Mürşidi Kamile Bağlılık ve Teslimiyet

“Musa ona; Allah’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?”[1] dedi.

Mürid, mürşidinden zuhur eden bazı halleri ve sözleri anlayamadığı zaman, hemen itiraz edip tenkide gitmemelidir. İşin sonunu ve sözün hakikatinin anlaşılmasını beklemelidir. Bu konuda büyük müfessir Elmalı Hamdi Yazır (rah) şu güzel tesbiti yapar. “Hakikat ehlinin bazı işleri zahir ilme ters düşüyor gibi gözüke bilir. Ancak, üzerindeki sır perdesi kaldırılıp işin gizli sebepleri ve gerçek yönü ortaya çıkınca, zahir ile batın birleşir, aralarında bir tersliğin olmadığı anlaşılır.”[2]

Şeyh süleymen-ı Darani’nin (k.s) sadık bir müridi vardı. Emekçisi idi. Hiçbir şeyi şeyhe danışmadan yapmazdı. Bir gün şeyhe gelip dedi ki: “Hamur yoğurayım mı? Var yoğur. Fırını yakayım mı? Var yak. Hamuru yoğurdu. Tandırı yaktı. Gelip tekrar şeyhe dedi ki:
“Sultanım tandır yandı ne buyurursunuz? “Tandır iyice yandığında var içine gir” dedi.

Tandır iyice kızıştıktan sonra vardı o fırının içine girdi. Bağdaş kurup oturdu. Zikrullah ile meşgul oldu. Şeyhin sözüne karşı gelip muhalefet etmedi. Biraz zaman geçtikten sonra şeyh dedi ki. Şol dervişin sözüme muhalefet ettiği yoktur. Var tandıra gir dedim varıp tandıra girmesin mi? Ben kendisini görmeye varayım, bakalım nasıldır ve ne yapar. Şeyh geldi gördü ki, derviş tandırın içinde zikrullah ile meşguldür.
Şeyh dervişe dedi ki: Derviş gel, dışarı çık, sadakatin seninle beraberdir. Tandır sana gülistandır, dedi. Derviş dışarı çıktı. Arkasını sıvazladı. Himmet etti. Muradına erdi. O kimse de sonra büyük bir şeyh oldu. Sebebi teslimiyeti idi. Teslimiyet işte buna derler. Şeyh ne derse hiç düşünmeden onu yerine getirmektir.

Sültan’ül Arifin Şeyh Beyazid-i Bistami’nin (k.s) bir gerçek müridi vardı. Şeyh kendisine ne derse onu derhal yerine getirirdi teslimiyeti tam idi. Şeyhin evine vardığı zaman ayağına kapanıp dedi ki: “Sultanım! Bana bir himmet nazarı ile bak. Beni mahcupluktan kurtar.

Şeyhi dedi ki: Şu kapıda bekle, çıkıp sana himmet edeceğim.
Şeyh içeri girdi. Derviş kapıda otura kaldı. Diğer kapıdan şeyh çıkıp mescide gitti. Mescide gider gider gelirdi, bir türlü müridin bulunduğu kapıdan girmez, diğer kapıdan girer, çıkardı. Derviş de beriki kapıda sessiz otururdu. Hiçbir tarafa ayrılmayıp tam yedi yıl o kapıyı bekleyip önünde oturdu. Şeyh gelecek diye bekledi. Yedi sene geçtikten sonra şeyh bu kapıdan çıktı. Gördü ki derviş o kapıda durmaktadır. Şeyh: Sen burada mısın? Derviş: Evet sultanım! Siz bana burada beklememi ve kendinizin bana himmet edeceğinizi söylediniz.
Benim sizin sözünüzden maada bir işim var mı? Eğer yüz yıl ömrüm olsa da siz de bana bu kapıda oturmamı emretseniz, ben burada otururum. Öteki kapıya varmam. Zira siz bana bu kapıda oturmamı söylediniz.
Şeyh de bunun iradetini ve teslimiyetini beğenip kendisine himmet etti. Derviş maksadına erişti.

BEYT
İşte bu yolda seni günde bin kerre öldüreler
Teslim ol, yüzünü çevirme, ver iradet ta ebede.

[1] Kehf süresi Ayet 66.
[2] Elmalı hamdi yazır cild.5 s.378.

Rızık

Muaz b. Cebel’den (r.a) bir rivayette, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Allah (c.c) şöyle der: ‘Ey Adem oğlu! Günah işlediğin zaman benden utan; zira ben o (amellerin hesabının sorulacağı) büyük arz günü sana azap etmekten haya duyarım!

Ey Adem oğlu! Bana tövbe et ki, sana peygamberlerime bulunduğum ikramlarda bulunayım!
Ey Adem oğlu! Kalbini benden çevirme! Şayet çevirirsen sana yardımda bulunmam!
Ey Adem oğlu! Kıyamet günü karşıma yeryüzü dolusu iyiliklerinle gelsen de, beni müjde ve azaplarımla doğrulamadığın (tasdik etmediğin) müddetçe onları kabul etmem!
Ey Adem oğlu! Ben rızkı verenim; sen de rızıklanansın. Sen de biliyorsun ki, ecelin gelene kadar sana rızkını tastamam vereceğim. O hâlde, rızık endişesiyle bana olan itaatini bırakma! Şayet rızık korkusuyla bana itaatte kusur edersen, azabım sana hak olacaktır!
Ey Adem oğlu! Şayet bu beş şeyi muhafaza edersen cennet sana vacip olur.”[1]

İbnu Asfûr anlatıyor: Ey kardeşlerim! Allahu Teâla’nın,
“Hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın!” [2] ayetinde ifade edilen manaya göre, hiç kimse ne çok rızkının üzerine düşsün; ne de itaat ve ibadet edeceğim düşüncesiyle rızkını aramaktan geri kalmasın.

İbrahim b. Edhem’in günahlarından tövbe edip Allah’ın veli kullarından olmasının sebebi, bir hikayede şöyle anlatılır:
“Günlerden bir gün avlanmaya çıkan İbrahim b. Edhem, konaklamak için bir yere oturur ve sofrasını serer. O sırada bir karga gelerek yemek yediği sofrasından bir parça ekmek alarak havalanıp uçup gider.

Bu olaya çok şaşıran İbrahim b. Edhem, hemen atına binerek karganın peşine takıldı. Yüksek bir dağın üzerine uçan kuş, İbrahim’in gözünden kayboldu. Hayretini yenemeyen İbrahim, kuşu aramak için atından indi ve dağa tırmandı. Sonunda uzaklardan da olsa yine kuşu buldu.

Yanına doğru yaklaşmakta iken onu fark eden kuş, havalanıp kaçtı. Kuşun konduğu yere gelen İbrahim, orada elleri kolları bağlı bir adamı sırt üstü yatar hâldeyken buldu. Hemen iplerini çözdü ve bu hâle gelmesinin sebeplerini sormaya başladı. Adam şöyle anlattı:
Ben bir tüccarım. Buradan geçmekte iken eşkıyalar beni yakalayıp bütün malımı-mülkümü aldılar; fakat, beni öldürmeyip ellerimi ayaklarımı bağlayıp işte buraya attılar. Yedi gündür buradayım. Her gün o karga gelir, göğsüme konar ve getirdiği ekmekleri gagasıyla parçalayarak ufak ufak ağzıma atar. Burada kaldığım günler süresince Allah (c.c) beni hiç aç bırakmadı.”

İbrahim b. Edhem karşılaştığı bu hadiseden sonra Allah’a tövbe ederek ona yöneldi. Bir ülkenin padişahı olması sebebiyle üzerinde bulunan bütün o güzel elbiseleri çıkardı ve basit bir sûfî elbisesi giydi. Bütün hizmetçi ve kölelerini azat etti. Bütün mal ve mülkünü vakfetti.

Hükümdarlığı da bırakarak; yanına hiçbir binek ve yiyecek almadan eline aldığı bir değnekle Mekke’ye koyuldu. Sadece Allah’a tevekkül etti. Bu yolculuk esnasında hiç aç kalmadı. Kabe’ye ulaştığında Allah’a şükretti. O’na hamd ve sena ederek şu ayetleri okudu: “Kim ki Allah’a tevekkül ederse (ona güvenirse) O ona yeter. Şüphesiz ki Allah, emrini yerine getirir. Allah her şey için bir ölçü tayin etmiştir”[3]

Kaynakça;
[1] Hadisin ilk kısmıyla ilgili rivayetler için bkz: El-Müttakî, el-Hindî Kenzu’l-Ummâl, No: 42680-42684; Ebu Ya’lâ el-Me￿sılî, el-Müsned, 64; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 8777.
[2] Enam, 6/38.
[3] Talak, 65/3.

İtidal ve itidal’li Olmak Nedir

Ta, Ha, Ey muhammed! Kur’an-ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik.”[1]

Ta,Ha harfleri, -en iyisini Allah bilir- benzerleri gibi heca (mukatta) harfleridir. Esma-i Hüsna’dan (Allah’ın güzel isimlerinden) Kasem (yemin) olduğu da söylenmiştir. Bir de “bas onu, yahut çiğne onu” diye Hz. Peygamber’e (s.a.v) hitap olduğu şeklinde de açıklanmıştır. Çünkü Allah’ın Resülü teheccüd namazlarında  (Yorulup bitkin düştüğünden, ayaklarına nöbetleşe istirahat vermek için, bir ayak üzerinde durduğunda) iki ayağını da yere basması, yani her iki ayağı üzerinde rahatlıkla durabilecek, çok fazla yorulup bitkin düşmeyecek şekilde ibadet etmesi emir olunmuştur.[2]

 Başka bir rivayette ise:
Peygamber’e (s.a.v) Kur’an nazil olmaya başladığı zaman kendisi ve sahabeleri namazda kıyamı uzatmaya başladılar. Bunu gören Kureyşler Muhammed’e bu Kur’an ancak sıkıntı ve yorgunluk çeksin diye indirilmiştir, dediler. Bunun üzerine Taha süresinin 1. ve 2. Ayeti kerimeleri nazil olmuştur.[3]

 Bir başka ayet-i kerimede de Allah (c.c):
“Allah size kolaylık diliyor zorluk dilemiyor.”[4] buyurmaktadır.

Hazret-i Aişe’nin (R.Anha) anlattığına göre, yanında bir kadınla otururken Resülullah (s.a.v) içeri girdi ve Hazret-i Aişe’ye. “Bu kadın kimdir?” diye sordu. Hazret-i Aişe: Falan kadındır, dedi ve kıldığı namazları uzun uzun anlatmağa başladı. Bunun üzerine Resüli Ekrem Efendimiz (s.a.v): Gücünüzün yettiğini yapın. Allah’a yemin ederim ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz. (yani sizin takatinizi kat kat aşacak bir şekilde dahi yapacağınız ibadetleri Allah kabul eder; fakat hiçbir zaman işinizi gücünüzü bırakıp bütün vaktinizi ibadete hasretmenizi istemez.) “0’nun en sevdiği ibadet az da olsa devamlı olan ibadettir”[5] buyurdu.

Enes’den (r.a) rivayet edildiğine göre, şöyle denmiştir.
Peygamber (s.a.v) zevcelerinin evine üç kimse gelip Peygamberimizin ibadetini sordular. Kendilerine haber verilince, onu kendileri için azımsadılar ve Peygamberin yanında biz neyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları affedilmiştir, dediler. Bunlardan birisi:
“Ben yaşadığım müddetçe bütün gece namaz kılacağım,” dedi. Diğeri: “Ömrüm boyunca oruç tutacağım, iftar etmeyeceğim,” dedi.
Üçüncüsü de:

Kadınlardan uzak kalacağım ve hiçbir zaman evlenmeyeceğim,” dedi. Sonra Peygamber (s.a.v) bunların yanına geldi. Onlara:
“Şöyle şöyle diyenler siz misiniz? Dikkat ediniz! Allah’a (c.c) yemin ederim ki, Allah’tan en ziyade korkanınız ve ona karşı gelmekten en ziyade sakınanız benim. Böyle iken ben bazen oruç tutuyorum, bazen de tutmuyorum. Namaz kılıyorum, uyuyorum ve kadınlarla evleniyorum. Eğer bir kimse benim sünnetimden yüz çevirirse, o kimse benden değildir[6] buyurdu.

  İbn-i Mes’ud’dan (r.a) rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v):
Dini işlerde aşırı inceleyip sık dokuyanlar helak oldu[7] buyurdu ve bu sözü üç defa tekrarladı.

Ebu Hüreyre’den  (r.a) rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Bu din çok kolaydır. Bir kimse, amellerim eksik olmasın diye din hususunda kendisini zorlarsa, din ona galebe çalar. Şu halde ortalama gidin. Size müjde olsun, Az da olsa, devamlı amelle sevap kazanırsınız. Sabah, akşam ve gecenin serin bir vaktinden istifade ediniz.”[8]

 Enes’den (r.a) rivayet edildiğine göre, şöyle denmiştir:
Peygamber (s.a.v) camiye girdi ve iki direk arasına çekilmiş bir ip gördü. “Bu ip nedir?” diye sordu. Zeynebindir, (Zeynep binti Cahş) yorulduğu zaman ona tutunur, dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):

O ipi çözünüz. Sizin herhangi biriniz neşatı (sevinci) devam ettikçe namaz kılsın, gevşerse yatsın ve uyusun[9] buyurdu.
Ebu Cuhayfe vehb b. Abdillah (r.a) rivayet edildiğine göre, şöyle denmiştir: Peygamber (s.a.v) Selman ile Ebu Derda’yı kardeş yapmıştı; bundan dolayı Selman, Ebu Derda’yı ziyaret etti. Derda’nın eşini eski elbise içerisinde gördü ve: Bu hal nedir? dedi. Ümmü Derda:
Kardeşin Ebu Derda’nın dünya ile alış verişi yoktur cevabını verdi. Sonra Ebu Derda gelip Selman için yemek hazırladı ve:
“Ben, oruçluyum, siz buyurun dedi. Selman: Sen yemezsen bende yemem dedi. Bunun üzerine Ebu Derda da yedi. Gece olunca Ebu Derda ibadete hazırlandı. Selman ona: Uyu, dedi. Ebu Derda da uyudu ve bir müddet geçtikten sonra yine kalkacak oldu. Selman ona yine: Uyu dedi.

Gecenin sonu olunca, Selman Ebu Derda ya: işte şimdi kalk dedi ve ikisi de kalkıp birlikte namaz kıldılar. Sonra Selman Ebu Derda ya şöyle dedi:

“Senin üzerinde Rabbinin hakkı, nefsinin hakkı ve Ailenin hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver dedi. Ebu Derda Peygamber’e (s.a.v.) gelip bu olayı arz ettiğinde. Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Selman doğru söylemiş,” buyurdu.[10]

Resülullah’ın (s.a.v) katiplerinden birisi olan Katip Ebü Rib’iyy Hanzala b.er-Rebi el-Üseyyidi’den (r.a) rivayet edildiğine göre, şöyle denmiştir:
Günün birinde Ebu Bekir (r.a) bana rastladı ve: “Ey hanzala nasılsın?” dedi. Hanzala münafık oldu, dedim. Hz. Ebu Bekir (r.a) “Sübhanallah ne diyorsun?” dedi.

Hanzala (r.a):
“Peygamber (s.a.v) huzurunda bulunuyoruz; bizi Cennet ve Cehennemle öğütlüyor ve gözlerimizle görür gibi oluyoruz. Peygamber’in (s.a.v) huzurundan çıkıp da, çoluk çocuğumuza kavuşup işimizin başına gidince bu öğütlerin çoğunu unutuyoruz, dedi.
Ebü Bekir (r.a) biz de aynı haldeyiz, dedi. Sonra Ebü Bekir’le beraber yürüdük; Peygamber’in (s.a.v) huzuruna girdik. Hz. Ebu Bekir (r.a): Ya Resülallah Hanzala münafık oldu, dedi. Peygamber (s.a.v): “O nasıl şey” dedi.

Hanzala “Ya Resülallah! Sizin katınızda bulunuyoruz, bizi Cennet ve Cehennem’le öğütlüyorsunuz, gözümüzle görür gibi oluyoruz. Sizin yanınızdan çıkıp da çoluk çocukla ve işimiz gücümüzle uğraşmaya başlayınca çoğunu unutuyoruz, dedi.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) şöyle dedi.
Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, huzurumda bulunduğunuz hal üzere ve zikirde devam edebilseydiniz, yataklarınızda da ve yollarınızda da melekler sizinle müsafaha ederlerdi. Lakin ya Hanzala, bir saat ibadetle bir saat dünya işleriyle uğraşınız kafi, diye üç defa tekrarladı.”[11]

İmam Rabbani: “İfrat ve tefritin ikisi de kötüdür. Doğru ve en iyisi ortada olandır.”

  1. Hadimi: “Riya, yani gösteriş yapanlara karşı tekebbür etmek (kibirlenmek) caizdir. kendinden aşağı olanlara karşı tevazu göstermek iyi ise de bunun ifrata kaçmaması lazımdır.”

“Yeyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”[12] 
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber büsbütün de saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridirler. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankör olmuştur.”[13] 

Lokman Hakim oğluna şöyle nasihat etti:
Oğlum, masrafları gelirine göre ayarla iktisad et Aşırı gitme. Her şey de itidal sahibi ol, yani orta yolu tut, cömertliği adet edin..!

Kaynakça;
[1] Taha 1-2
[2] H.D.K.D. c.5, s.419
[3] Saffatut tefasir. C.2. s. 230
[4] Bakara 185
[5] R.Salihin No.142. buhari,müslim.
[6] R.Salihin No 143. Buhari,müslim.
[7] R.Salihin No 144  Müslim.
[8] R.Salihin No 145 Buhari.
[9] R.Salihin No 146 Buhari,Müslim.
[10] R.Salihin No 149 Buhari.
[11] R.Salihin No 151. Müslim.
[12] A’raf 31
[13] İsra  26.27

Recep Ayı Okunacak Dua ile Bilinmesi Gerekenler

Recep ayı okunacak dua, dinimizce en önemli duadır. Peygamber efendimizin (s.a.v.) “Allahın ayı” olarak adlandırdığı Recep ayı, üç ayların ilk ayıdır. Bereket ve Allah’ın rahmeti olan Ramazan ayına hazırlık hükmündedir. Bulunan ayın ilk cuması, Regaip gecesi olarak mübarek edilir. Günahların affedildiği, kişinin ruhunu imanla temizlediği ilk gece de diyebilirsiniz.

RECEP AYI OKUNACAK DUANIN TÜRKÇE OKUNUŞU

Recep ayı okunacak duanın Türkçe okunuşu şöyledir;

“Ya men ercühü li-kulli hayr; ve amenü sehatehu indi külli şerr. Ya men yu’ti-l kesire bi’l galil. Ya men yu’ti men seeleh. Ya men yu’ti men lem yes’elhu ve men lem ye’eifhu bi-mes’eleti iyyake cemie hayr’id-dunya ve cemie haye’il-ahire, vasrif anni bi mes’eleti iyyake cemie şerr’id-dünya ve cemie hayr’il-ahire, vasfir anni bi-mes’eleti iyyake cemie şerr’id-dünya ve şerr’il-ahire. Feinnehu ğayru mengüsin ma e’teyte zidni min fazlike ya kerim.”

RECEP AYI OKUNACAK DUANIN ARAPÇA YAZILIŞI

Recep ayı okunacak duanın Arapça yazılışı şöyledir;

يا مَنْ اَرْجُوهُ لِكُلِّ خَيْر، وَآمَنَ سَخَطَهُ عِنْدَ كُلِّ شَرٍّ، يا مَنْ يُعْطِي الْكَثيرَ بِالْقَليلِ، يا مَنْ يُعْطي مَنْ سَأَلَهُ يا مَنْ يُعْطي مَنْ لَمْ يَسْأَلْهُ وَمَنْ لَمْ يَعْرِفْهُ تَحَنُّناً مِنْهُ وَرَحْمَةً، اَعْطِني بِمَسْأَلَتي اِيّاكَ جَميعَ خَيْرِ الدُّنْيا وَجَميعَ خَيْرِ الاْخِرَةِ، وَاصْرِفْ عَنّي بِمَسْأَلَتي

اِيّاكَ جَميعَ شَرِّ الدُّنْيا وَشَرِّ الاْخِرَةِ، فَاِنَّهُ غَيْرُ مَنْقُوص ما اَعْطَيْتَ، وَزِدْني مِنْ فَضْلِكَ يا كَريمُ.

RECEP AYI OKUNACAK DUANIN TÜRKÇE ANLAMI

Recep ayı okunacak duanın Türkçe anlamı şöyledir;

“Bismillahirrahmanirrahim.

Ey hayrını ümit ettiğim ve her kötülükte gazabından güvencede olmayı umduğum(rabbim)! Ey aza karşılık çok veren; ey rahmet ve şefkatinden dolayı isteyene de istemeyene de veren. Sana yalvarıyorum, dünya ve ahiret hayrının hepsinden bana da nasip buyur. Bütün dünya ve ahiret şerrini benden uzaklaştır. Kendi fazl-u kereminden bana verdiğini arttır ey kerim Allah!”

RECEP AYI OKUNACAK DUA DİNLE

Recep ayı okunacak dua ile ilgili videoya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=fckIuaBUT0U&feature=youtu.be

Sıdk (Doğruluk) nedir?

Sıdk (Doğruluk) nedir?

Sıdk, pek doğru, hiçbir zaman yalan söylemeyen, işinde ve sözünde doğru olan demektir.

“Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır.”[1]
“Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Resulüne iman ettikten sonra şüpheye düşmeyip, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenlerdir. İşte onlar sadıklardır.”[2]
“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz, hayır ve itaat değildir. Fakat hayır ve itaat; Allah’a ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inanan kimselerin davranışıdır. O kimseler malı seve seve akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyacından dolayı dilenenlere, köle ve esirleri kurtarmağa harcarlar. Namazı kılarlar, zekatı verirler, söz verdiklerinde sözünü yerine getirirler, sıkıntılı ve geniş zamanlarında ve muharebe anında sabrederler. İşte sadık olanlar onlardır. İşte muttakiler de onlardır.”[3]
Görülüyor ki, bu ayeti kerime açıkça veya delalet yoluyla, insanlığın bütün üstün vasıflarını içinde toplamıştır. Buna işaretle peygamber efendimiz (s.a.v):
“Her kim, bu ayet ile amel ederse, imanını kemale erdirmiş olur” buyurmuştur.
İbn-i Mes’ud’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v) şöyle demiştir. “Doğru sözlülük iyiliğe götürür; iyilikte cennete götürür. Adam doğru söyleye söyleye Allah nezdinde sıddıklar derecesine çıkar. Yalan söylemek fenalığa, fenalık da cehenneme götürür. İnsan yalan söyler dururda nihayet Allah nezdinde yalancı diye yazılır.”[4]

İmam Malik (rah): Kul, yalan söylemeye ve yalana tabi olmaya devam eder ve böylece kalbinde siyah bir benek teşekkül eder. (Yalana devam ettikçe, büyüyerek) kalbi siyahlaştırır. Böylece artık Allah indinde yalancılar arasında kaydedilir.
Sıdk: “Sözün süsüdür.” (Hz Ali.)
“İnsanları sıdk’tan daha güzel bir şey süsleyemez.” (Fudayl b. İyad)
Sıdk: Niyet, söz ve amelde olur.
Niyette sıdk: (doğruluk) Son derece azimli olmak, ve Allah’a (c.c) yönelmek için iradeyi kuvvetlendirmek ve engelleri aşmaktır.
Sözde sıdk: Dilin hakkı ve doğruyu söylemesidir. Dil böyle alışınca artık hiçbir batıl konuşmaz.
Amelde sıdk: Şer’i yollara uyarak, Resülullah (s.a.v) tabi olmak suretiyle olur. Müslüman niyette, sözde ve amelde sadakati gerçekleştirince sıddıkıyet derecesine ulaşır. İmanın esası doğruluk, münafıklığın esası da yalandır.

Beyt:
İnsana sadakat yakışır görse de ikrah.
Yardımcısıdır doğruların hazreti Allah.[5]

SIDDIK : Hz Ebu Bekir’in (r.a) lakabı:
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Miraç’dan döndükten sonra sabahleyin Kabe’nin yanına gidip miracını anlatmıştı. Bunu işiten kafirler alay ettiler. Müslüman olmaya niyeti olanlar da vaz geçti. Miracı duyan Ebu Bekir (r.a) Resülullah’ın (s.a.v) yanına geldi, büyük kalabalık arasında yüksek sesle “Ya Resülullah miracınız mübarek olsun” Allah’u Teala’ya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri senin gibi büyük peygambere hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlayan yüzünü görmekle, kalpleri alan, Ruhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nimetlendirdi.
“Ya Resülallah senin her sözün doğrudur. İnandım, canım sana feda olsun dedi. Ebu Bekirin sözleri kafirleri şaşırttı, diyecek şey bulamayıp dağıldılar. Şüpheye düşen, imanı zayıf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi.
Resülullah (s.a.v) o gün Ebu Bekir’e (r.a) “Sıddık” dedi. Bu adı almakla bir kat daha yükseldi.[6]

Rivayete göre: Allah Teala Musa (a.s) şöyle vahiy etmiştir.
“Ben bir kulumu sevdiğim vakit ona, sadakatini görmek için dağların bile dayanamayacağı belalar veririm. Şayet sabrederse onu kendime veli ve dost edinirim. Şayet acziyet gösterir, feryad ederse, onu perişan ederim.”
Demek ki sadakatin alametlerinden birisi de taatleri gizlediği gibi, masiyet ve felaketleri de gizlemek ve onları, halkın duymasından hoşlanmamaktır.[7]

Ebu said el-Harraz da şöyle anlatıyor.
“Rüyamda iki melek gökten inerek bana doğruluktan sordular. Ben de: “Ahde vefa, verdiği sözde durmaktır” dedim. Onlar, “Doğru söylüyorsun” diyerek yine semaya çekildiler.[8]

Ebu Muhammed el- Hasan b. Ali b. Ebu Talip’ten (r.a) rivayet edildiğine göre, Peygamber’den (s.a.v): “Şüpheli işi bırakıp, şüphesiz işe sarıl;  zira doğruya gönül yatışır ve yalandan şüphelenir” dediğini ezberledim, demiştir.[9]

“Onların vazifesi (sana ya Muhammed) itaat ve güzel söz söylemekti. Sonra iş kesinleşince Allah’ın emrine sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.”[10]

Sıdk, (doğruluk) bir misaktır, kulluk Ahdidir. Ahde vefa ve sadakatin mükafatı hem dünyada hem de ahiret’te verilecektir. Sıddıkların özellikleri ana hatlarıyla açıklanmıştır, Bunlar:
Sabır, İtaat, infak, istiğfar, ihlas, takva, haya ve emanet gibi özelliklerdir.
SIDK: Allah’ın emrine ve kanunlarına uygun bir yol izlemek ve insanların haklarına riayet etmek demektir. İman eden ve inancını hayata geçiren doğru insan Hz Peygamber’in (s.a.v) en güzel ahlakını örnek alır.

Kaynakça;
[1] Nisa 122.
[2] Hucurat 15.
[3] Bakara 177.
[4] Buhari.Müslim.
[5] Ziya paşa.
[6] Dini sözlük.Ahmed cevdet paşa.
[7] İhyau ulümid-din. C.4. s.703.
[8] ihyau ulümid-din. C.4.s.699.
[9] tirmizi rivayet etmiştir ve sahih hadis demiştir.R.Salihin.no:55.
[10] Muhammed. 21.

Zühd ve Vera Hakkında Hadisler

Resülullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Namaz kıla kıla yaylar gibi olsanız, oruç tuta tuta oklar gibi olsanız, bunların faydasını ancak vera’ ile görürsünüz.”
Muaz b. Cebel şöyle anlatır. Resülullah ile beraberdim. O, bir merkep üzerindeydi merkebin üzerinde keçe bir örtü vardı. Resülullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Ya muaz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir?” Allah ve Resülü daha iyi bilir, dedim. Şöyle anlattı:
“Allah’a ibadet edip, ona hiçbir şeyi ortak koşmamaktır.” devamla sordu:
“Eğer anlatılanı yapmaya çalışırlarsa, kulların Allah üzerindeki hakkı nedir”? Allah ve Resülü daha iyi bilir dedim, şöyle buyurdu: “Onları cennete koymak”

Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Öyle bir gün gelecek ki, ümmetim beş şeyi unutarak beş şeyi sevecektir.
1) Dünyayı sevecek, Ahireti unutacaklardır.
2) Malı sevecekler, fakat ahiret günü hesaplaşmasını unutacaklardır.
3) Mahlukatı sevecekler, yaratıcıyı unutacaklardır.
4) Günahları sevecekler, tövbeyi unutacaklardır.
5) Köşkleri sevecekler, mezarda yatmayı unutacaklardır.[1]
 
Sahabilerden Zeyd ibni Erkam (r.a) buyurur.”Bir gün Hz. Ebu Bekirin (r.a) yanında oturuyordum. Bir ara içecek isteyince ona bal ile tatlandırılmış su getirdiler. Şerbeti ağzına götürürken bir anda vazgeçerek ağlamaya başladı, onun göz yaşları yanındakilerini de ağlattı. Yanındakiler sustu, fakat onun göz yaşları bir türlü dinmedi. Bir ara ağlamasının şiddeti daha da arttı. Devamlı hüngür hüngür ağladığı için yanındakiler neden göz yaşı döktüğünü ona sormaya fırsat bulamayacaklarını sandılar.

Fakat bir müddet sonra ağlamayı kesti ve gözlerini silince yanındakiler ona  “Ya Resülallah’ın halifesi seni ağlatan nedir? diye sordular, o da şöyle cevap verdi. Bir gün peygamberimiz ile birlikte idim. O nu kendinden bir şeyi kovarken gördüm, yanında başka kimse yoktu. “Ey Allah’ın Resülü kendinden uzaklaştırmak istediğin nedir? diye sordum, bana şu cevabı verdi. “Şu dünya gözümün önüne dikildi, ona defol uzaklaş benden dedim.”  Sonra bana dönerek, sen beni başından savdın ama senden sonra gelenler başından savamayacaklar, dedi.

Allah (c.c.) Hz Musa ya şöyle vahyetti. “Sakın dünya sevgisine meyletme, çünkü huzuruma getirebileceğin en ağır günah odur.”

Bir gün Musa (a.s) yolda yürürken ağlayan bir adama rastlar, biraz sonra aynı yoldan dönerken adamı yine ağlar vaziyette bulur, gördüğü manzara karşısında duygulanan Hz Musa Allah’a “Ya Rabbi kulun senin korkundan ağlıyor” diye yakarır. Allah (c.c) Hz Musa ya şöyle bildirir. “Ya İmran oğlu Musa o gördüğün adamın ağlamaktan beyni göz yaşlarıyla birlikte aksa ellerini kaldırsa da yere düşünceye kadar dua etse yine onu affetmem. Çünkü o dünyayı seviyor.”
 
Hz Lokman oğluna verdiği nasihatlerde şöyle der;
“Yavrum, dünya derin bir denizdir, içinde çokları boğulmuştur. Buna göre ona açılırken bineğin gemi Allah korkusu, geminin yükü Allah’a iman ve yelkeni Allah’a tevekkül olsun. Böylelikle belki boğulmaktan kurtulursun, başka türlü kurtulacağını sanmıyorum.[2]

“Zühd, kalbe ve bedene rahatlık verir, dünyaya rağbet ise, düşünce ve hüzün verir.” [3]

Haris el-Muhasibi Zühd, insanın kalbini dünya sıkıntılarından uzak tutar. Allah’u Teala’nın yüceliğini ve büyüklüğünü tanımayı, tövbe etmeyi temin eder.

Cabir (r.a.) diyor: “Resül-i Ekrem irad buyurduğu bir hutbesinde:
“Kelime-i tevhid ile gelip, buna başka bir şey karıştırmayan kimseye cennet vacip olur” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a) ayağa kalkarak: O karıştırmayacağımız şeyin ne olduğunu bize açıklar mısın? deyince, Resül-i Ekrem (s.a.v): “Dünyaya uymak ve dünyayı aramak suretiyle dünya sevgisidir. Öyle insanlar var ki ,Peygamberler gibi konuşur, zalimler gibi iş görür. İşte bütün bunlardan salim olarak kelime-i tevhid ile gelen kimseye cennet vacip olur.”[4] buyurdu.

Hz. İbrahim (a.s) bir gün önemli bir ihtiyaç ile karşılaştığı için çok sıkıştı. Dostlarından ve güvendiği adamlardan birisine gitti, fakat adam ona borç vermedi. İbrahim (a.s) üzüntülü olarak geri dönünce Allah’u Teala “Halilinden (yani benden) istesen sana verirdi” buyurdu. İbrahim (a.s): “Ya Rab istediğim dünyalık idi. Buna kızacağını bildiğim için korkudan istemedim.” dedi. Allah’u Teala “O, dünya ihtiyacı değildir.” buyurdu. Demek ki ihtiyaç miktarı dünyalık, dindendir.
Bunun fazlası ise Ahiret’te vebaldir.[5]

İmam Rabbani (k.s) Bir kimse şu on şeyi kendine farz bilmedikçe tam vera ve zühd sahibi olamaz demiştir.

  • Gıybet etmemek.
  • Mümine suizan etmemek ve kötü bilmemek
  • Kimse ile alay etmemek.
  • Yabancı kadınlara, kızlara bakmamak.
  • Doğru söylemek (konuşmak)
  • Kendini beğenmemek için, Allah’u Talanın kendisine yaptığı ihsanları, nimetleri düşünmek
  • Malını helal yere harcayıp, haramlara vermemek.
  • Nefsi keyfi için mevki makam istemeyip bunları insanlara hizmet yeri bilmek.
  • Beş vakit namazı vaktinde kılmağı birinci vazife bilmek.
  • Ehl-i sünnet alimlerinin bildirdiği iman ve işleri öğrenip kendini bunlara uydurmak.

Kaynakça;
[1] Kalblerin keşfi sayfa 57.
[2] Kalblerin keşfi sayfa.194.195.
[3] Cami’üs-Sağir.
[4] Tirmizi ve Hakim.ihya cild.4 sayfa.407.408.
[5] İhya-u ulümid din cild.4. sayfa. 437.438.

Zühd ve Vera

“Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.”[1]

 “Dünya hayatının misali şöyledir. Gökten indirdiğimiz su ile, insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yer yüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluverir. Düşünen bir kavim için ayetlerimizi işte böyle açıklarız.”[2]

  Enes (r.a)den rivayete göre, Resül-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur.
“Ölen kimseyi üç şey takip eder. Ehli ile malı ve ameli. Bunlardan ikisi kabir başından döner, birisi kalır. Ehli ve malı döner de, ameli ölü ile beraber kalır.[3]

Ebu’l Abbas Sehl b. Sa’d es Saidi’den (r.a) rivayete göre. Resül-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur.
Bir gün bir adam Peygamber’in (s.a.v) yanına gelip: Ya Resülallah beni öyle bir amele irşat buyur ki, onu yaptığım takdirde Allah ve kulları beni sevsin, demişti. Bunun üzerine Resül-i Ekrem (s.a.v):

“Dünya da zühd’ü takvayı iltizam et, Allah seni sevsin, halkın elindekine göz dikme, halk da seni sevsin,”[4] buyurmuştur.
Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor. Peygamber’den (s.a.v) işittim, şöyle buyurdu:

“(Nefsani ihtiraslara sevk eden ve kalbi münhasıran maddi arzularla dolduran) Dünya mel’undur. Dünya malı da mel’undur (kıymet ifade etmez) Allah’ı anmak ve O’nun rızasına uygun şeylerle, öğretici ve öğrenici olmak müstesnadır.”[5]

Abdullah b.Mes’ud’dan (r.a.) rivayet olunmuştur. Resil-i Ekrem (s.a.v) bir hasır üzerinde uyumuşlardı, uykudan kalktı, fakat hasır vücudunda iz bırakmıştı. Bunun üzerine: Ya Resülallah sizin için yatak tedarik etsek olmaz mı? dediler. Efendimiz (s.a.v):
“Benim dünya ile ne işim var. Ben, dünyada bir ağaç altında gölgelenip de bırakıp giden bir yolcu gibiyim,”[6] buyurdu

Fudayl b. İyaz (k.s) şöyle der; Beş şey var ki saadet belirtisi sayılır.
1) Kalpte yakin. (şüphesiz iman)
2) Dinde vera (takva) sahibi olmak.
3) Dünyada zühd sahibi olmak.
4) Gözde haya duygusu.
5) Bedende haşyet (Allah korkusu)
Beş şey de var ki onlarda mutsuzluk alametidir.
1) Kalbin katılaşıp körelmesi.
2) Gözlerin basiretten yoksun, ağlamaktan uzak olması.
3) Hayasızlık.
4) Dünyaya aşırı düşkünlük.
5) Uzun emelli olmak.[7]

Kaynakça;
[1] Ankebut 64.
[2] Yunus 24
[3] Buhari Müslim. R.Salihin.no 463
[4] ibni mace,hasen hadis.R.Salihin no 474
[5] Tirmizi.R.Salihin no 480.
[6] Tirmizi.R.Salihin no 488.
[7] Tenbihü-l gafilin sayfa 547.

Kıssa; Sekiz Mesele(Tevekkül)

Ş a k i k i b e l h i   H a t e m i el- A s a m a sordu:
Kaç senedir benim yanımdasın? Hatem: Otuz üç  senedir . Ş a k i k:

Bu müddet zarfında benden ne öğrendin? H a t e m: Sekiz mesele öğrendim. Ş a k i k: İnna li’lah ve İnna ileyhi raci’ün! Ömrüm seninle geçtiği halde benden ancak sekiz meselemi öğrenebildin? H a t e m:
Evet hocam, ben yalan konuşmayı sevmem, ancak sekiz şey öğrenebildim.

Ş a k i k: Bu öğrendiğin sekiz şey nedir? söyle dinleyelim. H a t e m:
 1-) Baktım ki, her kesin ayrı ayrı bir dostu var. Fakat bütün dostlar, nihayet mezar başından geri döndüğü için ben, hiç birine güvenmedim, ancak mezarımda da bana arkadaş olacak iyi amelleri kendime dost seçtim. Ş a k i k: Çok güzel.  İkincisini söyle bakalım. H a t e m:

 2-) Allah’ u Teala’nın:
“Allah’ın azametinden korkup nefsini, arzu ve isteklerinden alıkoyanın varacağı yer cennettir.”[1] Mealindeki ayet-i kerimesini düşündüm, hak olduğunu bildim ve nefsimin behimi arzularını yenmeğe çalıştım ve bu süretle Allah’u Tealaya itaata devam ettim.

 3-) Baktım ki, herkes elindeki kıymetli sermayesini koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çareye baş vuruyor. Halbuki Allah’u Tealanın: “Sizin elinizdeki her şey tükenecek, ancak Allah katın da olan bakidir.”[2] Ayeti celilesini düşündüm ve bende kaybolmaması için kıymetli kabul ettiğim bütün varlığımı Allah’a emanet ettim O’nun rızası uğrunda harcadım.

4-) Baktım ki, insanların her biri mal, hasep, şeref ve nesep aramaktadır. Anladım ki bunlar bir şey değil. Allah’u Tealanın:
“Allah katında en keremliniz, en çok muttaki olanınızdır.”[3]
Ayeti celilesine baktım da, Allah katında kerim olmak için malı, mansabı değil, takvayı seçtim.

5-) Baktım ki, insanlar mütemadiyen birbirine saldırıyor, yek diğerini tel’in edip duruyorlar. Sebebini, haset denilen çekememezlikte buldum; Sonra Allah’u Tealanın:
“Biz, onların dünya hayatındaki geçimlerini taksim ettik.”[4]
Ayeti celilesini düşündüm ve anladım ki bu taksimat, Allah’u Tealanın taksimidir, bunda kimsenin te’siri yoktur. Bende Allah’ın taksimine razı oldum, haset hastalığını attım ve kimseye düşmanlık etmedim.

6-) İnsanların birbirine düşman olup birbirlerini öldürdüklerini gördüm. Allah’u Tealanın: “Asıl düşmanınız şeytandır, Onu düşman tanıyın.”[5]
Ayeti celilesini düşündüm ve asıl düşmanın şeytan olduğunu anlayınca, yalnız onu düşman tanıdım ve başka kimseye düşmanlıkta bulunmadım.

7-) Baktım ki, insanlar şu bir lokma ekmek için helal-haram demeden her türlü zillete katlanıyorlar. Allah’u Tealanın: “Bütün yaratıkların rızkı Allah üzerinedir.”[6] Ayeti kerimesini düşündüm. Benim de bu canlı varlıklardan biri olmam hasebiyle, rızkıma Allah’u Tealanın kefil olduğunu anladım. İsteklerime bakmadan, Allah’u Tealanın bende olan hakkı ile meşgul oldum.

8 -) Baktım ki, insanlardan bir kısmı servetine, ticaretine; bir kısmı sıhhatine olmak üzere, kendileri gibi bir yaratığa tevekkül etmekte (güvenmekte) ve ona bel bağlamaktadır. Allah’u Tealanın:
“Allah’a tevekkül edene (güvenene) Allah yeter.”[7]
Mealindeki ayeti celilesini düşündüm ve de (fani olan başka şeylere değil) ancak Hazreti Allah’a tevekkül ettim ve ona bağlandım. O da bana yeter. İşte senden öğrendiklerim bunlardır, dedi.

Bunun üzerine Ş a k i k:
Hatem. Allah seni muvaffak etsin; doğrusu ben, Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an-ı Azimi tasdik ettim, bütün dini işleri ve hayır çeşitlerini şu sekiz mesele üzerinde devreder gördüm. Şu sekiz esasa riayet eden dört kitabın hükmüyle amel etmiş olur.dedi.[8]
Zira kişinin Allah’u Teala’ya imanı ve Onun gücünün her şeye yettiğine yakini olarak inanması, kendisinde kaçınılmaz olarak şu düşünceyi hasıl edecektir: Allah’u Teala’dan başka gerçek anlamda kudret ve kuvvet sahibi yoktur. Kişiye dokunan her hangi bir zarar veya faydanın hakiki kaynağı O dur.
[ayirac]
Bu sebeple Bişr el- Hafi (k.s) şöyle demiştir.
“Kimi insanlar Allah’u Teala’ya tevekkül ettim diyor. Ancak böyle demekle Allah Teala’ya karşı yalan söylüyor. Zira eğer o kimse Allah Teala’ya gerçekten tevekkül etmiş olsaydı, kalbi Allah’u Teala’nın kendisi hakkındaki takdirine razı olurdu.”
Anlatıldığına göre, vefatına yakın Lokman Hekim, oğluna vasiyette bulundu, dedi ki: “Şimdiye kadar sana çok tavsiyede bulundum. Şimdi de sana, altı şeyi tavsiye edeceğim. Öncekilerin de, sonrakilerin de ilmi bundadır.  Şöyle ki:
1-) Ömrün kalan miktarı ne ise, nefsini dünya işine o kadar daldır.
2-) Allah’a ne kadar ihtiyacın varsa o kadar ibadet et.
3-) Ahiret’te nasıl bir makam istiyorsan, o kadar iyilik et.
4-) Cehennemden kurtulduğun açıkça belli oluncaya kadar, boynunu ondan kurtarmaya bak.
5-) Allah’ın azabına ne kadar dayanabilirsen, o kadar günaha cüret et.
6-) Allah’a isyan etmeyi dilediğin zaman, Allah’ın görmediği, meleklerin bulunmadığı bir yer bul…![9]
[ayirac]
[1] Nazi’at 40.41.
[2] Nahl   96.
[3] Hucurat  13.
[4] Zuhruf  32.
[5] Fatır  6.
[6] Hud    6.
[7] Talak  3.
[8] İhya c.1.  s.167-169.
[9] T.Gafilin  s.544.

Tevekkül İle İlgili Büyüklerden Nasihatler

Ebu Ali er-Rüzbari, Ömer b. Şeyban’a Sehl b. Abdullah et Tüsteri den bize bir hikaye anlat dedim. Bunun üzerine Ömer b.Şeyban da dedi ki: Sehl b. Abdullah buyurdular ki, Hakka tevekkül eden kişinin alameti üç şeydir: Haktan başka kimseden bir şey istemez, dilemeksizin kendiliğinden bir şey gelse onu reddetmez, elinde olan mal ve mülkünü hapsetmez.[1]

  Efendimiz (s.a.v) bir gün bineği ile bir yere giderken, terkisinde bulunan Abdullah b. Abbas’a (r.a) şöyle buyurdu.
“Ey çocuk! Sana fayda verecek birkaç şey öğreteyim mi? Allah’ın emir ve yasaklarına dikkatli ol ki, Allah da seni korusun. Bütün mahlukat sana zarar vermek için toplansa, eğer Allah onu takdir etmemişse kimse sana bir zarar veremez. Ve bütün mahlukat sana bir menfaat sağlamak için toplansa, eğer Allah onu senin hakkında takdir etmemişse, kimse sana herhangi bir fayda sağlayamaz.”[2]

Sahabeden Selman-ı Farisi ve Abdullah b. Selam (Allah her ikisinden razi olsun), hangisi önce vefat ederse diğerine neyle karşılaştığını bildireceğine dair birbirlerine söz vermişlerdi. Selman-ı Farisi (r.a) önce vefat etti ve bir süre sonra Abdullah b. Selam’ın (r.a) rüyasına gelerek şöyle dedi: “Tevekkül et. Zira ben tevekkülden daha hayırlı bir şey görmedim.” [3]

İmam Ahmed b. Hanbel’e (rah) de tevekkülün ne olduğu sorulunca, “İnsanların elinde bulunana umut bağlamamak” diye karşılık vermiş, delili sorulunca da şöyle demiştir. Ateşe atılırken Hz. İbrahim’e (a.s) Cebrail  (a.s) gelip bir dileği olup olmadığını sorduğunda, senden bir dileğim yok “Allah bana yeter o ne güzel yardımcıdır.” demişti.

Abdullah b. Mes’ud dan rivayet olunduğuna göre Resülullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Hac mevsiminde ümmetler bana gösterildi. Ümmetimi gördüm ki yeri ve dağı doldurmuşlar.

 Onların çokluğuna ve görünüşlerine çok şaşırdım. Bunun üzerine bana, bunlar ile razı olur musun? denildi. Ben de evet razı olurum dedim. Yine bana Ya Resülallah! Bu gördüğün ümmetinle beraber dağlama yapmayan, uğursuz saymayan, büyü ve üfürücülük yapmayan ve Rablerine tevekkül edenlerden yetmiş bin kişi hesapsız ve azapsız cennete gireceklerdir, razı olur musun? denildi. Bunun üzerine Ashab-ı kiramdan Ukkaşe b. Mihsan kalkıp, Ya Resülallah! Cenabı Allah’a dua et ki ben o kişilerden olayım, dedi. Resülullah, “Ya Rabbi Ukkaşe’yi onlardan kıl” diye dua buyurdular. Sonra Ashab-ı Kiramdan bir kişi daha kalkıp, Ya Resülallah bana da dua et ki Cenab-ı Hak beni de onlardan kıla dedi. Resül-i Ekrem de “Ukkaşe seni geçti ve o fazilete önce o erişti buyurdu.”[4]

Ebu ya’k b. En-Nehrecüri demiş ki:” Hak celle ve alaya gerçek ve eksiksiz tevekkül Hz. İbrahim’e (a.s) vaki olan haldir. Mancınık ile Nemrudun ateşine atıldığı zaman Allah’ın emriyle Cibril-i Emin gelip, Ey İbrahim! Bir hacetin ve muradın var mıdır? deyince, Hacetim var fakat sana yoktur, buyurdular. Yine Cibril-i Emin. Hacetini iste, Cenabı Hak verir dedi. Cenabı Hakkın ilmi halime kafidir. İstemeye gerek yoktur buyurdular. Çünkü Hz.İ brahim’in nefsi o halinde Allah ile gaib ve masivadan tamamen kurtulmuştu. Bundan dolayı Allah ile Allah’tan başka bir şey görmezdi.

Sehl b. Abdullah et Tüsteri. “Tevekkül Resül-i Ekremin halidir. Çalışıp kazanmak da sünnetidir. Böyle olunca Resülullah’ın (s.a.v) haline değer veren elbette sünnetini terk etmesin” buyurmuştur.

Yine Sehl b. Abdullah et-Tüsteri, “Zahiri sebeplere teşebbüs etmeyi ayıplayan Resülullah’ın sünnetini ayıplamış olur, tevekkülü ayıplayan imanı ayıplamış olur.[5]

A b d u  a h b. M e n a z i l: “Çalışıp da tevekkül etmek, bir yere çekilip ibadet yapmaktan hayırlıdır.”
C ü n e y d i B a ğ d a d i: “Tevekkül, kalbin her halükarda Allah’a güvenmesidir.”
Adamın biri Rabiatü-l Adeviye sordu.

Benim hata ve günahım çok, tövbe etsem Allah kabul eder mi? Dediler ki:
“Hayır O sana tövbeyi nasip ederse ancak o zaman tövbe edebilirsin.”

[1] R.Küşeyri s. 229.
[2] Tirmizi.
[3] Abdüllah b. Mübarek; Kitabüz-Zühd.
[4] Ahmed.b Hanbel; Müsned. 1 /403.
[5] R.Kuşeyr. s. 231-234.

Tevekkül Nedir

Acizlik gösterme, başkasına güvenip dayanmak, Allah’a (c.c) güvenme onun hükmünün mutlaka meydana geleceğine kesin olarak inanma ve alınması gereken tedbirleri almak anlamındadır.

Tarifinden de anlaşıldığı gibi tevekkül, Müslümanın yapacağı işlerde tüm zahiri sebeplere sarılması alınması gereken tedbirleri alması çalışıp çabalaması ama gönlünü bunlara bağlamayıp sadece Allah’a dayanmasıdır. Tevekkül hiçbir zaman, çalışmayı ve sebeplere sarılmayı terk edip Allah’ın dediği olur diyerek kenara çekilmek değildir.[1]

“Gerçekten mümin olanlar o kimselerdir ki,Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. Onlara, ayetleri okunduğu zaman imanlarını artırır. Ve bunlar yalnız rablerine tevekkül ederler.”[2]

 “Bir kere de azmettin mi artık Allah’a güvenip dayan. Çünkü Allah, kendine güvenip dayananları sever.”[3]

 “Her kim de Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir. Ve Allah ona ummadığı yerden nasibini verir. Her kim Allah’a tevekkül ederse, O, ona yetişir. Şüphesiz Allah emrini yerine getirir. Allah her şey için bir ölçü tayin etmiştir.”[4]

 “Hiçbir zaman ölmeyecek, daima diri olan Allah’a dayan ve onu hamd ile tesbih et.”[5]

 Hz. Ömer (r.a) den rivayet edildiğine göre şöyle denilmiştir:
Peygamber (a.s.) dan işittim ki; “Eğer Allah’a hakkiyle tevekkül etseydiniz, Allah size kuşlara rızık verdiği gibi rızık verirdi. Kuşlar açlıktan karınları çekilmiş olduğu halde sabahleyin çıkarlar, karınları dolmuş halde akşamleyin dönerler.”[6]

Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Ya Eba Hüreyre  Allah’tan başka hiçbir şeye ümit bağlama, Allah’a tevekkül eyle. Bir arzun varsa Allah’u Teala Hazretlerinden iste. Allah’u Tealanın adeti ilahiyyesi (kanunu) şöyledir ki:
Her şeyi bir sebep altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allah’u Tealanın yaratmasını beklemek lazımdır. Tevekkül de bundan ibarettir.
“Tevekkül, iş yapmayıp tembel olmak için değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül olunur. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için tevekkül olunur.”[7]

Sebeplere yapışmak, tevekküle mani değildir. Bilakis sebeplere yapışmak sebepleri araya koymak tevekkülün en yüksek derecesidir.[8]

Bazı yanlış düşünenlerin zannettikleri gibi tevekkül her işi oluruna bırakıp bir şey yapmamak; Mesela: Maişet için uğraşmamak, hasta olunca ilaç içmemek, dinini öğrenmek için çalışmamak değildir. Rabbimiz kimseye muhtaç olmamak için çalışmayı, hasta olmamak için tedbir almayı, çocuk sahibi olmak için evlenmeyi, hasta olunca ilaç kullanmayı, göre bilmek için ışığı sebep kılmıştır. İstenilen şeylere kavuşabilmek için sebepleri adeta bir kapı gibi yaratmıştır. Bir şeyin hasıl olmasına sebep olan şeyi yapmayıp, sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapatarak pencereden atılmasını istemeye benzer ki, bu akla ve dine uygun bir şey değildir.  Bu konu Kur’anı Kerim de şöyle ifade edilir: ” Tedbiri elden bırakmayın.”[9]

Enes b. Malik’ten (r.a) rivayet olunduğuna göre, devesine binen bir adam Resülullah’ın (s.a.v) huzuruna gelip, “Ya Resülallah! Devemi salıverip tevekkül edeyim mi? dedi. Resül-i Ekrem de, Deveyi bağla, sonra hakka tevekkül et”[10] buyurdu.

Hz Ömer (r.a) Medine de boşta gezen bir guruba siz necisiniz? diye sordu. Onlarda biz mütevekkilleriz dediler. Bunun üzerine büyük halife hayır siz mütevekkil değil müteekkil (yiyicilersiniz.) Siz yalancısınız, tohumu yere atıp sonra tevvekkül edene mütevekkil denir, dedi.
Gerçek tevekkülü şöyle bir örnek ile açıklayanlarda olmuştur: Bebek nasıl annesinin memesinden başka bir şeye yönelmeyi bilmezse, gerçek mütevekkil de sadece Rabbine yönelir.

Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.[11]         

Tevekkül’ü Allah’ın elinde olana güvenip, insanların elinde olandan ümit kesmektir diye tarif edenlerde olmuştur ve Ayeti Kerimede Cenabı Hakk (c.c.) şöyle buyurmuştur. “Müminler ancak Allah’a güvenip dayansınlar.”[12]

 Başka bir Ayeti Kerimde de şöyle buyurmaktadır.
“Eğer müminler iseniz ancak Allah’a güvenin.”[13]

[1] Fahreddin er-Razi.
[2] Enfal.2.
[3] Ali İmran.159.
[4] Talak.2.3.
[5] Furkan.58.
[6] Tirmizi. R.Salihin.no:79.
[7] S. Abdülhakim Ervasi.
[8] Ahmed faruki.
[9] Nisa / 102.
[10] Tirmizi.
[11] M. Akif ERSOY.
[12] İbrahim.11.
[13] Maide.23.