Hizmet Yolunda Dikkat Edilmesi Gerekenler

Maddi imkânları ile veya bilgisi, becerisiyle insanlara hizmet etme fırsatı bahşedilen herkes, nefsinin ve şeytanın tuzaklarına dikkat etmek zorundadır. Gurur, kibir ve üstünlük taslama yerine, kendisine bu fırsatı bahşeden Cenab-ı Rabbü’l Alemine şükretmeli ve düşebileceği hatalar için de istiğfarda bulunmalıdır. Ancak bu şekilde o kişinin hizmeti hezimete dönüşmekten kurtulmuş olur.

Büyük veli Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) buyuruyor ki:
“Ben bu yolu tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Hayır umduğum herkese hizmet ederim.” Demek ki hizmet, insanın yaratılış gayesini yerine getirmenin yanında, manevi kemalatı elde etmenin de önemli bir yoludur.”

Çok önemli bir nokta:
Hizmetin en büyük düşmanı fitnedir. “Fitne, Allah (c.c) için bir araya gelmiş dostların arasını bozmak için şeytanın tutuşturduğu bir ateştir.”  Bu ateşin kaynağı genelde yalandır, gizliliktir, çoğu kez de kötü zandır. Acele verilmiş kararlar, delilsiz hükümler, hissi hareketler, sinsi davranışlar, fitne ateşini alevlendirmek için bire birdir. Allah’u Teala: “Fitne çıkarmak katil (adam öldürmek) den daha kötüdür.”[1] buyurmuştur. Bu sebeple, fitne hizmette, toplum ilişkilerinde en dikkat edilmesi gereken meseledir.

Hizmet ehli insanları pusuda bekleyen birinci hastalık ‘Benlik duygusu’ dur. Bu duygu çok masum şekillerde ortaya çıkar. İyi ve güzel işler yapma arzusu çok olur. Fakat kendisi olmadan bu iyiliklerin ve güzelliklerin ortaya çıkamayacağını düşünür.

Benlik duygusunun bir başka görünümü de, hizmet içinde yer alan insanın, Allah’u Teala’nın bu iyilikleri başkasına değil de kendisine nasip ettiğini düşünerek, ayrıcalığı olduğu zannına kapılmasıdır. Bu zanna kapılan kişi yürütülen hizmetlerde nefsini pay sahibi görür. Ayrıca çevresinde meydana gelebilecek bütün iyiliklerde kendi imzasının bulunmasını arzu eder. Bazen bununla da yetinmez; kendisinin içinde bulunmadığı hizmetleri ya kabul etmez veya bir şekilde engel olmaya çalışır. Bu davranışını da iyilik yapmak olarak telakki eder.

Benlik duygusundan kurtulmanın tek yolu, şu ayet-i kerimeyi bakış açımızın esası haline getirmektir. “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir”[2] Ayet-i Kerimeyi iyi anlayan insan, başarılarda kendini pay sahibi görmek yerine, karşılaşılan eksikliklerde kendine pay arar. İyiliklere hissedar olmaya çalışmaz. Çünkü iyilik ve güzellik namına ne varsa, tamamen Allah’a (c.c) aittir.

Bu hizmetlerde istihdam edilen insan, hikmet nazarıyla bakarak emin olmalıdır ki, layık olduğu için değil; tamamen affına vesile olsun diye ikram edilen bir lütufla, aralanan bir merhamet kapısıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Şöyle tefekkür etmek lazımdır: “İşin içinde ben olmasaydım, hizmetler daha iyi yürüyebilirdi. Meydana gelen aksaklıkların kaynağı belki de benim nefsimdir.”

Hayır maksatlı vakıf ve dernek gibi kamu hizmetlerinde bulunanların yakalanabileceği başka önemli bir hastalıkta istişareyi terk edip, kendi başına karar vermektir. Oysa insanlara hizmet için yetki ve sorumluklar alanlar, doğru kararlar verebilmek için ellerinden gelenin azamisini yapmalıdır. Heyeti toplayamadım, toplantıya gelmediler; bende hizmetler ortada kalmasın diye kararımı verip uyguladım” gibi mazeretler, istişare yapmamayı haklı kılmaz. Ne yapıp edip, başkalarının da hizmetlere sahip çıkmasını temin etmek en büyük hizmettir. Diğer hizmetler, bundan sonra gelir.

Bahsettiğimiz bu hastalıkları önemsemeyen insanlara gelince, onlar kendilerine acımıyorsa, insanlara acımalıdırlar. Hiç kimsenin işgal ettiği hizmet noktasını nefsine yedirmeye, kendi benliği için insanları harcamaya hakkı olamaz. Resülullah Efendimizin (s.a.v) şu ikazlarını dikkate almamak nasıl mümkün olabilir. “Müslümanlardan bir topluluğun idaresine gelen kişi onları aldatır da ölürse, Allah Teala cenneti ona haram kılar.”[3]
 
Allah’ım! Kim ümmetimin herhangi bir işini üstlenir de onlara zorluk çıkarırsa, sen de ona zorluk çıkar! Her kim de ümmetimin herhangi bir işini üstlenir de onlara yumuşak davranırsa, sen de ona yumuşak davran.”[4]

 Evet, vakıf ve dernekler gibi toplum hizmetleri sahasında bize verilen görevleri, hangi kademede olursak olalım, Allah’ın emaneti olarak kabul etmeli ve elimizde bulundukları sürece bu emanete ihanet etmemek için çırpınmalıyız.[5]
[1] Bakara / 191
[2] Nisa / 79
[3]Buhari.
[4] Müslim.
[5] Hayat Dengemiz s / 152 ve 212

Tasavvuf Yolunun Büyüklerinden Nasihatler

Büyükler:

  • Bu yolda terakki (ilerleme) hizmetle olur.
  • Hizmet sadatların şefkatinden dolayı verilir, layık olunduğundan değil.
  • Kişinin büyüklere ait yapılan küçük bir hizmeti, yapılan diğer büyük hizmetlerinden çok daha önemlidir.
  • Hizmet kişinin ibadetini, amelini arttırması lazım. Böyle olmazsa amele daha dikkat etmek lazım.

Sofi, toprak gibidir, herkesi üzerinde taşır. Sofi, güneş gibidir, ışığı herkese ulaşır. Sofi, yumuşak huyludur, herkesle anlaşılır. Sofi, temiz kalplidir, hemen barışır. Sofi, sabırlıdır, o kadar ki bazen sabırla yarışır. Sofi, sevmesini bilir, sevilmeyi başarır. Sofi, hizmeti sever, yük çekmekten hoşlanır.  Sofi, hakka âşıktır, aşığa edep yakışır.

Mevlana Halid (k.s) uzun hizmetlerde bulunmuş, on dört sene devamlı hizmet etmiştir. Yedi sene tekkenin suyunu taşımış, yedi sene de tuvaletleri temizlemiştir.
 
Bu Nakşibendî Sadatının hepsi menfaat elde etsinler diye hizmet görmüşlerdir. Çünkü onlar hizmette ne büyük menfaatler olduğunu, nefsin zebun ve rezil olması için hizmetin ne kadar faydalı bulunduğunu biliyorlardı.

Şah-ı Nakşibend zamanında da böyleydi. Devamlı iş çıkarırdı. Senede bir kere evini yıktırıp sonra tekrar yaptırırdı. Onlar hizmetten mahrum olmasınlar diye devamlı hizmet çıkarırdı. Bir gün Kurban ev sağlamdır. Hiçbir şey olmamış acaba neden yıktırıp tekrar yaptırıyorsun? diye sorulunca, “Ben menfaat görsünler diye böyle yapıyordum. Benim gayem ev değil. Gayem hizmetten istifade etmelerini temin etmektir” buyurdu.[1]

İnanan insan kendi istikbaline hizmet ederken, diğer insanları da unutmaz. Uzlete çekilip toplumdan uzaklaşmak yerine insanlarla kaynaşır. Hak ve hakikat adına onlara da güzellikler sunmak için uğraşır. En yakınlarından başlayarak yaşantı ve sözleriyle doğru yolu tanıtır. Bu, Peygamberlerin yolu ve ahlakıdır. Tarih boyunca ve bugün Müslümanların yolunu aydınlatan kâmil Mürşitler de aynı prensiple hareket etmişlerdir.

Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v): “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” buyurmuştur.

[1] Sohbetler kitabı s / 68

Hizmet ile ilgili Allah (c.c) Dostlarından Sözler

Ariflerden bir zat “Bir kimse bütün ömrünce fütüvvet ehlinden bir kişiye bir gün hizmet etse bu hizmetin bereketi ve feyzi ona yeter. Tüm ömrünü onlara hizmet uğrunda tüketenin hali nasıl olur varın kıyas edin.” demiştir.

Abdülkadir Geylani (k.s)  “Ey oğul Allah (c.c) dostlarının hizmetçisi ol. Zira dünyada, ahirette onlara hizmet eder. Onlar her ne zaman isterlerse Allah’u Teala’nın izni ile dünyadan da ahiretten de nasiplerini alırlar, size de dünyadan ve manen de ahiretten nasibinizi verirler.” buyurdu.

Ali Seyyidi (k.s) “Her kim dilerse ki Âlemlerin Rabbi olan Allah Teala kendisini korusun, her türlü afetten kendisini esirgesin, O’nun veli kullarına hizmette bulunsun. Ama sadakatle.” buyurdu.

Gavs-i Sani (k.s) “Vakıflarda hizmet edenlere merkad hariç çalıştığının aynısı veriliyor. Bu vakfın bir ucundan tutana, hizmet edene amelimizin yarısını vereceğiz. Siz hizmet edin, size himmet bize vacip olur.” buyurdular.

Gavs-i Sani (k.s) “Başkalarına hizmet etmek isteyenler, kendilerini ıslah etsinler. Çünkü nefsini ıslah eden kimse başkalarına fayda verebilir ve güzel şeyleri temsil edebilir. Sadati Kiram nefislerini ıslah edip güzel ahlakı
elde ettikleri için Allah yolunda insanlara büyük fayda vermişlerdir. En büyük hizmet güzel ahlaklı ve edepli bir insan olmaktır.”

Gavs-i Sani (k.s) “Bu hizmet esnasında, her türlü sitem, sıkıntı ve suçlama olacaktır. Ama siz bütün bunlara karşı sevdiğinizin hatırı için sabredin, sabredenlerden olun.”

 Gavs-i Sani (k.s) “Tedbirlerimizi alıp, hizmetlerimizi yapmalıyız. Hiçbir şey hizmetimizi geri götürmesin. Hizmetler Allah (c.c) rızası içindir. Allah’ın emirlerinin yerine getirilmesi içindir. Peygamber’in (s.a.v) ümmetinin zelil olmaması içindir.”

 Gavs-i Sani (k.s) “Hizmetler, tasavvufi adapların yerine getirilmesi için düşünülmelidir. Hizmette kesinlikle nefis düşünülmemelidir. Hizmetleri hiçbir şeye alet etmeyiniz.”
 
Gavs-i Sani (k.s) “Hatme yapanlar ve Vird çekenlerin ameline bizler ortağız. Hizmet eden ise bizim amelimize ortaktır.”

Gavs-i Sani (k.s) “Hizmet edenler biz dua için gelmesinler. Çünkü biz onlara özel dua ediyoruz.”
 
Gavs-i Sani (k.s) “Bu vakıf işi için gayret edin, bu hizmet, önünüze gelen bu iş, size bir devlettir. Bunun kıymetini bilin, bunu iyice alın, saklayın, muhafaza edin, kapınızın, evinizin içinde tutun. Eğer elinizden kaçırırsanız, eline alan bir daha sizin elinize geçirmeyecektir. Bu fırsatı bir daha bulamazsınız.”
 

  1. Muhammed Fettah “Tasavvuf, sünneti yaşamaktır. Hizmeti sünneti seniyye’nin çerçevesinin dışına çıkarmamak lazımdır. Sünnetin dışında yapılan hizmetten sadatlar razı değildir.”

Ubeydullah Ahrar (k.s) “Herkesi bir yoldan götürdüler, bizi de hizmetten götürüyorlar. Onun için buyrulmuştur: ‘Hizmet sofisi bozulmaz’

  1. Saki Hazretleri “Bu hizmetleri asr-ı saadette Sahabe-i Kiram bu işleri yapıyordu. Onun için yaptığımız bu iş ve hizmet çok önemlidir.”

Şah-ı Hazne’nin oğlu Şeyh Masum (k.s): Eğer münkirler olmasaydı, saliklere amel olarak hizmetten başka bir şey vermezdim, demiştir.”

Şah-ı Nakşibend-i (k.s.) “Bizim yolumuz taklidi imandan tahkiki imana geçiştir.”

Rüyada haram yemek

HARAM: Rüyada haram yemek, küçük telafisi olan hatalara işaret eder. Kişinin tövbesini arttırması konusunda bir uyarıdır
Rüyada haram işlediğini ve yediğini görmek, bilmeden hata yapmaya ve tövbe edip pişman olmaya işarettir.

Rüyada rüşvet yemek veya rüyada rüşvet aldığını görmek, dünyevi mala çok tamah etmememiz konusunda bir uyarıdır.
Rüyada hırsızlıktan gelen haram parayı harcamak, işlerimiz konusunda daha adil davranmamız gerektiğine tabir edilir.
Haram mal ile rüyada çocuklarına yemek yedirmek insanlara karşı daha adil davranmamız konusunda bir işarettir. Rüyasında haram mal edindiğini gören tövbesini arttırmalı, sadakasını vermelidir.

Herşeye rağmen rüya ile amel etmek doğru değildir sonuçta bir rüyadır, fazlaca anlam yüklemek ve hayatımızı yaşantımızı ona göre tahsis etmek doğru değildir bu konuda dikkatli olmak gerekir.

Rüya görmenin çeşitli sebepleri vardır gün içerisinde kafamıza takılanlar rüyamız olabilir çok müşkil olduğumuz bir olay rüyamıza girebilir. ancak bu şekilde de olsa hak rüyalar vardır, bunu bilmek zordur ancak, rüyalarımızı herkese anlatmamalıyız, en güzel rüya tabiri güneş doğmadan ve sabah namazının ardından tabir ettirilmesi güzel olanıdır.

Unutmayın hayat gerçektir, rüya uyanınca biter, en başta dediğimiz gibi rüya ile amel edilmez.

Helal Kazanca ilişkin Hadis-i Şerif’ler

Ebu Hureyre (r.a) rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifte:
“Mide, bedenin havzıdır. Bütün damarlar oraya uğrar ve oradan geçerler. Mide sağlam ise damarlarda sağlam ve sıhhatli olarak oradan geçerler. Mide çürük ise, damarlar da oradan çürük olarak geçerler.” [1] buyurmuştur.

Binada temel ne ise, dinde lokma da aynıdır. Temel sağlam olunca üzerinde yükselen bina sağlam olduğu gibi, helal lokma da dini ayakta tutar ve yükseltir. Temel çürük olduğu zaman, bina eğrilip çöktüğü gibi, lokma haram olduğu zaman, din de eğrilir ve çöker.

Bir kimse va’z edeceği zaman, alimler cemaatle: Onun üç halini araştırın ve ondan sonra dinleyin.
Birincisi: İtikadına bakın; bidatlere inanıyorsa şeytanın dili ile konuşur, onu dinlemeyin.
İkincisi: Yediği yemeğe dikkat etmiyorsa, havadan konuşur onu da dinlemeyin.
Üçüncüsü: Aklına bakın, eğer aklı tam değilse, sözü de doğru değildir, ona da itibar etmeyin. Çünkü onun bozduğu, düzelttiğinden çok olur.”

 S e h l : “Haram lokma yiyenin azaları -bilsin bilmesin, istesin istemesin – isyan eder. Yediği helal olan kimsenin de azaları kendisine itaat eder ve hayırlı işleri yapmağa muvaffak olur,demiştir.

Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Main arasında uzun ve samimi bir sohbet devam ederken, Ahmed b. Hanbel birdenbire Yahya b. Main den yüz çevirdi. Sebebi, Yahya b. Main: “Kimseden bir şey istemem, fakat istemeden şeytan da verirse onu yerim” sözü olmuştur. Bunun üzerine Yahya b. Main “Ben şaka söyledim” diyerek Ahmed b. Hanbel den özür dilemiştir. Ahmed b. Hanbel: “Din ile şaka olmaz, yemeğin dinden olduğunu bilmiyor musun? Allah Teala onu salih amel üzerine takdim ederek: “Helal ve temiz olandan yiyin ve salih amel işleyin.”[2]

Resül-i Ekrem (s.a.v) buyurmuşlardır ki:
“Kul, tehlikeli şeye düşerim diye, tehlikeli olmayanı terk etmedikçe muttakilerden olamaz.”[3]

Başka bir hadisi şeriflerinde de:
“Sana şüphe, kuşku ve ıztırap veren şeyi bırak da kuşku vermeyen şeyi yap.”[4]

“Sabahleyin insanlara bakar, kimin helal, kimin haram yediğini bilirim: Kim kalkar kalkmaz, boş laf söyleyip, sövüp saymakla dilini açarsa, o haram yemiştir. Kim ki, dilini Allah’u Teala’nın zikri ve kelime-i tevhitle açar ve istiğfarla meşgul ederse, o kişinin helal yediğini bilirim.[5]

 
[1] Taberani.
[2] Mü’minün/ 51.
[3] Tirmizi.
[4] Nesai.  İhya-u Ulumiddin; C.2; S.233.
[5] Ebu Bekir Verrak (k.s)

Helal Kazanca Teşvik, Haramdan Sakındırma İle İlgili Hadis-i Şerifler

Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor. Resülullah (s.a.v) bir gün şöyle hitap ettiler:
“Ey insanlar! Allah Teala hazretleri tayyiptir, tayyipten başka bir şey kabul etmez. Allah’ın müminlere emrettiği şeyler, Peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır.”

Nitekim Allah Teala Hazretleri (Peygamberlere):
“Ey Peygamberler, temiz olanlardan yiyin de salih amel işleyin.”[1]
Müminlere de:
“Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin.”[2] diye emirde bulunmuştur.

Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz-toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp: “Ey Rabbim, ey Rabbim” diye dua eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki:
“Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibariyle) haramla beslenmektedir. Peki böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir?”[3] buyurdular.

Not: Hadis-i Şerif, kişi haramla beslendiği takdirde cihad, sıla-yı rahim, (akraba ziyareti)  hac, kesb-i rızık (rızık kazanma) gibi maksatlarla, uzun, zahmetli yolculuklara bile katlansa amellerinin kabul edilmeyeceğini belirtmektedir.

Havle el-Ensariyye (r.a) anlatıyor: Resülullah’dan (s.a.v.) işittim. Şöyle buyurmuşlardı: “Bir kısım insan vardır, Allah’ın mülkünden haksız bir surette mal elde etmeye girişirler. Halbuki bu, kıyamet günü onlara bir ateştir, başka değil.”[4]

  Yine Aleyhissalatü vesselam şöyle buyurmuştur:
“Kim günah şüphesi sezinlediği bir şeyi, terk ederse, o haramlığı apaçık olan şeyi daha çok terk edici olmuştur. Kim şüphelendiği şeyi yapmada cüretkar olursa haramlığı açık olan şeye düşmesi yakındır.”
 
 Selman el-Farisi ve İbnu Abbas (r.anhuma) anlatıyorlar. Resülullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Helal, Allah Teala hazretlerinin kitabında helal kıldığı şeydir. Haram da Allah Teala hazretlerinin kitabında haram kıldığı şeydir. Hakkında sükut ettiği şey ise affedilmiştir. Onun hakkında sual külfetine girmeyiniz.” [5]

Not: Bu hadis, haramların ve helallerin miktarını, neler olduğunu sadece Kur’an-ı Kerimin beyanlarına bağlanmaktadır. Bu husus Kur’an-ı Kerimde ya açık bir surette ya da mücmel olarak gelmiştir. Ayette:
“Allah’ın Resülü size her ne getirdi ise onu alın, her neden de yasakladı ise onu terk edin.”[6] buyrulmuştur.

Nitekim bir hadis-i şerifte:
“Bana Kur’an ve onun misli kadar da başka şey verildi.”  buyrulmuştur.
Bu hadise göre hakkında sükut edilen şeyler yani Allah’ın helal veya haram olduğunu beyan etmediği şeyler vardır. Bunları unuttuğu için değil, kullara rahmet olsun diye söylememiştir.
 
Mikdam İbnu Ma’dikerb (r.a) anlatıyor: Resülullah (s.a.v) buyurdular ki:
“(Beni Adem’den) hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir taamı asla yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davud (a.s) elinin emeğini yerdi.” [7]
 
Not: Resülullah (s.a.v) İslamın, el emeğine verdiği ehemmiyeti ifade zımnında muhtelif ifadelere yer vermiştir. Biride şöyledir:
“Kim işinden yorulmuş olarak geceyi geçirirse Allah’ın mağfiretine mazhar olarak gecelemiş demektir.”
 
Bir başka Hadis-i şerifte:
“Kişinin yediği en temiz yemek kendi kesbindendir.” (kazandığıdır)
 
Bir başka Hadiste büyük peygamberlerin kazançlarıyla ilgili örnekler verilir: “Hz. Davud zırhçı, Hz. Adem çiftçi, Hz. Nuh marangoz, Hz. İdris terzi, Hz. Musa çobandı.” (Aleyhimüsselam)
 
 Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Resülullah (s.a.v) buyurdular ki:
“Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helalden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak.”[8] Rezin, şu ziyade de bulunmuştur:
“Böylelerinin hiçbir duası kabul edilmez.”
 
Nitekim (s.a.v) hakiki müflisi, dünyada parasını kaybeden olarak değil, burada her çeşit Salih ameller yapmış olmasına rağmen, öbür dünyada şu veya bu sebeple, bu amellerinden, kendisine istifade edeceği hiçbir şey kalmadığı için cehennemi boylayan kimse olarak ifade buyurmuştur. Şu halde haramla beslenme de böyle bir neticeye götürecek sebeplerden biri olmaktadır.[9] Rabbimiz muhafaza buyursun.

Yine Resül-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Çoluk çocuğunun geçimini helalinden temine çalışan, Allah yolunda mücahede eden gibidir. Namusu dairesinde helalinden dünyalık peşinde olan, şehidiler derecesindedir.”[10]

İbn Abbas’ın Resül-i Ekrem’den (s.a.v) rivayet ettiği bir hadis de:
“Allah’u Teala’nın Beyt-i Makdis üzerinde vazifelendirdiği bir melek her gece şöyle çağırır: “Haram lokma yiyenin farzı da, nafilesi de kabul olmaz”[11]

Başka bir hadis-i şerifte de:
“Parasında bir kuruş haram olduğu halde on kuruş ile bir elbise alan, kimsenin üzerinde o elbiseden bir parça bulunduğu müddetçe namazı kabul edilmez.”[12]

Yine Resül-i Ekrem (s.a.v):
“Kazancının nereden geldiğine aldırış etmeyen kimseyi, Allah Teala hangi kapıdan Cehenneme atacağına aldırış etmez.[13] buyurmuştur.

Haram maldan hiçbir zaman hayır beklenmez. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.): “Haram mal kazanıp da onunla sıla-ı rahim veya tasaddük veya Allah uğrunda infak eden kimsenin, bütün bu yaptıklarını Allah Teala bir araya toplar ve kendisini ateşe atar.”[14]
[1] Mü’minün / 51.
[2] Bakara / 172.
[3] Müslim. Tirmizi.
[4] Buhari. Tirmizi.
[5] Tirmizi.
[6] Haşr / 7.
[7] Buhari.
[8] Buhari.
[9] Kutubi Sitte; C. 14; S. 305.
[10] Taberani.
[11] Ebu Mansur Deylemi.
[12] Ahmed b. Hanbel; Müsned.
[13] Ebu Mansur Deylemi.
[14] Ebu Davud.

Haramlar ve Helaller

Hazret-i Allah’ın Kur’an-ı Kerim de, Resülullah  Efendimizin (s.a.v) Hadis-i Şeriflerin de kati bir emirle yenilip-içilmesini, yapılmasını ve kullanılmasını yasakladıkları şeylere haram denir.

Allah Teala Rahmet ve Merhametinin bir eseri olarak zararlı olan her türlü şeyi haram, onun yerine ise güzel, temiz ve faydalı olan şeyleri helal kılmıştır.

Cebab-ı Allah (c.c Ayet-i Kerime de buyurur ki:
“O Peygamber, kendilerine iyiliği emreder kötülükten meneder. Onlara temiz şeyleri helal, çirkin şeyleri de haram kılar.”[1]

Bu yasaklara riayet etmeyenler dünyada şer’i cezalara, Ahirette ise ilahi azaba müstahak olurlar. Nitekim Ayet-i Kerimede:
“Kim haksızlık ile bunu (haram yemeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır.”[2]

Haram iki kısma ayrılır:
1-) Bizzat kendisi ve maddesi itibariyle haram olan şeyler: Domuz eti, içki… Vb… Kesin olarak haram kılınan bu gibi şeylerden üreticiliğini, nakliyeciliğini, ticaretini ve ikramını yapmak gibi, her ne surette olursa olsun faydalanmakta haramdır.

2-) Aslında maddesi itibariyle helal olup her hangi bir sebepten dolayı haram kılınan şeyler: Çalınan mal, kasten besmelesiz kesilen hayvan… Vb…

Mesela: Üzüm ve üzüm suyu helaldir. Fakat mayalandırılıp alkol haline dönüştürülürse, insanlara zararlı hale geldiği için haram kılınmıştır.

Ancak ölüm tehlikesi halinde bu haramlardan doyacak kadar değil, ölmeyecek kadar kullanılmasına cevaz verilmiştir. Çünkü zaruretler mahzuru mübah kılar. Ayet-i Kerime de: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.
Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir..”[3]

Haram yemek, şeytanın izine tabi olmak ve cehenneme yuvarlanmak demektir. Fahr-i kainat  Efendimiz (s.a.v) Hadis-i Şeriflerinde:
Haramdan meydana gelen her vücuda, ateş daha layıktır.” buyurmuştur.[4]

Haram, Müminin içini-maneviyatını tahrip eder, başka haramları işlemeye teşvik eder, çevresindeki insanları da harama teşvik eder. Haram, yürüyen merdiven gibidir. Ayağını bastın mı bir daha yakayı kurtaramazsın. Seni alır, cehennemin dibine kadar götürür. Haram, yiyenlerin gözlerine siyah bir perde çekilir, artık helali ve haramı ayırt edemez olur.

Haram insanın içini karartır. Haram yiyen kişiden iyi işler beklemek boştur. Çünkü küpün içinde ne varsa dışına o sızar. Helal yiyenlerin ise içleri nurlanır. Bu nurdan hikmet husule gelir. Hikmet ehlinde en güzel iş ve icraatlar zuhur eder.

Hakk Celle ve Ala Hazretleri, salih amelden evvel helal olan şeylerden yemeyi emrederek: “Helal ve temiz olan rızıklardan yiyiniz ve salih ameller işleyiniz.”[5] buyurmuştur.

Haram, dua ve ibadetlerin kabulüne mani (engel) olur.
“Ya Resülallah! Allah’a benim için yalvarıver de duası makbul olanlardan olayım.” diyen bir zata Cenab-ı Fahr-i Kainat  Efendimiz (s.a.v):
“Helal yemek ye, duan makbul olsun.”[6] buyurdular.

Diğer Hadis-i Şeriflerinde de şöyle buyrulmuştur:
“Bir kimse haramdan bir şey yerse kırk gün namazı kabule şayan olmaz.”[7]
 
“Bir insan ki, büyük bir iştiyakla, (hac veya Umre için) yola çıkar. Bir çok eziyetlere katlanır, toz toprak içinde kalır. Ellerini semaya doğru açıp Ya Rabbi, Ya Rabbi diye yalvardığı halde, yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve her türlü gıdası haramdır. Böyle bir adamın duası nasıl kabul edilir?”[8]

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi kazandığı malın helalden mı haramdan mı olduğuna aldırış etmeyecektir.”[9]

Hz. Ömer (r.a) yanlışlıkla zekat develerinin sütünü içtiği zaman, parmağını ağzına sokarak istifra etmiştir. “Biz harama düşeriz korkusuyla helalin onda dokuzunu terk ederdik.” Sözü ne kadar düşündürücüdür.

Hz. Ebu Bekir (r.a) kölesinin getirdiği bir sütten içti ve hemen kölesine dönerek: “Bunu nereden aldın?” diye sordu. Köle: Kehanette bulundum, yani gaybden bazı haberler verdim de ücret olarak bu sütü aldım, dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a) içtiği sütü midesinden çıkarmak için boğazına parmak saldı ve boğulacak şekilde istifra ederek, çıkarmağa çalıştı, sonra da: “Allah’ım midemde kalıp damarlarıma karışan kısmından sana sığınırım.” dedi. Rivayete göre, hadiseyi Resül-i Ekrem (s.a.v) duyunca: “Ebu Bekir’in, midesine helal ve temiz olan lokmadan başka bir şey sokmadığını bilmiyor musunuz?” buyurdu.

İslamiyet gizli veya açık harama giden bütün yolları kapatmıştır. Harama götüren, harama yardım eden her şey haramdır. Mutlak helal ile haram olmasında hiç şüphe olmayan şeylerin yanında bir de şüpheli saha vardır. İslam bu gibi şüpheli şeylere düşmekten sakınmayı takva kabul etmiştir.

 Fahr-i Kainat (s.a.v) Efendimiz Hadis-i Şeriflerinde buyuruyorlar ki:

“Helal apaçık belli, haramda apaçık bellidir. Bu ikisinin arasında şüpheli noktalar vardır. İnsanların çoğu bunu bilmezler. Şüpheli şeylerden kaçınanlar, dinini ve namusunu korumuş olurlar. Şüpheli şeylere düşenler, yasak bir koruluğun etrafında hayvan otlatan ve her an için koruluğa düşmek ihtimali olan bir çoban gibidir. Dikkat ederseniz her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu ise haramlardır.”[10]

Muaz bin Cebel (r.a) şöyle anlatır: Kullardan her biri, Cenab-ı Allah’a arz olunur. Şu dört şeyden sorulmayınca da, adımlarını hiçbir yere atamaz.
– Bedenini nerede yıprattığı.
– Ömrünü nerede tükettiği.
– İlmi ile nasıl bir amel işlediği.
– Malını nereden kazanıp, nereye harcadığı.
[1] A’raf / 157.
[2] Nisa / 30.
[3] Bakara / 172-173.
[4] Tirmizi.
[5] Mü’minün / 51.
[6] Taberani.
[7] Deylemi.
[8] Müslim.
[9] Buhari.
[10] Buhari; Notlar ve Sözler: s. 404.

Reca-Ümitle ilgilide Cenab-ı Hakk (c.c) şöyle buyurmuştur

“De ki: Ey nefislerine fenalık yapmakta ileri gidenler! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahları yarlıgar. O Gafur’dur Rahim’dir.”[1]

“Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır.”[2]

“Biz nankörlükte ve küfürde ileri gidenlerden başkasını cezalandırır mıyız.”[3] 

“Bize vahy olundu ki azap, Peygamberleri yalan sayan ve Hak’tan yüz çevirenleredir.”[4]

 Ubade b. Es-Samid’den (r.a) rivayete göre Resül-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse, yalnız şeriki olmayan Allah’tan başka bir ilah olmadığına ve Muhammed (a.s) Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna; İsa’nın Allah’ın kulu ve elçisi ve Meryem’e ilka ettiği kelimesi ve onun Allah tarafından bir ruh olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna şahadet ederse, Allah o kimseyi, ameli ne olursa olsun, cennete koyar.”[5]

Ebu Zer’den (r.a) Peygamber’in (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: “Allah, bir hasana işleyene onun on misli veya daha fazlası verilir. Bir fenalık edene de onun bir misli verilir, yahut mağfiret ederim. Bana bir karış yaklaşana bir arşın, bir arşın yaklaşana da bir kulaç yaklaşırım. Bir kimse bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim. Bana şerik koşmayan, küfretmeyen bir adam, yeryüzünü dolduracak kadar günah ile bana kavuşsa, ben o kimseyi, o kadar mağfiretle karşılarım.”[6] buyurmuştur.

Cabir’den (r.a) şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bir gün bedevilerden biri Peygambere gelerek: Ya Resülallah (Cennet ve Cehennem’e girmeyi) gerektiren haller nelerdir? diye sordu. Resül-i Ekrem (s.a.v): “Allah’a şirk koşmadan ölen kimse cennete girer, Allah’a şirk koştuğu halde ölen de cehennemi boylar.”[7]

Hz. Enes (r.a) anlatıyor: Resül-i Ekrem (s.a.v) devesinin terkisine bindirdiği Muaz’a (r.a) üç defa: “Ya Muaz! diye hitap etmiş, o da her defasında: Lebbeyk ya Resülallah, diye mukabele etmesi üzerine: Bir kimse, Allah’tan başka hak mabut olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna samimi olarak şahadet ederse, Allah ona cehennemi haram eder” buyurmuştur.

Muaz (r.a): Ya Resülallah, bu müjdeyi halka haber vereyim de sevinsinler, dedi. Resül-i Ekrem: “Söylersen onlar buna güvenirler (yararlı işleri yapmaz olurlar)[8] buyurdu.

uaz (bu malumatı gizlemekteki günahtan korktuğundan) vefat ederken bunu söyledi.”
Abdullah b. Amr b. El-As (r.anhuma) dan rivayete göre, Resül-i Ekrem (s.a.v),  Allah’u Teala’nın İbrahim (a.s) hakkındaki, “Ya Rab, onlar halkın çoğunu delalete düşürdüler. Bana uyan bendendir…”[9] mealindeki ayeti ile, İsa (a.s) hakkındaki, “Eğer onlara azap edersen onlar senin kullarındır. Şayet mağfiret edersen, şüphe yok ki, sen Azizsin, Hakimsin.”[10]  mealindeki ayeti okudu. Sonra Resül-i Ekrem  ellerini kaldırarak: “Allah’ım Ümmetimi koru! Ümmetimi!” diye dua etti ve ağladı.

Bunun üzerine Allah Teala Hazretleri:
“Ya Cibril! Muhammed’e git, -gerçi Rabbin her şeyi daha iyi bilir- neden ağladığını sor!” buyurdu. Cibril Peygamber’e gelerek sordu. Nebi (a.s) söylediği sözü (yani ümmetimi koru! Ümmetimi) dediğini haber verdi. Allah, Peygamberinin ne dediğini iyi bilir. Allah Teala: “Ya Cebrail! Muhammed’e git ve ümmeti hakkında kendisini memnun edeceğimizi ve me’yüs (ümitsiz) bırakmayacağımızı söyle, buyurdu.”[11]

Muaz b. Cebel (r.a) rivayete göre, şöyle demiştir: Bir gün ben bir himar (merkeb) üzerinde Peygamber’in (a.s) terkisinde bulunuyordum. Resül-i Ekrem (s.a.v): “Ey Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkını ve kulların Allah üzerindeki hakkını biliyor musunuz? buyurdu. Allah ve Resül’ü daha iyi bilir dedim. Resül-i Ekrem (s.a.v): “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, onların Allah’a ibadet etmeleri ve hiçbir şeyi o’na şerik (ortak) koşmamalarıdır. Kulların da Allah üzerindeki hakkı, Allah’ın kendisine şerik koşmayan kimseye azap etmemesidir.” buyurdular. Bunun üzerine: Ya Resülallah, halkı müjdeleyeyim mi? dedim. onları müjdeleme; “Çünkü onlar buna güveniverirler (İyi işlere karşı lakayt kalırlar)[12] buyurdu.

Enes’den (r.a) şöyle rivayet olunmuştur: Bir adam Peygamber’e (s.a.v) gelip: Ya Resülallah! Ben ta’ziri mücip (cezayı gerektirecek) bir harekette bulundum, dinin hükmünü icra buyur, diye arz etti. O sıra namaz vakti gelmişti. O adam peygamberle beraber namaz kıldı. Namaz bitince: Ya Resülallah! Ben ta’ziri icab eden bir suç işledim. Kitabullah’ta bildirilen cezayı hakkımda tatbik buyur, dedi. Resül-i Ekrem (s.a.v): “Bizimle namaza hazır oldun mu?” diye sordu. Evet, cevabımı verdi. “Öyle ise muhakkak suçun affolunmuştur,”[13] dedi.

Ebu Hüreyre’den (r.a) rivayete göre, Resül-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Aziz ve Celil olan Allah buyurur ki: “Ben kulumun zannına göreyim; beni zikrettiği yerde, ben onunlayım (rahmetim, tevfik ve inayetim) onunla beraberdir.”[14]

Hadisi şeriflerinde de Resül-i Ekrem (s.a.v): “Her hangi biriniz ölürken Allah’a hüsnü zan etmeksizin ölmesin (hüsnü zan ederek ölsün”[15]

Çünkü ayet-i kerime de: “Allah’ın rahmetinden ancak kafirler ümit keserler.”[16] buyrulmaktadır.

İyi bil ki, bir kul sıhhat halinde korkulu ve ümitli bulunmalı, havf ve recası birbirine eşit olmalı; hastalığı halinde de reca ciheti (yönü) kuvvetli olmalı. Kitap ve sünnet’in sarahatlerinden alınan şer’i kaideler bu hususta yekdiğerlerini te’yid etmektedir.

Ebu Hureyre’den (r.a) Resül-i Ekrem’in (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: “Mümin kimse, Allah’ın azap ve ikabının miktarını bilseydi, hiçbir kimse Cenneti ümit etmezdi. Kafir de, Allah’ın rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilseydi, hiç kimse O’nun rahmetinden ümit kesmezdi.”[17]

İbn-i Mes’ud’den (r.a) rivayete göre, Resül-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Cennet sizin ayakkabınızın bağından daha yakındır. Cehennem de böyledir.”[18]

Hazret-i Ömer (r.a) buyurdu ki: “Bütün insanların Cehenneme, bir kişinin Cennet’e gireceğini söyleseler, umarım ki o bir kişi ben olurum; aksine bütün insanların Cennete, bir tek kişinin Cehenneme gideceğini söyleseler, korkarım ki, o kişi ben olurum.” İşte  havf ve recâ böyle olmalıdır.

 Ebü’d-Derda’dan (r.a), o da Hz. Peygamber’den, o da Cebrail’den (a.s) şöyle rivayet etmiştir: “Aziz ve celil olan Rabbiniz  buyurur ki: Kulum bana ibadet edip benden ümit ettiğin ve bana ortak koşmadığın sürece senin bütün günahlarını  ve ayıplarını bağışlarım. Eğer bana yer dolusu hata ve günahlarla gelsen ben de seni arz dolusu avf ile karşılarım, seni bağışlarım ve kimseyi kayırmam.”[19]

Enes b. Malik’ten (r.a) rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Hak Teala kıyamet gününde, “Kalbinde imandan hardal tanesi ağırlığı olan kimseyi cehennemden çıkarın, buyuracaktır. Sonra ‘İzzetim ve celalim hakkı için bana gece ve gündüzden bir saatte iman edeni iman etmeyen gibi yapmam.” buyuracaktır.

Malik bin Dinar rüyada görüldü, kendisine: “Hak Teala sana ne yaptı? diye soruldu. O da, Rabbimin huzuruna çok günahla geldim. Kendisi hakkında beslediğim hüsnü zan (güzel düşünce) karşılığında hepsini affetti.” dedi.

İbrahim b. Edhem’den rivayet olunduğuna göre şöyle demiştir: “Mekke de bir müddet tavaf edilecek yerin tenhalaşmasını bekledim. Karanlık bir geceydi, şiddetli bir yağmur yağdı. Tavaf edilecek yer boşaldı. Hemen tavafa başladım. Tavaf sırasında, ‘Allah’ım, beni günah işlemekten koru. Allah’ım beni günah işlemekten koru, diyerek dolandım. Gizliden işittiğim ses bana, “Ey İbrahim sen benden günahsız olmayı istersin ve bütün insanlar benden günahsız olmayı ister. O halde ben hepinizi günahsız kılarsam kime rahmet ederim?” dedi.

[1] Zümer / 53.
[2] A’raf / 156.
[3] Sebe’ / 17.
[4] Taha / 48.
[5] Buhari. Müslim.
[6] Müslim.
[7] Müslim.
[8] Buhari. Müslim.
[9] İbrahim / 36.
[10] Maide / 118.
[11] Müslim.
[12] Buhari. Müslim.
[13] Buhari. Müslim.  Not:  Bu zatın işlediği günahın dinen cezalandırılması gerekli suçlardan olmayıp namazla silinebilecek günahlardan olduğu anlaşılmaktadır.
[14] Buhari. Müslim.
[15] Müslim.
[16] Yusuf / 87.
[17] Müslim.
[18] Buhari.
[19] Tirmizi.

Allah Korkusuna İlişkin Hadisler

Rivayete göre Peygamberimiz (s.a.v) demiştir ki:
“Ulu Allah şöyle buyurur: Dünyada benden korkanın ahiretini emin kılarım. Buna karşılık dünyada iken benim korkumu yüreğinde taşımayanları kıyamet günü korkuya düşürürüm.”
Ulu Allah (c.c) buyuruyor:
“İnsanlardan değil, benden korkunuz.”[1]
“Eğer müminseniz, onlardan değil, benden korkunuz.”[2] buyurur:

Rivayete göre Hz. Ömer (r.a) çok ağlardı, hüngür hüngür yaş dökerdi. Bu yüzden yanaklarından süzülen yaşların bıraktığı iki siyah iz her zaman yüzünde görülürdü. Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki:
“Sağılan süt memeye dönmedikçe Allah korkusu ile ağlayan kimse cehenneme girmez.”
 
Rivayete göre Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki:
“Cennetlikler cennete girdikleri zaman melekler onları türlü türlü hayır ve nimetlerle karşılarlar, onlar için sedirler kurularak döşenir. Kendilerine çeşit çeşit yemek ve meyveler ikram edilir.

Bu nimetlerine rağmen üzerlerinde bir durgunluk fark edilir, belirli bir bekleyiş havası içinde bulundukları görülür. O zaman Ulu Allah “Ey kullarım! Burası durgun ve bekleyiş içinde olunacak bir yer olmadığı halde sizdeki bu durgunluk ve bekleme hali nedir” diye sorar. Cennetlikler bize yapılmış bir va’d vardı, şimdi zamanı geldi, diye cevap verirler.

Bu cevap üzerine Allah (c.c) meleklere perdeleri yüzlerinden kaldırın diye emir buyurur. Melekler ey Rabbimiz! Bunlar seni nasıl görebilirler, dünyada günah işlemişlerdi, derler. Meleklerin bu sözlerine karşılık Ulu Allah emrini tekrar ederek şöyle buyurur: “Perdeleri kaldırın, onlar dünyada iken bana kavuşmak arzusu ile zikretmişler, secde etmişler ve göz yaşı dökmüşlerdir.”

Perdeler kaldırılır ve bakarlar ansızın Allah katında secdeye kapanırlar. O zaman Allah onlara kaldırın başınızı, zira burası amel yeri değil, bağış ve mükafat yeridir, diye buyurur. Başlarını kaldırınca keyfiyet ölçüleri dışında onlara cemalini gösterir.

Arkasından sevinçlerini zirveye çıkarmak üzere onlara şöyle seslenir. “Ey kullarım, selam üzerinize olsun! Ben sizden hoşnudum, sizde benden hoşnut oldunuz mu? Cennetlikler şöyle karşılık verirler. Ey Rabbimiz! Nasıl hoşnut olmayalım ki, sen bize hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç bir insanın hayalinde canlandırmadığı nimetler verdin. Bu konuda Ulu Allah (c.c) Ayet-i Kerimesinde şöyle buyurur:
“Allah onlardan hoşnut oldu, onlarda Allah’tan hoşnut oldu.”[3]

Mikda’dan (r.a) rivayete göre Resülullah (s.a.v) şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: “Kıyamet gününde güneş, halka bir mil kalıncaya kadar yaklaşır.” Mikdat’dan rivayet eden Süleym b. Amir:
Vallah-i Resül-i Erkemin, hadisdeki “mil”den arzın mesafesi mi, yoksa göze sürme çekmek için kullanılan mil mi? murat ettiğini bilmiyorum, diyor.

İnsanlar ameli nispetin de terler içinde kalır. Ter, onlardan bir kısmının topuklarına, bazılarının kuşak yerlerine  ve bir kısmının da ağızlarına ve kulaklarına kadar çıkar. Onları adeta ter deryasına daldırır. Resül-i Ekrem (s.a.v) eliyle ağzını işaret ederek: “İşte buraya kadar, buyurmuşlardır.”[4]

Ebu Hüreyre’den (r.a) şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Bir gün Resül-i Ekrem’le beraber bulunduğumuz esnada bir gümbürtü duyduk, Resül-i Ekrem (s.a.v):
“İşittiğiniz gürültünün ne olduğunu biliyor musunuz?” Biz de: Allah ve Resül’ü bilir dedik, Nebi (s.a.v):
“Bu, yetmiş seneden beri cehenneme atılmış bir taştır. Bu güne kadar durmadan yuvarlanıyordu. Nihayet cehennemin dibine düştü. Şimdi gürültüsünü işitmiş bulunuyorsunuz.”[5] buyurdu.

 Ebu Berze b. Ubeyde el-Eslemi’den (r.a) rivayete göre Resülullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
 “Kıyamet gününde adem oğlu, şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz: Ömrünü nerede ve ne suretle harcadığından, yaptığı işleri ne maksatla yaptığından, malını nereden kazandığından ve nerelere sarf ettiğinden, vücudunu, sıhhatini nerede ve ne suretle yıprattığından.”[6]

Berâ (r.a) anlatıyor: Biz Resûlullah (s.a.v) ile birlikte bir cenazede beraberdik. Aleyhissalâtu vesselâm kabrin kenarına oturup ağladılar, öyle ki (göz yaşlarıyla) toprak ıslandı. Sonra da:

“Ey kardeşlerim İşte (başımıza gelecek) bu aynı (ölüm hadisesi) için iyi hazırlanın” buyurdular.
 Abdullah İbnu Mes’ud (r.a) anlatıyor: Resülullah (s.a.v) buyurdular ki: “Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanak yumrusuna değecek kadar akan hiçbir mümin kul yoktur ki, Allah (c.c) onu (ebedi) ateşe haram etmesin!”
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: “Kim korkarsa akşam karanlığında yol alır. Kim akşam karanlığında yol alırsa hedefine varır. Haberiniz olsun Allah’ın malı pahalıdır, haberiniz olsun Allah’ın malı cennettir.”

Hz. Enes (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu: “Kendini nasıl buluyorsun?” Genç: Ey Allah’ın Resûlü, Allah’tan (rahmetinden) ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum” diye cevap verdi. Resûlullah (s.a.v) da şu açıklamayı yaptı: “Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümit ettiği şeyi mutlaka verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar.”

Hz. Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: “Mümin, Allah indindeki ukubeti bilseydi, cennetten ümidini keserdi. Eğer kâfir Allah’ın rahmetini bilse idi, cennetten ümidini kesmezdi.”

Ebu Hureyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v): “Süt, memeye girmediği gibi Allah korkusundan ağlayan kimse cehenneme girmez. Bir kulun burun deliklerinde Allah (c.c) yolunun tozu ile cehennem dumanı hiçbir zaman bir arada bulunmaz.”[7]

 Hz. Aişe’den (r.anha) rivayet olunduğuna göre Hz. Aişe Peygamberimiz’e (s.a.v): “Ya Resülallah! “Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar’[8] Ayet-i hırsızlık yapan, zina eden ve içki içen kimseler hakkında mıdır? diye sormuş. Resülullah da (s.a.v), “Hayır, oruç tutan, namaz kılan, sadaka veren, fakat buna rağmen Hak Teala’nın kabul etmemesinden korkan kişiler hakkındadır.”[9] buyurdu.
[1] Maide / 44.
[2] Al-i İmran / 175.
[3] Beyine / 8
[4] Müslim.
[5] Müslim.
[6] Tirmizi.
[7] Tirmizi.
[8] Mü’minin / 60.
[9] Müslim.

Allah Korkusunun Yedi Alameti

Birinci alamet dilde belirir:
Allah korkusu taşıyan kul dilini yalandan, dedikodudan, koğuculuktan, iftiradan ve boş konuşmaktan alıkor. Bunlar yerine onu zikirle, Kur’an okumakla ve ilmi konuşmalarla meşgul eder.

İkinci alamet kalpte belirir:
Allah korkusu taşıyan kul başkalarına karşı kalbinde düşmanlık, iftira ve kıskançlık barındırmaz. Çünkü kıskançlık iyilikleri mahveder. Nitekim Peygamberimiz  (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Ateş odunu nasıl yerse (yakarsa) kıskançlık da iyilikleri öyle yer (yok eder)” Bilesin ki, kıskançlık, kalp hastalıklarının başlıcalarından biridir ve bu hastalıklar da ancak ilimle ve iyi ameller işleyerek tedavi edilebilir.

Üçüncü alamet gözde belirir:
Allah korkusu taşıyan kul, haram yiyeceğe, haram içeceğe, haram giyeceğe (kısacası) haram olan hiçbir şeye bakmaz. Dünyaya aç ve muhteris gözlerle değil, ibret almak amacı ile bakar. Helal olmayan şeylerden bakışlarını uzak tutar. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v)   şöyle buyurur:
“Kim gözünü haramla doldurursa Allah da onun gözünü kıyamet günü ateşle doldurur.”
 
 Dördüncü alamet karında belirir:
Allah korkusu taşıyan kul, karnına haram lokma sokmaz, çünkü haram lokma yemek ağır günahlardan biridir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
“İnsanoğlunun karnına haram bir lokma inince, lokma midesinde kaldığı sürece yerde ve göklerdeki melekler tekrar tekrar üzerine lanet yağdırırlar. O lokmayı hazmederken öldüğü takdirde varacağı yer cehennemdir.”
 
Beşinci alamet eller de belirir:
Allah korkusu taşıyan kimse, ellerini harama değil, Allah’ın rızasına uygun şeylere uzatır.

Altıncı alamet ayaklarda belirir:
Allah korkusu taşıyan kimse, günah işlemeye değil, Allah’ın emrine uygun ve onun rızasını kazandıracak işlere doğru yürür, alimlerle ve iyi amel işleyenlerle buluşmak gayesi ile adım atar.

Yedinci alamet amelde belirir:
Allah korkusu taşıyan kimse, ibadetini sırf Allah (c.c) rızası için yapar, riyadan ve münafıklıktan kaçınır, böylelikle Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden  olur:
“Rabbinin katında ahiret, günahlardan korkanlar içindir.”[1]
[1] Zuhruf / 35.