Sabır Hakkında Hadis-i Şerifler

Fahr-i Kainat (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Müminin işi teaccübe  şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu meziyet yalnız mümine mahsustur. Zira o sevinirse şükreder. Bu ise onun için hayırdır. Başına bela gelirse sabreder. Bu da onun için hayırdır.”[1]
Cenabı Hakk kullarını imanı nispetinde sabır ile imtihana tabi tutar. İptilalara maruz bırakır. İman kemalleştikçe imtihanlar da o nispette artar.

Ayet-i Kerimesinde:
“İnsanlar yalnız inandık demeleri ile bırakılıvereceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?”[2] buyuruyor.

Çünkü ihlas ve sadakat imtihanla belli olur. Serbest zamanlar da herkes güzeldir, imtihan ve iptilalarda ise kimin için de ne varsa o meydana çıkar. Ashab-ı Kiram (R.Anhüm) Efendilerimizden bazıları, iptilalara sabretmeyen müminlerin imanlarına kıymet vermezlerdi.
Abdülkadir Geylani hazretleri (k.s):

“Sabır, belayı edeple karşılamaktır. Yani ne zahiren ne de batinen sarsılmamaktır.” buyurmuşlardır.
Ebu Said b.Malik b. Sinan el-Hudri’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Ensar’dan bir cemaat, Peygamber’den (s.a.v) mal istediler; o da verdi. Tekrar istediler; yine verdi. Nihayet yanındaki mal bitti. Elindeki olan her şeyi verdikten sonra onlara şöyle dedi.
“Yanımda mal olaydı sizden esirgemezdim. Teseülden (istemekten) sakınmak isteyenleri Allah afif kılar. Halktan müstağni olmak isteyenleri de Allah zengin eder. Bir kimse sabretmek isterse, Allah (c.c) ona sabır verir. Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir şey verilmemiştir.”[3] 

 Ebu Hureyre’den (r.a): rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v):
“Erkek olsun kadın olsun, bir mümin Rabbine günahsız, tertemiz kavuşuncaya kadar, başından, çoluk çocuğundan, malından bela eksik olmaz” buyurmuştur.[4]

 Enes b. Malik’ten (r.a) rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) bir kabrin başında ağlayan bir kadının yanından geçti. “Allah dan kork ve sabret” dedi. Kadın:

“Geç git; zira benim başıma gelen musibet senin başına gelmemiştir, dedi. Peygamberi tanıyamamıştı. Onun peygamber olduğunu kadına söylediler, bunun üzerine kadın, Peygamber’in (s.a.v) kapısına geldi, kapıda kapıcıların bulunmadığını gördü ve:
Ben seni tanıyamadım, diye Peygambere özür etti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) “Asıl sabır, musibetin ilk anında olanıdır” buyurdu.
Müsli’min diğer bir rivayetinde, “Çocuğu için ağlıyordu.” deniliyor.

Sabır birkaç türlüdür. Allah’ın emirlerine uymakta sabretmek (sebat)
Allah’ın yasaklarından uzak durmada sabretmek (direnmek)
Musibete bilhassa ilk şok anının sarsıntısına karşı sabretmek (katlanmak)
Abbasın oğlu A t a nın rivayetinde Resül-i Ekrem (s.av) E n s a r ın bulunduğu bir toplantıya gitti ve:
“Siz mümin misiniz? diye sordu. Bu soru üzerine herkes sustu. Hz. Ömer:
“Evet müminiz, ya Resülallah” dedi. Peygamberimiz (s.a.v):
“İmanınızın belirtisi nedir? diye sordu. Onlar:
“Genişlikte şükreder, darlıkta sabreder ve kazaya rıza gösteririz” dediler. Bunun üzerine Resül-i Ekrem (s.a.v):
“Kabe’nin Rabbine yemin ederim ki müminsiniz.”[5] buyurdu.
Başka bir mübarek sözünde de Resül-i Ekrem (s.a.v):
“Hoşlanmadığın şeye sabır etmende büyük hayır vardır.”[6] buyurdu.
 Müseyyeb yolu ile gelen bir rivayette Yezid Rekkaşi şöyle anlattı.
Bir adam ölüp kabre girdiğinde namazı gelir; sağına durur. Zekatı gelir; soluna durur. İyiliği gelir; onu korumasına alır. Sonra sabrı gelir; onun için müdafaaya geçer. Diğerlerine şöyle  der.
“Eğer bu arkadaşınızı kurtaracaksanız öne geçin. Yoksa ben arkadan onun müdafaasını yaparım.” Yani ona gelecek azabı atmaya gücünüz yeterse yapın. Yoksa ben hepinize bedelim. Ondan azabı tek başıma def ederim.
Bu rivayet, şunu gösterir ki, sabır, amellerin en üstünüdür.
Allah Teala bu konuda şöyle buyurdu:

“Sabredenlere, mükafatları hesapsız verilecektir.”
 Anlatılır ki:
“Bir kimse kötü bir iş yaparsa, cezasını görür.”[7]
Ayet-i Kerimesi nazil olunca, Hz. Ebu Bekir (r.a) şöyle sordu.
Bu Ayetten sonra, nasıl ferahlık olur, ya Resülallah?
Resülullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Allah seni bağışlasın, ey Ebu Bekir! Sen hiç hasta olmuyor musun? Sana bir eza gelmiyor mu? Sen hiç yorulmuyor musun? Sen hiç üzülmüyor musun? Bütün bunların hepsi, senin günahlarına kefarettir.”
 Fakih Ebu Cafer, Ebu Hureyre’ye (r.a.) istinaden şöyle anlattı.
Resülullah’ın (s.a.v) yanına biri geldi. Resülullah (s.a.v) midesini bastırıyordu. Ondan sordu. Şikayetin ne?
“Açlık” cevabın alınca ağladı. Sonra çıkıp gitti. Kendine bir iş buldu. Sakalık yaptı. Her kova suya karşılık bir hurma aldı. Sonra, o aldığı o hurmalardan bir miktar Resülullah’a (s.a.v) getirdi. Gelince, Resülullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Yaptığını gördüğüm bu işi ancak beni sevdiğin için yaptın.”

O adam şöyle dedi: Allah’a yemin olsun; seni seviyorum. Resülullah (s.a.v): “Eğer beni sevmekte doğru isen belayı gömlek yap. Vallahi, beni sevene bela; dağın tepesinden akıp gelen selden daha çabuk gelir.” Buyurdu.

   İbn Abbas (r.a) Resülullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu anlattı:
“Üç şey var ki, kime verilirse, dünya ve ahiretin iyiliği ona verilmiş olur.” Onlarda şunlardır. “Kazaya rıza, Belaya sabır, Genişlikte dua..!
     Hz. Ali (r.a) “Eğer sabredersen, zaten kalem senin hakkında olanları ezelde yazmıştır ve sende sevap kazanmış olursun. Yok eğer sabırsızlık gösterirsen, yine kalemin senin hakkında yazdıklarını değiştiremezsin ve üstelik de günahkar olursun.” demiştir.
Seriyy es-Sekati (k.s) “Sabrın anlamı, sırtında dağları ve insanoğullarını taşıyan toprak gibi olman demektir.”

İsmail Fakirullah (k.s) “Sabrın başlangıcı çok acı, sonu bal gibi tatlıdır.”
Kabul Ahbar (k.s) “Sabrın en büyüğü, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı sabretmektir.”

[1] Müslim.
[2] Ankebut / 2
[3] Buhari-Müslim.
[4] Tirmizi-Sahih; R.Salihin Hadis No:49
[5] Taberani-İhya c.4 s.117
[6] Tirmizi.
[7] Nisa / 23

Sabır

“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.”[1] (Sabır ile namaz, nefsin kötü arzularına karşı en büyük silahtır.)

 Isamüddin’in beyanına göre “Allah sabredenlerle beraberdir.” Çünkü sabredenler, Mevla’yı zikirden gafil değildir. Sabırsızların kalbi ise, Mevla’yı zikirden yüz çevirmiştir. Mevla’yı zikirden vazgeçen bir kalp, dünya bütünüyle onun olsa da, dünya kederleri ile dopdoludur.
(Resülüm) Söyle: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah’ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükafatları hesapsız ödenecektir.”[2]

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) sabredenleri müjdele!”[3]

İbn-i Mesud (r.a) şöyle buyurdu:
“Gökten düşüp parçalanarak ölmem, Mevla Tealanın takdir ettiği bir şey hususunda. “Keşke bu olmasaydı” dememden bana daha sevgilidir.”

   Hz. Ali (r.a) buyurdu ki:
“Bir musibet anında elini dizine vuranın, muhakkak ecri habt olmuş (sevabı batıl olmuş) tur.”[4]

“Sabah akşam Rablerine, onun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret.”[5]

   “Allah ve Resulüne itaat edin, birbirizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[6]

Bir Hadisi kudsi de: “Kul hastalandığı zaman, Allah Teala ona iki melek gönderir ve bakın ziyaretçilerine ne diyor? Şayet ziyaretçiler geldiğinde Allah’u Teala’ya hamd-ü sena ederse, Melekler onu Allah’a yüceltirler ve Allah Teala şöyle buyurur.

“Eğer kulumun ruhunu kabz edersem, onu cennette koymayı üzerime alıyor. Eğer şifaya kavuşturursam etini daha iyi etle, kanını daha iyi kanla değiştirir ve günahlarını örterim.”[7]
Açıklama: Hadiste.”Şayet ruhunu kabz edersem onun cennete koymayı üzerime alıyorum” ifadesi şayet kulumun ölüm sebebini bu hastalığa bağlayıp ezeli ilmimde takdir etmişsem onu cennete koyarım manasınadır.
“Şayet onu hastalıktan, şifaya kavuşturursam etini iyi bir etle kanını da hayırlı bir kan ile değiştirir ve onun günahlarını örterim, ifadesinde:
“Şayet onun hastalığını kendisi için bir imtihan kılmış isem o da bana hamd, sena ederek imtihanı kazanırsa, hasta olmadan önceki durumundan daha iyi bir sağlığa kavuştururum ve bunun yanında hastayken çektiği sıkıntıya karşılık günahını silerim. (Allah en iyisini bilendir.)
Başka bir kudsi hadiste de: Ebu Musa El-Eşari (r.a) rivayet etmiştir. Resülullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur.
“Kulun çocuğu öldüğünde Allah’u Teala Meleklerine: Kulumun çocuğunu aldınız mı? Melekler evet derler. Kulumun kalbinin meyvesini aldınız mı? Melekler evet derler. Allah, kulum ne dedi? buyurdu. Melekler, Sana hamd etti ve: “Biz Allah-a aitiz, yine ona döneceğiz” dedi, derler. Allah Teala: “Kulum için cennette bir ev yapın ve adını “HAMD EVİ” koyun buyurur.”[8]

  Yine hadisi kudsi de: Ebu Umame’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Resülullah (s.a.v.) buyurdular ki: Allah Teala şöyle buyurur: “Ey adem oğlu! İlk sadmede sabreder ve ecrinin senin için saklanmasını istersen, senin için cennetten başka bir mükafata razı olmam.”[9]

  Rivayet olunduğuna göre Hakk Celle ve A’la Hz. Davu’da şöyle vahyetmişti: “Ey Davud! Benim ahlakımla ahlaklan, şüphesiz ki ben çok sabrediciyim ve bu benim ahlakımdandır.”

Hz. Ali, (r.a) “Vücuda göre baş ne ise, imana göre sabır da odur” buyurmuştur.

   “Allah sabredenleri sever”[10]

[1] Bakara / 153
[2] Zümer / 10
[3] Bakara / 155
[4] Ruhul furkan c.2 s.110
[5] Kehf / 28
[6] Enfal / 46
[7] İmam-ı Malik Muvatta c.2 s.206; Kudsi hadisler; s. 135
[8] Tirmizi.
[9] İbn-i Mace.
[10] Al-i İmran / 146

Tevazu’nun zıddı olan kibrin hakikatı ve afeti

Hadis-i şerifte buyrulmuştur ki:
Kalbinde zerre kadar kibri olan Cennet’e giremez.”

Resül-i Ekrem’e (s.a.v) S a b i t b. K a y s:
Ya Resülallah, ben süs ve zineti severim, bu da kibirden midir? diye sorduğunda, Resül-i Ekrem:
“Hayır, o kibir değil; kibir, Hakk’a karşı böbürlenmek ve insanlara hakarettir.” buyurmakla kibri bu iki afet ile izah etmiştir.

Bir hadis-i şeriflerin de Resül-i Ekrem (s.a.v):
“Kula, din kardeşini hakir görmesi kötülük olarak yeter.”[1] buyurmuştur.
Nitekim İ s r a i l oğullarında, biri ibadetle, diğeri de kötülükle şöhret bulan iki kimse vardı. Hatta rivayete göre abidin başında daima bir bulut bulunur ve onu gölgelendirirdi. Kötü bir insan bir gün bu abidin yanından geçerken, Bu adam iyi bir insan, ben ise kötü bir insanım. Bunun yanında biraz oturayım. Umulur ki, bunun yüzü suyu hürmetine Allah Teala beni de affeder diyerek adamın yanına oturdu. Abid, bu kötü insan kim oluyor ki, benim yanımda oturuyor, düşüncesiyle adamı kovar.

Bunun üzerine Allah Teala zamanın peygamberine, her ikisinin de geçmişini yok ettim adamı affettim, abidin ibadetini yok ettim. Her iki kimse de yeniden ibadete başlasınlar diye vahyetti.
Rivayete göre Ö m e r b. A b d ü a z i z ‘e bir misafir gelmişti. Akşam lambanın yağı bittiği için lamba sönmeğe başladı. Halbuki kendisi bir şeyler yazıyordu. Misafir:

“Ben bunu düzelteyim” dedi. Ömer b. Abdülaziz: “Hayır misafire hizmet ettirmek kerem değildir,” dedi.
Misafir: O halde hizmetçiye haber vereyim, dedi. Ömer b. Abdülaziz: “Hizmetçi yeni uykuya yattı. Onu uyandırmak da doğru değildir,” diyerek bizzat, kendi eliyle lambanın yağını koydu ve ışığı yaktı. Misafir: “Bizzat kendin bu işi yaptın? deyince, Ömer:
“Evet giderken de Ömer, gelirken de yine Ömer  idim, hiçbir şey değişmedi. İnsanların hayırlısı “Tevazu” gösterendir,” dedi.
 Hz. A l i (r.a) de. “İnsanın bizzat kendi eliyle, evine ihtiyacını götürmesi, ona bir noksanlık getirmez.” demiştir.
Evinin ihtiyacını kendi eliyle götürmemek de kibirdendir ve tevazuun aksidir. (zıddıdır) Resül-i Ekrem (s.a.v) bizzat kendisi tutar ve evine götürürdü.
[1] Müslim.

Tevazu Hususunda Büyüklerin Sözleri

Hz. Ebu Bekir (r.a) : “Keremi takvada, zenginliği yakinde ve şerefi tevazu da bulduk.” demiştir.

Hz. Ömer (r.a) diyor ki: “Kul Allah için tevazu gösterdiği zaman, Allah Teala onun hikmetini artırır ve yükselttirir.”

Fudayl b. İyaz (k.s.) “Tevazu; İster cahilden, ister çocuktan olsun, hakkı duyduğun vakit, ona boyun büküp onu kabul etmendir.”

  Yahya b. Muaz-ı Razi (r.a) “Yüksekliği aradım, tevazu da buldum, tevazu güzeldir, ama zenginlerde bulunursa, çok daha güzel olur. Her kimde bulunursa bulunsun, kibir çirkindir. Ama fakirlerde bulunursa çok daha çirkin olur.”

  A m r b. Ş e y b e anlatıyor: “Mekke de Safa ile Merve arasında bulunuyorduk. Bir adamın katır üzerinde geldiğini, etrafındaki hizmetçilerin herkese karşı sert davrandıklarını, adamın heybet ve ihtişam içinde olduğunu gördüm. Aradan yıllar geçti, deve üzerinde Bağda da girdim. Orada başı kabak, yalın ayak, uzun saçlı bir adam gördüm. Adamı tanıyacak gibi oldum.

Bunun için dikkatli dikkatli kendisine bakıyordum. Adam bakışımın sebebini sordu. Ben de kendisine: “Seni birine benzetiyorum, dedim ve kime benzettiğimi anlattım. Adam: İşte o gördüğün benim. Tevazu gösterilmesi gereken yerde kibirlendim. Şimdi insanların kibirlendikleri yerde bu hale düştüm.” dedi.

Kıssadan Hisse (tevazu)

  Ahmed-i Rufai Hazretleri (k.s) Bir gün talebelerine: İçinizde kim bende bir ayıp görüyorsa bildirsin, dedi. Müritlerinden biri: Efendim, sizde büyük bir ayıp var, diye cevap verdi. Ayıbını talebesine soracak kadar kendini aşmış bu mütevazi insan hiç kızmadı, talebesi böyle söylüyor diye üzülmedi, belki sadece ayıbından kurtulabilmek ümidiyle sordu: Söyle dedi, kardeşim, o ayıbım nedir? Talebe gözleri dolu dolu:
“Bizim gibilerin size talebe olması, dedi. Bu söz gönüllere çok tesir etmiş, sohbette bulunan herkes ağlamaya başlamıştı. Ahmed-i Rufai Hazretleri de ağlıyordu. Bir ara sadece:
-Ben sizin hizmetçinizim, ben hepinizden aşağıyım diyebildi.

Tevazu

Beğenilen bir özelliktir. Ancak, sınırı çok iyi ayarlanmalıdır. Kişinin şahsiyetini ortadan kaldıran hafifmeşreplik tevazu değildir. Alim, bir yaşmakçı kendisine geldiği vakit, onun için eğilir ve onu kendi yerine oturtur, sonra ayakkabılarını çevirir ve kendisini kapıya kadar uğurlarsa, zillete düşmüş olur ki, bu, makbul değildir.

Allah katında makbul olan, adalet ve itidaldir. Yani herkese hakkını vermektir. Bu gibi tevazuu, insan akranına karşı yapmalıdır. Gelişi güzeli insanlara karşı tevazu, onlara kıyam etmek, güler yüzlü olmak, sual ve davetlerine icabette yumuşak davranmak, ihtiyaçlarına gitmek ve benzeri şeylerle olur. Ayrıca kendini onlardan üstün görmemek, tahkir etmemek, küçümsememek ve son nefesi bilemediği için kendisini üstün görmemekle olur.

İnsan büyüklük taslamamakla birlikte, zamanın ve yerin gerektirdiği davranışı göstermelidir. Yoksullar, düşkünler ve çocuklarla ilgilenmek, onların hal ve hatırlarını sormak tevazudur. İnsan mevkisi ne olursa olsun Allah’ın kulu olduğunu unutmamalıdır.

İslam tevazu’a büyük önem vermiştir. Peygamberimiz bu özelliği hem bizzat üzerinde taşımış, hem de sözleriyle tavsiye etmiştir. Bir gün kendisine bir adam getirilir, gelen şahıs korkudan titremeye başlar. Bunu gören Allah Resulü (s.a.v): Sakin ol, ben bir melik değil, Kureyş’ten, kuru et yiyen bir kadının oğluyum.buyurmuştur.

Tevazu Hakkında Hadis-i Şerifler

Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki:
Ulu Allah şu dört şeyi sadece sevdiklerine nasip eder.

  • Az konuşmak. O ibadetlerin başıdır.
  • Allah’a güvenmek.
  • Tevazu (alçak gönüllülük)
  • Dünyaya gönül bağlamamak.

 Yine Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Rabbim beni kul ve Resül olmakla, hükümdar ve nebi olmak arasında muhayyer kıldı. Hangisini tercih edeceğimi bilemedim. O sırada meleklerden dostum C e r a i l e baktım. O da: Rabbin için tevazu et, dedi. Ben de kul ve Resül olmağı tercih ettim.”[1]
İsa (a.s) “Dünyada alçak gönüllü olanlara müjdeler olsun ki, kıyamet günü onlar kürsü sahipleridir. Dünyada ara bulup barıştıranlara müjdeler olsun ki, kıyamette Firdevs cennetine onlar varis olacaklardır. Dünyada kalbini temizleyenlere müjdeler olsun ki, kıyamet günü Allah’ü Teala’nın cemaline onlar bakacaklardır.” buyurdu.

  Bir başkası da şöyle anlatıyor: “Duyduğuma göre Resül-i Ekrem (s.a.v):
“Allah Teala bir kimseyi İslamiyet’e hidayet eder, suretini güzel yapar, nesebinde de bir yüz karalığı bulunmaz, bununla beraber tevazuuda ona nasip ederse, işte bunlar, Allah’ü Teala’nın ihtiyar (seçtiği) kimselerdir.”[2] buyurmuştur.

 Yine Resül-i Ekrem (s.a.v):
“Ümmetimden alçak gönüllü olanları gördüğünüz zaman, siz de onlara tevazu gösterin, fakat kibirlileri gördüğünüz zaman, siz de onlara karşı kibredin. Zira mütekebbire karşı kibriniz, onları hakir ve küçük düşürmektir.” buyurmuştur.

  Hz. Talha’dan (r.a) rivayetle Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
“İktisad edeni Allah zengin eder, israf edeni Allah fakir kılar, tevazu göstereni Allah yüceltir, zulmedeni Allah paralar.”

 Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki:
Ulu Allah şöyle buyuruyor: “Büyüklük benim ridam (paltom), ululuk ise izarımdır (gömleğimdir) (tamamen bana mahsus sıfatlardır) Bu iki sıfatla bana ortak çıkmaya yeltenen (Kendini beğenmiş ve gururlu) kimseyi cehenneme atarım. Bence önemli değil.”

  Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki:
(Dünyada iken) “Büyüklük taslayan kimseler Kıyamet günü Mahşer yerine erkek kılığında küçük karıncalar gibi geleceklerdir. Onlara her yerden hakaret yağacak (ve mahşer yerindekiler onları ayaklarıyla ezecek) tir. Cehennemde “bülis” adında bir yere atılacaklardır. Onların her yanını en kavurucu ve yakıcı cehennem ateşi saracaktır. Ve bunlar cehennemde vücutlarında irin akan cehennemliklerin atıldıkları yere atılacaklardır.”[3]

Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki:
“Kalbinde hardal tanesi kadar bile iman (nuru) bulunan kimse cehenneme giremez (ebedi olarak ateşte yanmaz) Buna karşılık gönlünde hardal tanesi kadar kendini beğenmişlik (kibir) taşıyan kimsede Cennete giremez.”

Yine Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki:
“Alçak gönüllülüğün başı, kişinin (ister tanısın, ister tanımasın) karşılaştığı her mümine selam vermesidir. Ayrıca her hangi bir toplantıda (baş saflarda değil de) kıyıda, köşede oturması ve iyilikseverliği ile takvalığı dile getirildiğinde bunları hoş karşılamayan tutum takınması, kişinin alçak gönüllülüğündendir.”

  Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki:
İsrailoğullarından bir abid Allah’a tam yetmiş yıl ibadet eder. bu arada hiç bozmadan da bütün günlerini oruç tutarak geçirir. Nihayet bir gün, yaptığı bunca ibadetine karşılık, Ulu Allah’a bir ihtiyacını gidermesi için yalvarıp yakarır. Bakar ki Ulu Allah bu  dileğini yerine getirmez.
Bu durum karşısında abid kendi kendine şöyle söylenir: “Ey nefis… Sen bunca yıl ibadet ettin, oruç tuttun. Eğer Allah katında bir mevki ve derecen olsaydı, şüphesiz ki Allah senin bu mütevazi ihtiyacını yerine getirirdi.

Bunun üzerine Ulu Allah bir melek göndererek onun vasıtasıyla abide şöyle buyurur: “Ey insanoğlu!. Şu anda göstermiş bulunduğun alçak gönüllülük, Allah katında, yetmiş yıllık ibadetinden daha değerlidir.
Ardından da Ulu Allah abidin ihtiyacını giderir. Sebebi de yetmiş yıllık ibadeti değil, gösterdiği alçak gönüllülüktür.
Ey aklı başında kimseler!… Bu olaydan kendinize ibret dersi çıkarmaya bakın ve alçak gönüllülük edenlerden olmaya çalışın.

  Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki:
Ulu Allah Musa Peygamber’e (a.s) şöyle buyurur. “Ey Musa!… Ben seni sözdaşım olarak seçtim ve seninle sözsüz ve vasıtasız olarak konuştum.”
Hz. Musa da: “Ey Rabbim, onu sen bilirsin” diye cevap verdi: Bunun üzerine Ulu Allah şöyle buyurdu.
“Ey Musa, ben tüm kullarımın kalplerine baktım. Senin kadar alçak gönüllü birini asla göremedim. İşte o yüzden seni sözdaşım olarak seçmiş bulunuyorum.”

 Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki:
“Bir alime izzet ve ikramda bulunan kimse Peygambere, bir talebeye izzet ve ikramda bulunan kimse de şehitlere ikramda bulunmuş kadar sevap kazanır. Yüreğinde gerçek ilim adamlarına karşı sevgi besleyen (ve onların gösterdiği aydınlık Allah yolundan sapmayan) kişinin bütün hayatı boyunca işlediği (ufak-tefek) kusurları amel defterine asla yazılmaz.”
 [1] Taberani.
[2] Taberani.
[3] Tirmizi.

Tevazu

Alçakgönüllülük, Kibirlenmenin, büyüklük taslamanın zıttı olan tevazunun tanımı için bir ayeti Kerimede Cenabı Hakk (c.c) şöyle buyurmaktadır:

“Rahmanın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde alçakgönüllülük (Tevazu) ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incinmeksizin) selam derler (geçerler)”[1]

Tevazu İle İlgili Ayetler

Başka bir Ayeti celile de  Cenab-ı Hakk, (c.c) şöyle buyurmuştur.
“Sana uyan müminlere (merhemet) kanadını indir.”[2]

Çünkü Cenabı Allah Al-i İmran süresinin 159. Ayeti Kerimesinde şöyle buyurmaktadır.
“O vakit Allah’tan bir rahmat ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.”

  Yine Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor.
“Allah katında en değerliniz en çok Allah’tan korkanınızdır.”[3]  Öyleyse insanların kendilerini üstün görmeleri yanlış bir davranıştır. Başka bir Ayette de Allah Teala:

“Siz nefislerinizi övmeyiniz, kimin muttaki olduğunu Allah daha iyi bilir.” [4] buyurarak yine bize mütevazi olmamızı emretmiştir.

Tevazu İle İlgili Hadisler

Bu konuda Peygamber Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak Allah’u Teala, bana, sizin mütevazi olmanızı vahyetti. Öyle ki, hiç kimse kimseye karşı övünmeyecek ve hiç kimse kimseye zülmetmeyecek.” [5]

Başka bir hadislerinde de:
“Her kim Allah için alçakgönüllülük yaparsa, Allah muhakkak onun derecesini yükseltir.”[6]
Allah Teala  Lokman süresinin 18. Ayeti Kerimesinde şöyle buyurmuştur:
“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.”

 Hazret-i Enes (r.a) çocukların yanından geçerken onlara selam verdi ve: “Resül-i Ekrem Efendimiz de böyle yapardı.”[7] dedi.
Esved b. Yezid’den (r.a): Resül-i Ekrem (s.a.v) evinde ne yapardı diye Hz. Aişe’ye soruldu.
“Ev işiyle uğraşırdı, Ehl-ü İyeline hizmet ederdi; namaz vakti gelince camiye çıkardı.”[8] cevabını verdi.

Tevazu İle İlgili Menkıbeler

Rivayete göre, Valilerinden biri Hz. Ömer’i (r.a) evinde ziyaret eder. makamında ciddiyeti ile tanınan Hz. Ömer’i (.a) evinde ölçülü bir tevazu içinde çocuklarıyla şakalaşmakta olduğunu görünce vali şaşırır ve ona: “Evde siz hep böyle misiniz? Ey müminlerin Emiri diye sorar.
Hz. Ömer (r.a): “Evet, ya sen evde nasıl davranırsın?” diye valiye sorar. Vali: “Ben eve girince ev halkı telaşa kapılır. Her biri bir köşeye kaçar. Ben olduğum yerde seslerini çıkaramazlar” der.

Hz. Ömer (r.a) bu cevaba kızar ve valiye: “Şu andan itibaren sen artık vali değilsin. Çünkü ailesine şefkat ve merhamet göstermeyen, diğer Müslümanlara hiç göstermez. Seni valilikten azlettim.” der.
Ebu Rifaa Temim b. Üseyd’den (r.a): hutbede iken Hazret-i Peygamberin yanına geldim.
“Ya Resülallah! Dinini bilmeyen bir garip adam geldi, öğrenmek istiyor.” dedim. bunun üzerine bana doğru dönen Resül-i Ekrem hutbesini kesip bana yaklaştı. Peygamber’e (s.a.v) bir kürsü getirdiler, üzerine oturdu. Allah’ın kendine öğrettiği şeylerden bana öğretmeye başladı, sonra hutbesine devam edip tamamladı.[9]
Rivayete göre; Resül-i Ekrem evinde ashabı ile birlikte yemek yerken kapıdan bir sail (dilenci) seslendi. Resül-i Ekrem saili içeri aldı. Sail kötürüm idi. Resül-i Ekrem onu dizine alarak: “Ye” buyurdu. Orada bulunan biri, adamın hastalığından hoşlanmadı, onu kerih görüp kibirlendiği için, ölmeden aynı hastalığa yakalandı.
Resül-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Her insan ile iki melek vardır. Onun boynunda takılı bir ip var; o ipi tutarlar, kibirlendiği vakit ipi aşağı doğru çekerek: Allah’ım bunu alçalt, derler. Tevazu ettiği zaman ise, ipi yukarı doğru çekerek: Allah’ım, bu adamı yücelt, derler.”[10]
  Allah Teala M u s a (a.s) “Ben azametim karşısında tevazu edip gündüzleri beni zikrederek benim için şehvetlerinden uzaklaşan kimsenin namaz ve ibadetlerini kabul ederim.” buyurmuştur.
 Peygamber’imiz (s.a.v) bir gün sahabelere:
“Ne için sizde ibadet tadı göremiyorum” der. Sahabeler: “Ya Resülallah, ibadetin tadı nedir” diye sorarlar. Peygamberimiz (s.a.v): “Alçak gönüllülüktür” diye cevap verir.

Tevazu İle İlgili Şiir ve Dörtlük

Demek ki, kişi mütevazi olduğu zaman hem ibadeti kabul olur ve hem de yaptığı ibadetten tat alacaktır.
Şairin biri ne güzel söyler:

-Alçak gönüllü ol ki, kendisi yükseklerde olduğu halde
-Su yüzünde göze görünen yıldız gibi olasın!
-Duman gibi olma ki, yükseltir kendini
-Hava tabakalarına doğru, oysa ki alçaktadır.

[1] Furkan / 63
[2] Şuara / 215
[3] Hucurat / 15
[4] Necm / 32
[5] Riyazüs Salihin, Müslim.
[6] Müslim.
[7] Buhari. Müslim
[8] Buhari.
[9] Müslim.
[10] Beyhaki

Rüyanın Bilimsel Tarifi

Rüya, uykunun REM olarak tanımlanan evresinde yani göz hareketlerinin hızlı olduğu anlarla ilintili anlamlı anlamsız görüntü ses gibi olguların yaşanmasıdır. Rüyaların biyolojik muhtevası, matematiği ve amaçları tamamıyla anlaşılmış değildir. Rüyalar “hissiz algı’nın bir çeşidi veya objesiz algı olarak da değerlendirilebilir’’.

Rüyalar inanç dünyasını çeşitlendirip farklılaşmalara neden olmuşlar. Görülen rüyaların ilgilileri tarafından farklı yorumlana bilmeleri bize bir görüngü olduğunu göstermektedir. Şöyle ki; birinin anlattığı rüyayı dünyada ondan başka gören yoktur. Görenin beyanının, yorumlayanın da tahmini ötesinde ne varsa…Rüyaların bilimsel arenada incelendiği dala oneiroloji denir.

Rüya Nedir?
Hemen her insan uyku sırasında görsel ve işitsel olarak algıladığı hayalleri soyutsal kavramları ya da nesneleri görür bunu da rüya olarak tanımlar. Peki, biz niçin ve hangi surette rüya görüyoruz. İlk insanın yaratılışından bu güne kadar filozoflar, bilim adamları, din âlimleri rüyayı çeşitli şekillerde analiz etmeye çalışmışlar, açıklamışlar, düşünmüşler, fakat kesinlik ifade edememişlerdir. Her ne kadar kesinlik ifade edilememişse de şunu söyleyebiliriz: insanoğlunun gördüğü rüyalar çok büyük ve soyut bir dünyayı gerçekler tabi o dünyanın içinde kalmak suretiyle…

Rüya ölüm sonrası yaşamla ilintili olduğu gibi bu ilintiyi yakalamak ruh ve kalp temizliği ile olanak bulabilmektedir. Rüyayla ince detaylar realiteler keşif olunmuş ve ilelebet bu keşifler devam edecektir.

Bazı araştırmacıların tespitlerine ve görüşlerine göre, vücudun; uyku esnasında faaliyetten uzak olmasına, dinlenme veya uyku durumunda bulunmasına da gerek yoktur. Uyku sırasında alınan EEG değerleri üzerinde yapılan incelemelerde beyin fonksiyonlarında hareketsizlik görülmemiştir.

Bilgisayar bilimleri bölümü psikoloji kliniği araştırmacı Dr. Evans uykunun en önemli gayesinin rüya görmeye ortam hazırlaması olduğunu beyan etmiştir. Dr.W. Dument ise rüya görmenin önemini bünyesel, fiziksel dengelerin peyda olması ile açıklar.
İnsanoğlu yaşam süresinin yaklaşık olarak üçte birini uyuyarak geçirir ki bu da ortalama 60 senelik bir ömrün 20 senesi demektir.

Ruhbilimi alanında şöhret yapan S. Freud: uyku, günlük çalışmalarından yorgun hale gelen insan bedeninin dinlenme vaktidir ve insan rüya görür, bunun altında da şuur altı düşünceler hasretlikler sinema sahnesi gibi göz önünden geçer diye açıklamıştır. S.Freud bu açıklamasıyla rüyayı bir yönüyle tanımlamıştır aslında.

S.Freud’a göre şuurun sakladığı olgular açığa çıkmak için rüyadan faydalanır. Bazı saklı olgular ancak rüya kanalıyla ortaya çıkar. Freud’un bilimsel yaklaşımlarını benimseyen bazı hekimler rüyalara önem arz ederek hastalarının tedavisini sağlarlar.

Birçok soyut kavramların izahatları bilimsel arenalarda arz edilebilmekte ancak söz konusu rüyalar olunca bunun çok zor olduğu bilim çevrelerince de kabul edilmektedir. Olayın bilimsel dataların dışında ilmi yaklaşımlar yani dini açıdan da bakılmak zorunluluğu da bir faydalanılabilir realitedir. Eski dönemlerde yaşayan uygarlıklar rüyaları önemsemişler analizler yapmışlardır. Gördükleri rüyaların korku ilahları marifetiyle kendilerine verilen armağan ya da kötülük olarak algılamışlardır.

Dönemlerinde yaşayan bilge insanlar onları aydınlatmış görülen rüyalara yorumlar getirmişlerdir. Rüyaları ilk yorumlayanların kimler olduğu bilinmemekle beraber Babil kâhinlerinin bu sahada ilerlediği anlaşılmaktadır. Kaldeliler, eski Mısırlılar, eski Yunanlılar ve Araplar astroloji rüya yorumlama hususunda başarı sağlamışlardır. Ayrıca Araplar rüya yorumu ile ilgili yazılı kaynakları günümüze kadar taşımışlardır.

Rüyalarda Geleceği Görmek

Her insan rüya görür, bazıları akılda bile kalmaz. Ancak öyle esrarengiz rüyalar vardır ki uyanır uyanmaz kafamızı kurcalamaya başlar ve acaba bu rüya ne anlama geliyor diye düşünmeye başlarız. Acaba bu rüya gelecek ile ilgili ne anlam ifade ediyor diye düşünmekten kendimizi alı koyamayız. Bu yazımızda rüyalarda geleceği görmek mümkün müdür? Rüyalar geleceği gösterir mi? Rüyalar gelecekten haber verir mi? gibi sorulara yanıt arayacağız. Ayrıca geleceğin görüldüğü rüyalara örnekler vereceğiz.

Rüyalarda Geleceği Görmek Mümkün mü?
Rüyalar, yaşadığımız dünya ile başka âlemler arasında köprü olduğundan, gelecekteki olayları bildirmede az da olsa rolü vardır.
Tarihte bazı olaylardan rüya vasıtasıyla önceden haberdar olunmuştur. Rüya ile zafer ve fetih müjdeleri haber alınması veya savaştan geri durulması gibi olaylar yaşanmıştır. Bedir Savaşı, Uhud Savaşı ve Mekke’nin Fethi gibi İslam tarihinin önemli olaylarını Peygamberimiz gördüğü rüyalarla haber vermiştir.

Ayrıca İstanbul’un fethi ve benzeri, tarihimizdeki büyük zafer ve fetihler rüyalarla önceden müjdelenmiştir.
Zafer üstüne zafer kazanan Barbaros Hayrettin Paşa… Kendi ifadesiyle burnunun dibine gelen tehlikeleri hep rüyada haber alırmış ve aynen çıkarmış. Casusluk teşkilatının verdiği rapordan daha sağlam bilgiler elde etmiştir rüya sayesinde…
Her rüyayı mutlaka tabir ettirmek gibi bir zaruret ve mecburiyet yoktur. İbn-i Şirin rüya tabirinde uzman bir insan olduğu halde tabir etmediği rüyalar tabir ettiklerinden fazladır.

Rüya gören kimse, yazısız karikatür yapan ressama benzetilir. Çeşitli düşünceleri resimle anlatmak ne kadar zorsa rüya yorumu da o kadar zordur.

Akılda kalan rüyalar, daha çok uyanmaya yakın görülen rüyalardır. Derin uykuda görülen rüyalar ise genellikle hatırlanmaz.
Uzmanların tespitine göre rüya, kişinin o zamana kadar geçen yaşantısıyla ilgilidir. Rüyayı yorumlayabilmek için o kimsenin hayatını iyi bilmek gerekir.

Rüyalar bazen örtülü, bazen de açık olarak gelecekten haber verirler. Bu rüyalar bazı şekillere bürünerek gizlenirler. Rüyalar şuuraltından geçerken aldığı fotoğraflardan meydana gelen karışık hallerdir. Rüya yorumu, bu karışık şekilleri ayırt etmektir.
Rüyaların pek azı yoruma ihtiyaç duyulmadan görülür. (Peygamberlerin bazı rüyaları gibi…) Sadık rüyalar, geleceğe yönelik rüyalardır.

Hadislerde Rüya ve Rüya Tabirleri

Bu yazımızda Peygamber Efendimizin rüyalara verdiği önemden bahsedip, içinde rüyalarla ilgili sözlerin yer aldığı hadisleri örnek göstereceğiz. Böylece rüya tabirlerine Peygamberimizin gözünden bakmış olup, İslami Rüya Tabirleri’ ne açıklık getirmiş olacağız.

Hadislerde Rüya ve Rüya Tabirleri 

Peygamber Efendimizdir rüyalara ve rüya tabirine çok önem vermiştir. Böylece Peygamber Efendimiz, rüya tabiri ilmine temel ve destek olmuştur. Birçok hadisi şerifinde rüyalardan detaylıca bahsetmiştir. Bu hadislerden bazıları şunlardır:

“Rüya nübüvvetin kırk altıda biridir. Salih kimse, tarafından görülen gizli rüya, peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır.”

“Güzel rüya bir müjdedir. Onu Müslüman olan görür veya kendisine gösterirler.”

“En sadık rüya, seher vakti görülen rüyadır.”

“En doğru rüya gündüz görülen rüyadır. Çünkü Allah bana vahyi gündüz bildirdi.”

“Rüya üç kısımdır. Biri Allah’tan müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır. Biriniz hoşuna giden bir rüya görecek olursa dilerse onu anlatsın. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey görürse onu kimseye anlatmasın, kalkıp namaz kılsın.” “Rüya yorumlanacağı şekilde vaki olur. Bu hal tıpkı ayağını yerden kaldırır da ne zaman yere bırakacağım bekleyen bir adamın haline benzer. Onun için, biriniz rüya gördüğü zaman ancak nasihat veren birine veya âlime anlatsın ve yorumlatsın.”

“Rüya bir kuşun ayağında asılıdır. Sahibi onu anlatınca düşü-verir. Onun için onu ancak âlime veya öğüt veren akıllı kimseye anlat.”

“Müminin sevdiği rüya, nübüvvetin kırk altı parçasından bir parçadır. Kim böyle bir rüya görürse herkese anlatsın, hem de sevinerek. Kim sevilmedik bir rüya görürse o şeytandandır. Üç kere soluna tükürsün, sükût etsin ve onu hiç kimseye anlatmasın.” “İyi rüya Allah’tandır. Kötü rüya şeytandandır. Bir kimse, hoşlanmadığı bir rüya görürse sol tarafına üç defa tükürsün ve şeytandan Allah’a sığınsın. Böylece o rüya zarar vermez.”

“Salih rüya Allah’tan, kötü rüya şeytandandır. Biriniz hoşlanmadığı bir şey görürse uyanınca üç defa yere tükürsün! Sonra onun şerrinden Allah’a sığınsın. Çünkü böyle yaparsa ona bir zarar vermez.”

“Sizden birisi sevdiği rüyayı görürse bilsin ki o Allah tarafından ikazdır… Rüyayı gören Allah’a hamd etsin ve başkasına da söylesin. Sevmediği bir şeyi görünce de muhakkak ki bu rüya şeytandandır. Rüyayı gören rüyanın şerrinden Allah’a sığınsın ve rüyasını kimseye söylemesin, böylece o rüya sahibine zarar vermez.”

“Uykuda yeşillik Cennet ve mutluluğa, deve korkuya, hurma rızka, süt İslam fıtratına, gemi kurtuluşa, yük taşıma eleme, kadın görme hayra, ip görme dinde sebata delalettir.”

Ebu Hureyre’nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“‘Peygamberlikten sonra baki kalan ancak mübeşşirattır.’

Ashab: ‘Mübeşşirat nedir ya Resulallah?’ dediler.

‘Sadık rüyadır’ cevabını verdiler.”

Abdullah İbn-i Mesud’dan rivayet edilir:

“Kim beni rüyasında görürse o kimse, uyanık iken beni görür gibidir, rüyası doğrudur. Çünkü şeytan bana benzer bir surete giremez.”

“Sizden hanginiz en doğru sözlü ise onun rüyası da en doğrudur.”

“Rüyasına yalan katarak anlatan kimseye kıyamet gününde bir arpa danesinin iki ucunu bir araya getirip düğüm yapması teklif edilir. Bir kimse, gözleri üzerine yalan söylerse Cennet kokularını alamaz. İftiranın en büyüğü, adamın kendi gözlerine yaptığı iftiradır ki ‘Ben gördüm’ der, halbuki bir şey görmemiştir.”

“Yalandan en büyük yalan rüyasında görmediği şeyi iki gözüyle görmek, iddiasıdır.”

“İftiranın en büyüğü, bir kimsenin babasından başkasına intisap etmesi veya görmediği rüyayı demesi veya Hz. Muhammed’in söylemediği sözü ona isnat etmesidir.”

Hz. Ömer (r.a.), bir gün Hz. Ali (r.a.) ile karşılaşır: “Ey Ha-san’ın babası! Adam rüya görür, bir kısmı tasdik olunur, bir kısmı yalanlanır. Buna ne dersin.”

Hz. Ali, onun bu sorusuna şu cevabı verir:

“Evet, Resulullah Efendimizden duydum, şöyle buyurdu: ‘Herhangi bir erkek veya kadın uyumaya görsün, mutlaka uykuya dalınca ruhu arşa doğru yükselir. Ruh henüz arşa varmadan uyanırsa bu rüya yalan olur. Arşa ulaştıktan sonra uyanırsa bu rüya sadık rüya olur.’”

Semüre b. Cündiib’den rivayet edildiğine göre, Resulullah, sabah namazından sonra etrafındakilere dönerek kimlerin rüya gördüğünü sorar, rüya gören varsa onları tabir ederdi.

Cemaatin ruh halini, hakikatlere olan eğilimini, ilgisini ve duygularım değerlendirirdi.

Eğer rüya gören yoksa kendi rüyasını anlatır ve tabir ederdi. Allah Resul’ünün gördüğü rüyalarda insanlığa bir haber, bir mesaj ve öğüt bulunurdu.