tasavvuf terbiyesi ve muhabbeti, insanların arasında dolaşır, dine bağlı olanın da olmayanın da kalbine girer. Fakat bir süre sonra, dine ve ilme bağlı olanda kalırken, ilahi hükümlere bağlı olmayandan çıkıverir.”

Gavsü-l Azam Seyyid Sıbgatullah Arvasi (k.s) zamanında din ilmini bilen ve ona göre hareket eden bir kadın süfiye vardı. Diğer kadınlar onun halini beğenmeyip, “Onda aşk ve muhabbet yoktur” derlerdi. Gavs (k.s) vefat ettikten sonra, işleri sırf muhabbette dayalı kadınlar söndü gitti, ama bu kadın eski halini koruduğu gibi çevresine de faydalı oldu.[1]

Dinimiz, ilim üzerine kuruludur. İlim herkese, her zaman ışık olur. İlim kalıcıdır. Keşif, keramet, cezbe ve muhabbet devamlı değildir. Aşk da âşık da ilme tabi olmalıdır. Hak ilme tabi olanı, ilim Allah’a götürür.

Şeyh Abdürrahman-ı Tahi (k.s) buyurdular:
“Yolumuz sohbet yoludur. İnsanlara hayret ediyorum, niçin sohbet istemezler, niçin sohbet meclisine katılmazlar, niçin Allah adamlarının yanında bulunmazlar. Halbuki sohbet ehlinin ev sahibi Allah Teala, teşrifatçısı Hazret-i Ali, sakisi yani su dağıtanı Hızır (a.s) dır. Şayet sohbet etmek için yedi kişi bir araya gelse, yüksek makamlara erişirler ki, aralarında bir Allah dostunun varlığı umulur.”

Sultan Seyyid Muhammed Raşid (k.s) hazretleri de buyurdular ki:
“İlim olmazsa din tahrif olur, amel olmayınca da ilim gereken faydayı vermez. Önemli olan, ilim ve ameli beraber yürütmektir.”[2]

İbn Abbas (r.a): “Süleyman (a.s) Mal, ilim ve hükümdarlık arasında muhayyer iken ilmi tercih etti ve bu sayede diğer ikisine de malik oldu.

Yine İbn Abbas (r.a): “Benim için gecenin, azıcık bir vaktini ilme ayırmak, bütün geceyi ibadetle geçirmekten daha sevimlidir.” demiştir.

Hz. Ömer (r.a): “Ey insanlar! İlim öğrenin, Allah Teala hüsn-i niyetle okuyanlara yücelik hil’ati giydirir. Hataları varsa, bu hil’atı geri almamak için, kendisine üç defa hitap eder. Bu hatalar ölünceye kadar devam etse de, yine böyle olur.” demiştir.

Yahya b. Muaz (r.aleyh): “Âlimler, Muhammed’in (a.s) ümmetine anne ve babalarından da şefkatlidirler. Çünkü anne ve babaları dünya ateşinden, Âlimler ise, ahiret ateşinden korurlar.” buyurmuştur.

Yine bilmiş ol ki: “İlaçlardaki hassasları yalnız tabipler bildiği gibi, kalplerin tabibi de Peygamberler ve ahiret hayatının  sebeplerine vakıf olan Alimlerdir. Sakın, kendi aklınla onlara itiraza kalkışma; helak olursun.

Denildi ki: “İlim edinmek için riayet edilecek usuller şunlardır: Sükut edip dinlemek, ezberlemek, bildiğini tatbik etmek ve sonra da başkalarına öğretmektir.”[3]

[1] Abdürrahman-ı Tahi, işaretler, s. 115.
[2] Allah dostlarından yaşayan sözler, s. 141-142.
[3] İhyau Ulumid-din c.1 s. 24-25-26-37-82.

Rüya Türleri

Gördüğümüz her rüya bir değildir rüya türleri 3 çeşitte incelenir. Rüyalar kendi içinde 3 ayrı türden oluşmaktadır. Bunlar: Günlük Rüyalar (Nefsanî rüyalar), Şeytanî rüyalar ve Rahmani Rüyalar (Sadık rüyalar). Bu yazımızda sizlere rüyanın kısımlarını açıklayarak gördüğünüz rüyanın mahiyetini anlamanızda yardımcı olmaya çalışacağız.
 

Günlük Rüyalar (Nefsanî rüyalar):

Uyanıkken günlük yaşantımızda meşgul olduğumuz, bizi zihnen ve bedenen yoran şeylerle ilgili rüyalardır. Kur’an-ı Kerim bu rüyalar için “edğasü ahlâm” tabiri kullanır. Yani yaşı kurusuna karışık ot demeti gibi boş hayaller, kâbusîu düşünceler yığını düşlerdir; birtakım şuuraltı hayallerden ibaret yalancı rüyadır. Gerçekle bir ilgisi olmadığından bu rüyaları anlatıp tabir ettirmeye gerek yoktur.
Resulullah (a.s.m.) buyurur ki:

“Herhangi biriniz, hoşuna giden bir rüya gördüğü zaman, bilsin ki o Allah’tandır. Bu halde Rabb’ine hamd etsin ve rüyasını başkasına da anlatsın. Hoşlanmadığı bir rüya gördüğü zaman bilsin ki şeytandandır. Bu durumda ise o rüyanın şerrinden Allah’a sığınsın; uyanınca sol tarafına dönerek tükürür gibi üç defa ‘Tuh!’ desin ve onu kimseye anlatmasın. Zira bu rüyanın, onu görene hiçbir zararı dokunmaz.”
Meşhur rüya tabircisi İbn-i Şirin bu konuda şu tavsiyede bulunur:
“İyi bir rüya gördüğünüz zaman bunu sakın ola ki düşmanınıza, cahil kimselere ve çocuklara anlatmayın. Kime tabir ettirmek istiyorsanız sadece ona anlatın. Güzel bir rüya gördüğünüz zaman hemen Ayete’l-Kürsi’yi okuyun, ellerinizle yüzünüzü mesh edin ki rüya sizin için hayırlı olsun!”

 
Şeytani Rüya Çeşitleri (Korkulu Rüyalar):

Şeytan insanın ezelî düşmanı olduğundan uyanıkken olduğu gibi uyurken de zarar vermeye çalışır. Korkulan rüyalar bu kısımdandır. Böyle rüyaları başkasına anlatmamak ve şeytanın şerrinden Allah’a sığınılmalıdır
Sahabeden bir zat Allah Resulüne gelerek “Rüyamda gördüm ki güya başım kesilmiş ve başımın ardı sıra gidiyorum” dedi.
Resulullah (a.s.m.) buyurdular ki: “Uykuda şeytanın seninle oynadığını kimseye söyleme!”
 

Rahmani Rüyalar (Sadık rüyalar):

Allah tarafından doğrudan doğruya veya bir melek vasıtasıyla bildirilen İlahî telkindir ki asıl rüya bu dur. Bu rüyada görüntüden öte, şekilden hakikate geçilecek manalar gizlidir.
Fahr-i Kâinat Efendimizin bildirdiğine göre “Mümin kulun müjdesi, salih rüyalardır.”
Sadık rüyalar bir çeşit keramet olarak nitelendirilir. Rüyanın hakikati, kalbe gelen duyguların hayalidir.

Sadık rüyalar iki kısımdır. Bunların bir kısmı açık, bir kısmı kapalıdır. İçinde rumuz ve işaretler bulunduğu için tabire ihtiyaç duyulmaktadır. Açık ve tabire ihtiyaç duyulmayan rüyalara Hz. İbrahim’in rüyası1 örnek olabilir. Tamamen tabir gerektiren rüyalara örnek ise Mısır Sultanının gördüğü ve Hz. Yusuf un tabir ettiği, ayrıca Osmanlı padişahı olan Osman Bey’in rüyaları olabilir.
Sadık rüyanın alametleri şunlardır: Rüyayı gören şahıs, rüyanın etkisiyle hemen uyanır.

Şuuru yerindedir. Rüya bütün teferruatıyla hafızasına kaydolmuştur. Gördüğü rüya uyandığı zaman da aynı canlılığını devam ettirir, korur.
Sadık rüya, boş meşguliyet ve hastalıktan uzak, hayallere kapılmadan, berrak bir zihin ve tertemiz duygularla beklenmedik bir anda görülen rüyadır.

Böyle rüyayı veli ve salih insanlar gördüğü gibi, âmi bir mümin de görebilir.
Bu tür rüyalar Allah’ın bir lütfü ve müjdesi olduğu gibi ikaz, irşat ve ibret de olabilir.

Rüya ahiret delili:
Rüya ahirete iman için bir delildir.
Rüyaya inanan kimse, “Artık ben görmediğim bir âleme inanmam” diyemez.
Çünkü rahat yatağında uyurken kâh azap, kâh müjde seni buluyor. Öyleyse ölüm ve ahiret de seni bulacaktır.

Hazreti Yusuf’un Rüyası

Hz. Yusuf, Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerden birisi olup, Hz. Yakub’un evladıdır. Soyu Hz. İbrahim’e kadar gitmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de, ismini barındıran Yusuf suresi bulunmaktadır. Yusuf suresi 111 ayet olup 98 ayeti Yusuf peygamberden bahseder. Söz konusu bu ayet-i kerimelerin bize beyan buyurduğuna göre Hz. Yusuf’un yaşam hikâyesini şöyle özetleyebiliriz.

Hz. Yusuf’un on bir tane erkek kardeşi bulunmaktaydı. Yusuf gayet güzel ve son derece akıllı idi. Babaları olan Hz. Yakub oğlu Yusuf’a karşı büyük bir muhabbet duyuyor onu çok seviyordu. Bu hoş muhabbeti-sevgiyi kardeşleri çekemiyor ve kıskanıyorlardı.

Yusuf bir gece vakti rüya görmüştü. O rüyada; on bir yıldız, güneş ve ay kendisine secde ediyor önünde eğiliyorlardı. Rüyayı anlattığında babasının yorumu şu şekildeydi: Hz. Yusuf’un büyük bir şahıs ( peygamber ) olacağına işaret olduğunu anlamıştı ve Hz. Yusuf’un rüyasını gizli tutmasını ve kardeşlerine söylememesi hususunda kendisini uyarmıştı. Ancak, kardeşleri bu rüyadan bilgi sahibi oldular ve gizli bir plan yaparak Hz. Yusuf’u öldürdükten sonra kimsenin bulamayacağı bir yere bırakmayı düşündüler. Kardeşleri bu gizli planı uygulamak için babaları Hz Yakub’a, biz Yusuf ile birlikte kırlarda gezip eğleneceğiz diyerek yalan söylediler. Hz. Yusuf’u alıp kimsenin olmadığı kıraç yerlere gittiler. Gittikleri yerde bir kuyu gördüler ve Hz. Yusuf’u oraya attılar, elbisesine de kan sürüp ; “Yusuf’a kurt saldırdı ve onu alıp götürdü ” diye söyleyerek babalarını aldatmaya çalıştılar.

Hz. Yusuf’u attıkları kuyuya yakın bir yerden geçmekte olan bir kafile Yusuf’u fark etti ve köle olarak satmak niyetiyle alıp Mısır’a götürdüler. Orada çok düşük bir ücretle onu Aziz’e sattılar.

Aziz’in hanımı Hz. Yusuf’a çok farklı duygular besliyordu. Onu kendisiyle beraber olmaya davet etti. Yusuf bunu kabul etmeyince, ona iftira edip kocasına şikâyet etmek suretiyle zindana attırdı.

Hz. Yusuf yıllarca zindanda kaldı. Hükümdarın hizmetçileri olan şerbetçi ve aşçı ile ahbap oldu. Onlar gördükleri rüyaları anlatıyor Hz. Yusuf ise yorum yapıyordu. Yorumladığı bir rüyaya göre; birisinin, zindandan çıkacağını beraatında efendisinin hizmetine gireceğini, diğerinin ise öldüreceğini söyledi. Nihayetinde söyledikleri aynen oldu. Hz. Yusuf, kurtulan mahkûma kendisini efendisinin yanında anmasını istedi.
Hükümdar bir gece vakti rüya gördü. Rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kurumuş başak gördü. Hükümdar gördüğü rüyanın yorumunu yaptırmayı arzuladı.

Hz. Yusuf’un rüya yorumu yaptığını ve bu ilme sahip olduğunu öğrendiğinde onu hemen zindandan çıkarılıp yanına getirilmesini emretti. Hükümdar rüyasını Yusuf’a anlattı. Hz. Yusuf, yedi yıl bolluk bereket olacağını, ardından gelen yedi yılın ise kıtlıkla yoklukla geçeceğini söyledi. Bu yoruma istinaden hükümdar, Hz. Yusuf’u günümüzde maliye bakanlığı anlamına gelen bir mevkiye getirdi. Yusuf bolluk yıllarında bütün ambarları zahire ile doldurdu; kıtlık yılları gelince ise bu zahireyi halka dağıttı. Aynı kıtlık, Hz. Yusuf’un babasının memleketi olan Ken’an diyarını da sarmıştı.

Yusuf kardeşleri de ambarlardaki zahireden almak amacıyla iki kez Ken’an diyarından Mısır’a gelmek zorunda kaldı. Nihayetinde Yusuf kardeşlerine kendisinin kim olduğunu söyledi.
Yusuf dedi ki : ” Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O merhametlilerin en merhametlisidir .” (Yusuf, 92) dedi. Akabinde Yusuf babası, annesi ve kardeşlerinin tamamını Mısır’a çağırdı.

Ana babasını tahtın üzerine çıkardı. Hepsi ona (Yusuf’a) saygı ile eğildiler. Yusuf dedi ki:” Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra; Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu.

Şüphesiz Rabbim, dilediği şeyde nice incelikler sergileyendir. Şüphesiz O hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir ” (Yusuf, 100) dedi. Bu şekilde İsrailoğulları, Filistin’den Mısır’a gelip yerleşmiş oldu. Bir süre sonra Yakub (a.s) vefat etti. Yûsuf (a.s), Allah Teâlâ’ya şöyle münacatta bulundu: “Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat.” (Yusuf, 101). Yusuf (a.s)’ın hayat hikâyesi Kur’an-ı Kerim’de “Ahsenü’l-Kasas, Kıssaların en güzeli” ünvanını aldı. Pek çok olayları içeren bu hayat hikâyesi için Allah Teâlâ şöyle buyurdu.” Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde (hakikati arayıp) soranlar için ibretler vardır “ ( Yusuf, 7).

Yusuf (a.s)’un defnedildiği yer, rivayetlere göre, İbrahim (a.s)’in medfun bulunduğu Kudüs yakınlarında Halilü’r-Rahman şehrindedir.

Kur-an ’da Rüyanın Yeri

Bazılarımız rüyaları sadece bilinçaltımızda yatan şeylerin gece hayal şeklinde görünmesi olarak bilmekte. Halbuki rüyalar derinlemesine bilinmesi gereken bir olaydır. Kutsal kitabımızda rüyalar ile ilgili birçok ayet yer almaktadırBu yazımızda rüyaların İslami yönünü açıklayıp Kur-an ’dan delillerle bunu ispatlayacağız. Bunu yaparken peygamberlerden örnekler verip içinde rüya kelimesi geçen ayetleri örnek göstereceğiz.
 
Kur-an ’da Rüyanın Yeri
Vahiy ilk altı ayda Peygamber Efendimize rüya yoluyla bildirilmiştir. Kur’an da rüyaya doğrudan veya dolaylı olarak yer vermiştir.
“Dünya hayatında da ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz. En büyük kurtuluş işte budur.”

Müfessirlerin çoğu ayette geçen müjdenin salih rüya olduğunu bildirmişlerdir.
Atâ bin Yesâr, Ebu’d-Deryâ’ya (r.a.) “Dünya hayatında onlar için müjde vardır” ayetinin manasını sorar. O da der ki:
“Resulullah (a.s.m.) sorduğum günden beri bu meseleyi bana senden başka yalnız bir kişi sordu.” Resulullah’a sorduğunda şöyle buyurmuştu:

“Bu ayet bana indirildiği günden beri senden başkası sormadı. O (müjde); Müslüman’ın gördüğü veya Müslüman’a görünen sadık rüyadır.”
Saffat Suresinde, İbrahim’in (a.s.) oğlu İsmail’i kurban etmeye niyetlenmesinin söz konusu olduğu bildirilir:

‘“Ya Rabb’i, bana salih kullardan olacak bir evlat nasip et’ diye dua etti. Biz de onu yumuşak huylu evlatla müjdeledik. Oğlu İsmail kendisiyle birlikte iş yapacak yaşa gelince İbrahim ona dedi ki: ‘Oğlum, ben rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm. Sen buna ne dersin?’ İsmail, ‘Babacığım’ dedi, ‘Sen emrolunduğun şeyi yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın.’ İkisi de Allah’ın emrine uydular. İbrahim kurban etmek üzere oğlunu yere yatırdı. O sırada biz nida ettik: ‘’Ey İbrahim, sen rüyanda emrolunana uydun. İyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlar işte Biz böyle mükâfatlandırırız. Ona oğlu yerine büyük bir kurbanlık koç verdik.”
Peygamber Efendimiz müşriklerin engellemesi üzerine umre yapamamıştı. Fakat Hudeybiye Barışından önce rüyasında bu müjdeyi vermişti. Fetih Suresinde şöyle anlatılır:

“Andolsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey iman edenler! Siz Allah dilerse güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. Size bundan başka yakın zamanda zafer verecektir.”

Yusufun (a.s.) hayatı gördüğü rüya üzerine kurulur. Başından geçecekleri özet halinde rüyasında görmüştür.
“Hani bir vakitler Yusuf, babasına ‘Babacığım, doğrusu ben rüyamda on bir yıldızı, güneş ve ayı gördüm. Gördüm ki bana secde ediyorlar’ dedi. Yakup ona, ‘Oğulcuğum’ dedi ‘Rüyam kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar… Çünkü şeytan insan için apaçık bir düşmandır.’

‘İşte bunun gibi Rabb’in seni seçecek; sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; hem sana hem de Yakup hanedanına nimetini tamamlayacak, nasıl ki daha önce ataların İbrahim ve İshak üzerine nimetini tamamlamıştı. Şüphesiz ki Rabb’in her şeyi hakkıyla bilendir ve yegâne hikmet sahibidir’”6
Yusuf Suresindeki rüyaya diğer ayetlerde de yer verilmiştir.

Yusuf (a.s.) zindan arkadaşının rüyasını yorumlayıp zindandan kurtulacağını bildirir ve efendisine kendinden bahsetmesini öğütler. Şeytan ise ona unutturur. Zindanda yedi yıl daha kalır. Mısır Kralı bir rüya görür. Rüyasını tabir ettirmek için topladığı tabirciler aciz kalırlar. Zindandan arkadaşı işte o zaman Yusuf u hatırlar. Krala Yusuf’tan (a.s.) bahseder.

“Kral dedi ki: ‘Ben rüyamda yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini, bir de yedi yeşil başak ile bir o kadar kuru başak gördüm. Ey halkın büyükleri! Eğer rüya yorumlamayı biliyorsanız, rüyamı yorumlayıp bana bilgi verin.’ Onlar, ‘Bu birbirine karışmış neyin nesi olduğu bilinmeyen rüyalardır. Biz böyle karışık rüyaların yorumunu bilen kimseler değiliz’ dediler. Zindandan kurtulan adam, bir hayli zaman sonra Yusuf u hatırladı da, ‘Ben size bunun yorumunu haber vereyim, beni hemen zindana gönderin’ dedi. Zindana varınca, ‘Ey Yusuf, ey doğru sözlü arkadaş, bize yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini, bir de yedi yeşil başak ile bir o kadar kuru başak şeklinde bir rüyamın yorumunu yap ki insanlara döneyim de ola ki senin değerini bilirler’ dedi. Yusuf ona dedi ki: ‘Yedi yıl âdetiniz üzere devamlı ekerseniz; yiyeceğiniz için az bir şey ayırmanız dışında biçtiklerinizi başağında bırakın, sonra onun ardından yedi yıl sıkıntı ve kuraklık meydana gelecek. Tohum için sakladığınız az şeyin dışında, önce biriktirdiklerinizi yiyip götürecek. Sonra onun ardından bir yıl gelecek ki halk yağmura kavuşacak ve o yıl içinde sıkıp sağacaklar.’”

Bu tabiri Krala anlatır ve zindandan kurtuluşuna vesile olur. Hz. Yusuf (a.s.) Mısır’da azizlik mertebesine erişir. Kıtlık sebebiyle sıkıntıya düşen Hz. Yakup’un oğulları zahire almak için Mısır’a gelirler ve bundan sonra hadiseler birbirini takip eder.

“Ve ana-babasını tutup taht üzerine çıkardı. Onlar da gelip Yusuf a saygı gösterdiler. Yusuf: ‘Babacığım’ dedi, ‘İşte daha önce gördüğüm rüyanın yorumu bu! Rabb’im rüyamı gerçekleştirdi, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra bizi çölden buraya getirdi. Şüphesiz ki Rabb’im dilediği hususlarda çok lütuf sahibidir. Rabb’im! Gerçekten bana mülk verdin, rüyaları yorumlamayı bana öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da ahirette de işlerimi düzene koyan, bana sahip çıkan sensin. Ruhumu Müslüman olduğum halde al ve beni iyi kişilere kat.’”
Kur’an’da gerek açıkça, gerekse işaret yoluyla kullanılan rüya kelimesinden başka “Adğasü ahlâm” ve rüya tabiri ifadelerine de yer verilmiştir.

Ayrıca “Allah, bir insanla ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından konuşur veya bir elçi gönderir; izniyle dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki o çok yücedir ve Hakimdir” şeklindeki ayette geçen “perde arkasında konuşur” ifadesinden rüyadaki konuşma kastedilmektedir.

Abdulkadir Geylani (k.s.) (Menkıbe)

Abdülkadir-i Geylani (k.s) bir gün mihrapta oturmuş zikir ve murakabe ile meşgulken gaipten bir ses geliyor: “Ey Abdülkadir kulum! Ben senden bütün amel yükümlüklerini kaldırdım…” Abdülkadir-i Geylan- (k.s) bu sözü duyar duymaz sesin geldiği yöne elindeki tesbihi kurşun gibi fırlatarak, “Defol lanetli şeytan!”diye haykırıyor. Foyası ortaya çıkan şeytan, “Ben bu şekilse nice ağabeyleri, nice zahidleri yoldan çıkardım. Ama sen bir an olsun tereddüt edip tuzağa düşmedin. Nasıl anladın beni?”diye soruyor. Abdülkadir-i Geylani (k.s) şeytana hepimizin ibret alması gereken şu sözlerle cevap veriyor: “Seni iki şeyle tanıdım.

Birincisi: Akaid ilmi. Bu ilimle biliyorum ki, Allah bir yönden hitap etmez; O her yerdedir. Oysa senin sesin bir yönden geldi.

İkincisi: Fıkıh ilmidir. Buna göre de, Peygamberler dâhil hiç kimseden amel mecburiyeti kaldırılmamıştır…”

Demek ki ilimsiz amel büyük tehlikelerle doludur. Şeytan her an pusudadır ve riya, kibir, ameline güvenme gibi ilimsiz baş edilemeyecek tuzaklarla yolumuzu kesmeye çalışmaktadır.[1]
Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyorlar ki: “İman çıplaktır, elbisesi takva, süsü utanmak, meyvesi ise ilimdir.”[2]
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurmaktadır: “İlimden bir mesele öğrenmek, bütün dünya varlığı ile dünyadan hayırlıdır.”[3]
“Bir sabah ilimden bir mesele öğrenmen, yüz rekât namaz (nafile) kılmandan hayırlıdır.”[4]

İmam Şafii (r.aleyh) de: “İlim öğrenmek, nafile ibadetten makbuldür.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v): “İlim meclisinde bulunmak, bin rekat namaz, bin hastayı ziyaret ve bin cenazeyi teşyi’den daha kıymetlidir, buyurduklarında, dinleyenler:

 “Ey Allah’ın Resülü, Kur’an okumaktan da hayırlı mıdır? diye sorunca, Peygamber Efendimiz cevaben: “Kur’an ilim ile fayda verir. Manası anlaşılmadan bir fayda sağlamaz.”[5]  buyurmuşlardır.

İsa (a.s) da şöyle buyurmuştur: “Kim ki öğrenir, öğrendiği ile amel eder ve öğretirse, semavatta (göklerde) tazimle anılır.”
Yine rahmet Peygamberi (a.s) buyurmuşlardır ki: “En güzel hediye, hikmetli bir sözü iyice anlayıp, din kardeşine anlatmaktır. Bu aynı zamanda bir senelik ibadete de karşılıktır.”[6]

“Bir gün Peygamber Efendimiz, biri dua ile meşgul olan ve diğeri ders okutmakta olan iki topluluk gördü ve dua edenler için: Bunlar Allah Teala’dan istiyorlar. Allah dilerse verir, dilerse vermez, buyurdular. Okutanlar hakkında ise: Fakat bunlar öğretiyorlar. Zaten, ben de muallim olarak gönderildim,” [7] dediler. Sonra öğretenlerin meclisine oturdu.

Hazreti Peygamber (s.a.v): “Allah’u Teala’nın rahmeti benim vekillerim üzerine olsun, diye dua buyurmuş. Vekilleriniz kimlerdir? diye sorulunca, sünnetimi yaşatıp Allah’u Teala’nın kullarına öğretenlerdir, cevabını vermişlerdir.”[8]
[1] Hayat Dengemiz S.31.
[2] Hakim “Tarih-i Nişabur” da rivayet etmiştir.
[3] Taberani, Ebü Zer’den.
[4] İbn Abdülberr, Ebü Zer’den.
[5] İbn Cevzi, “Mevzuat”da Ömer’den
[6] Taberani İbni Abbas’dan.
[7] İbn Mace, Abdullah b. Ömer’den.
[8] İbn Abdülberr, Hasen’den.

İlim Meclislerine Katılmanın Fazileti

İbn Abbas (r.a) dan Resülullah (s.a.v)ın şöyle buyurduğu rivayet edildi: “Cennet bahçelerine uğradığınız zaman meyvelerini toplayınız, (oturup istifade ediniz) Ashab: “Cennet bahçeleri neresidir Ya Resülallah? diye sordular. Resülullah (s.a.v): “İlim meclisleridir” buyurdu.
Yine ibn Abbas (r.a) anlatıyor: Resülullah’a (s.a.v): “Ya Resülallah! Hangi arkadaşlarımız daha iyidir” diye soruldu. O da: “Görülmesi size Allah’ı hatırlatan, konuşması bilginizi arttıran, yaptığı amel size ahireti andıran kimselerdir.”[1] buyurdu.

Lokman Hakim oğluna:
“Yavrum! Âlimlerin toplantılarına katıl, hikmet sahibi kişilerin konuşmalarını dinle. Çünkü Allah ölü toprağı yağmur sularıyla dirilttiği gibi ölü kalbi de hikmet nuruyla diriltir.” dedi.
Erkam oğlu Zeyd (r.a) Resülullah (s.a.v) şöyle dua ederdi diyor: “Ya Rabbi! Faydasız ilimden, sana tazim etmeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.”[2]
İbn Mes’ud (r.a) Resülullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti: Âdemoğlu kıyamet gününde şu beş şeyden soruluncaya kadar yerinden ayrılamaz:

  • Ömrünü nerede geçirdi?
  • Gençliğini nerede tüketti?
  • Malını nereden kazandı?
  • Malını nereye harcadı?
  • Bildiğiyle ne amel yaptı?[3]

Enes b. Malik (r.a) Resülullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu anlattı:
“Bir kimse, Allah’ın cehennemden azat ettiği kimseleri görmek isterse, ilim öğrenen talebelere baksın. Muhammed’in varlığını elinde tutana yemin olsun; ilim kapılarında dolaşan her öğrenciye, Allah Teala her harf için sevap yazar. Attığı her adım için cennette ona bir şehir kurar. O, yerde yürüyüp giderken, yer onun için istiğfar eder. Akşamında, sabahında bağışlanmış olur. Melekler onun için şahitlik edip, şöyle derler: Bunlar Allah’ın cehennemden kurtardığı kimselerdir.”
Said b. Müseyyeb, Ebü Said Hudri’den (r.a) naklen, Resülullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu anlattı: “Yeryüzünde işlenen iyiliklerin en önemlisi üçtür:

  1. İlim öğrenmek.
  2. Cihat
  3. Çalışıp helal rızık kazanmak.

Çünkü:

  1. İlim öğrenen Allah’ın sevgilisidir.
  2. Gazi, Allah’ın veli kuludur.
  3. Çalışıp kazanan, Allah’ın sadık dostudur.

Resülullah (s.a.v) şöyle buyurduğu anlatıldı: “Her âlimin yanında oturmayınız, ancak sizi beş şeyden alıp, şu beş şeye getirmek isteyen hariç: Şüpheden kesin imana, kibirden tevazua, düşmanlıktan nasihate, gösteriş ve rağbetten zühde.”
Abdullah b. Mes’ud (r.a) şöyle anlattı: “İki kimse, doymak nedir bilmez: İlim öğrenen ve dünya isteyen.”
Ancak bunları bir tutmak olmaz. İlim öğrenen Rahman’ın rızasını kazanır. Dünya peşinde koşan ise onu buldukça azgınlığı artar. Bundan sonra şu Ayet-i Kerimeyi okudu:
“Kulları içinde, ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar.”[4]
Daha sonra şu ayeti okudu: “Gerçekten insan, zenginliği görünce azar.”[5]
Abdullah b. Mubareke soruldu: Bir kimsenin ne zamana kadar ilmi öğrenmesi güzel olur. Şöyle dedi: “Kendisine cehalet kötü, ilim öğrenmek iyi gelinceye kadar.”[6]

Peygamberimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:
Namazını cemaatle kılan, âlimlerin ilim meclislerini (sohbet) kaçırmayın, orada duyduğu Allah sözlerini eksiksizce yerine getiren kimseye Ulu Allah şu altı şeyi nasip eder:

  1. Helal kazanç.
  2. Kabir azabından kurtarır.
  3. Hesap günü amel defterini sağ tarafından verir.
  4. Sırat köprüsünü şimşek gibi hızla geçer.
  5. Peygamberlerle birlikte haşır-neşir eder.
  6. Cennette kendisine yakuttan kırk kapılı bir köşk inşa eder.

Din Ulularımız, ilmin amel karşısında şu beş bakımdan üstünlük taşıdığını ileri sürmektedirler. Şimdi tek tek bunları sıralayalım:

  1. İlim, amelsiz olur, fakat amel, ilimsiz olmaz.
  2. İlim, amelsiz olarak da fayda verir, fakat amel, ilimsiz fayda vermez.
  3. Amel gereklidir, ilim ise lamba gibi aydınlık vericidir.
  4. İlim kürsüsü peygamberlerin makamıdır.
  5. İlim Allah’ın sıfatı, amel de kulun sıfatıdır. Allah’ın sıfatı ise kulların sıfatlarından üstündür.

Bilgisini devam ettirmek isteyen kişi şu beş hasleti kesintisiz olarak yerine getirmek zorundadır:

  • İki rek’at bile olsa her gece namaz (teheccüd) kılmak.
  • Devamlı abdestli bulunmak.
  • Gizli- açık takva sahibi olmak.
  • Mideyi tıka basa doldurmak için değil, takvalığını (Allah’a yakınlaşmayı) arttırmak için yiyip içmek.
  • Misvak kullanmak.

Peygamberimiz (s.a.v) buyurmuşlardır ki: “İlim kazanmak için ilim yoluna koyulan bir talebenin harçlığını sağlıyan kimse, Allah yolunda Uhud dağı kadar altın harcamış gibi sevaba erişir.”[7]
[1] Tergib ve Terhib ilim bahsi C.1 S.122-155.arası.
[2] Müslim, Nesai.
[3] Tirmizi ve Beyhaki rivayet etmiştir.
[4] Fatır Süresi, Ayet: 28.
[5] A’lak Süresi, Ayet: 6.
[6] Tenbihül Gafilin S.491-501 arası.
[7] Dürretün Nasihin C.1 S.49-55 arası.

Misal Alemi Nedir

Misal Alemi Dünya ile ahiret âleminde bir âlem daha vardır. Buna misal âlemi denir. İnsandaki iç âlemin, yani hafızasındaki bilgilerin şekillendiği hayal âlemi gibi…

Rüyada cisimden tamamen uzaklaşmayan ruh, misal âlemine doğru uçmaya başlar. Misal âleminde, geçmiş ve gelecek iç içe ve bir anda yaşanabilir, görülebilir. Yirminci asrı yaşarken aynı zamanda Asr-ı Saadet’te olunabilir. Mesela hayal âleminde benzeri şeyler yaşayabiliriz. Otuz yaşındaki insanın çocukluk zamanına gitmesi için otuz yıl geriye gitmesi gerekmez veya torunlarını görmek, için otuz yıl sonrayı bekleme şartı yoktur. Hayalde bir anda kendi çocukluğunu düşündüğü gibi torunlarını da görebilir.

Bazı rüyaların tabiri, gören için değil de bir başka şahıs için çıkabilir. Bu hususta enteresan bir misal vardır: Azılı kâfir Ebu Cehil rüyasında Müslüman olduğunu görmüş. Bu rüya kendisi hakkında değil de oğlu İkrime hakkında tecelli etmişti.