Çocuk Eğitimine İlişkin Hadis-i Şerifler

Abdullah b. Hârîs (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v) Abbas’ın çocukları Abdullah, Ubeydullah’ı ve Kesîr’i yan yana getirir ve şöyle derdi: “Kim önce koşup bana gelirse ona şu kadar ödül var!” Çocuklar da koşarak gelirler; kimi Rasûlüllah’ın (s.a.v.) sırtına, kimi göğsüne çıkmaya çalışırdı. O da onları öper ve kucaklardı.”

Görüldüğü üzere Rasûlüllah (s.a.v), aralarında bir kıskançlık olmasın diye yarışmaya katılan çocukların hepsine sevgi ve alâka gösteriyor, onları mükafatlandırıyordu.

İslam ümmetinin önderi olan Rasûlüllah’ın (s.a.v), çocuklarla birlikte oyun oynadığını gösteren birkaç hadis sunmak istiyoruz. Tabiî Hz. Peygamber’in (s.a.v), ana babaları ve yetişkinleri eğitmek, onların da kendisine uyarak çocuklarıyla beraber oynamalarını sağlamak için bunu yaptığını biliyoruz.

Konuyla ilgili rivayetler şunlardır:
a) Ebu Eyyûb Ensârî (r.a) anlatıyor: Rasûlüllah’ın (s.a.v) yanına girmiştim. Hasan ile Hüseyin Hz. Peygamber’in (s.a.v) önünde ya da kucağında oynuyorlardı. Ben:
– Onları seviyor musun ya Rasûlallah dedim. Bunun üzerine O:
“Nasıl sevmem onları? Onlar benim dünya reyhanlarımdır; onları koklarım, buyurdu.”

  1. b) Berâ b. Âzib (r.a) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v) namaz kılarken Hasan ile Hüseyin veya onlardan birisi gelir sırtına binerdi. Peygamber (s.a.v) başını (secdeden) kaldırdığında eliyle onu tutardı. (Namazı tamamladıktan sonra):
    “Ne güzel binittir sizin binitiniz! buyururdu.”
  2. c) Câbir (r.a) anlatıyor: Rasûlüllah’ın (s.a.v) yanına girmiştim. Hasan ile Hüseyin sırtına binmiş elleri ve dizleri üzerinde yürüyor ve şöyle diyordu: “Ne güzel devedir sizin deveniz. Ne güzel yüklersiniz siz!”

Câbir (r.a) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v) ile beraberdik. Derken bir yemeğe davet edildik. Giderken Hüseyin’in çocuklarla birlikte yolda oynadığını gördük. Peygamber (s.a.v) hemen insanların önüne geçti. Sonra (Hüseyin’i kucaklamak için) kollarını açtı. Çocuk ise yakalanmamak için şuraya buraya kaçmaya başladı. O esnada Rasûlüllah (s.a.v) çocukla gülüşüyordu. Nihayet onu yakaladı ve bir elini çocuğun çenesinin altına diğer elini de ensesine koydu. Çocuğa sarılarak öptü ve şöyle dedi: ”Hüseyin bendendir, ben de ondanım. Kim onu severse Allah da onu sevsin. Hasan ile Hüseyin torunlardan iki torundur.”[1]

Cabir’den (r.a) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Gece karanlığı bastığı zaman çocuklarınızın dışarı çıkmalarına engel olun. Çünkü şeytanlar o zaman dağılır. Gecenin bir bölümü (akşamla yatsı arası) geçtiğinde onları bırakın!”[2]

Bir eğitimcinin küçük yaştaki kızı, günün birinde, bir türlü yemek yemez olmuştur. Annesi çocuğa önce yemesi için yalvarmış, sonra zorlamışsa da fayda vermeyince acıkması için beklemiştir. Ancak aradan iki gün geçtiği halde küçük çocuk, ağzına bir lokma dahi koymamıştır. En nihayet annesi çok ısrar edince, çocukcağız ağlamaya başlar ve dilinden şu sözler dökülür:
– Ne olur anneciğim sen de yeme, çünkü seni çok seviyorum.

Annesi, neden yememesi gerektiğini sorduğunda küçük kız sebebini söyler ve anne hayretler içinde kalır. Meğer küçük kız ile babası arsında birkaç gün evvel şöyle bir konuşma cereyan etmiştir.
– Baba, niçin yemek yiyoruz?
– Büyümek için.
– Büyüyünce ne olacak?
– İhtiyarlayacağız.
– Peki ihtiyarladıktan sonra ne olacağız?
– Ne olacak, herkes gibi biz de öleceğiz…

O günden sonra çocuk yemek yememeğe karar vermiştir. Çünkü o, herkesin yemek yediği için öldüğünü zannedip; öyleyse yemek yemem; yemezsem büyümem, büyümeyince de ihtiyarlamam ve dolayısıyla ölmem diye düşünmektedir. Tabii kendisi ölmek istemediği gibi, çok sevdiği annesinin de ölmesini istemiyor. Bu sebeple O’nun da yememesi için, yalvarıp yakarıyor. Ve eğitimci bu hâdiseyi naklederek okuyucularına “Demek çocuklara anlaşılması zor olan ölüm ve âhiret gibi mevzuları anlatmamalıyız.” diyor.

Kuranı Kerim açısından, aile terbiyesinde imandan sonra namaz öncelikli bir yer alır. “Ehline (yani aile halkına) namazı emret! O hususta sabır da göster.”[3] ayetinde “ailene namazı emret” dedikten sonra, ayrıca omun hakkında sabretmenin emredilmesi çok manidardır. Usanmadan emir ve ilginin devam ettirilmesi ve mutlaka neticenin alınması gerekmektedir.

Hz. Peygamber’in çocukların irşatlarında namaz üzerinde çok durduğu görülmektedir. Enes (r.a) Tahrim Suresi’ndeki “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” mealindeki ayet nazil olduğunda Hz. Peygamberin sabah namazına çıkarken altı ay Hz. Fatıma’nın kapısına uğrayıp onları namaza çağırdığını bildirmektedir. Oysa zamanımızda ağzını açtığında müslümanlığı kimseye bırakmayan, kendisini gerçek kurtulmuş olarak gören birçok aile, çocuklarının ibadetlerine dikkat etmemektedir. “Daha küçük, büyüyünce kılar. Biz de gençken böyleydik.” düşüncesizliği ile buluğa ermiş çocuklarını uyarmamakta, onlara yol göstermemektedirler. Sabahları “biraz daha uyusun” diye sabah namazına kaldırmamaktadırlar. Oysa genç her konuda olduğu gibi bu konuda da anne-babasından ilgi bekler. İddia edilenin aksine ısrar ister.

Namaz kılmayan bir öğrencime “Sen akıllı bir çocuksun ve sana namazın farz olduğunu da biliyorsun neden kılmıyorsun?” dediğimde “Ama hocam annem bir kere kılmamı söylüyor, ısrar etmiyor” cevabını verdi. Anneye durumu anlattığımdan kısa bir süre sonra öğrencim sevinçle “Artık hiç namazımı bırakmıyorum hocam” diye mutluluğunu benimle paylaşmıştı.

Gezdiğim, gördüğüm yerlerde mutlu insanlar göremiyorum. Herkes birbirini suçluyor. Hep karşıdaki suçlu. Hiç kimse kendine bakmıyor. Evler birer kavga ortamı adeta. Herkes kendini haklı gördüğü için, herkes her şeyi bildiği için, kimse ne sevincini ne de üzüntüsünü paylaşmıyor. Anneyi-babayı dinlemiyor. Anne her iki taraf arasında şaşkın. Herkes yalnız. Bu yalnızlık; babayı sokağa veya işine, anneyi boş işlere, çocuğu arkadaşlara, içkiye, sigaraya, uyuşturucuya yakınlaştırıyor. Öyle ki ne babanın işinden annenin haberi var, ne de annenin gününü nasıl geçirdiğinden babanın. Çocuğun okuldaki, sokaktaki hayatı kimseyi ilgilendirmiyor.

Bir Peygamber olarak insanı ilgilendiren her konuya temas eden Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) tabii olarak çocuk terbiyesiyle alâkalı hadisleri mevcuttur.

“Hz. Peygamber’in üstün nitelikleri, merhameti, sevgi ve şefkati, gayri müslimlerin de çocukları dâhil olmak üzere bütün çocukları kucaklamıştır. O, engin tevazusuyla çocuklarla her fırsatta ilgilenmiş, şakalaşmış, gördüğünde onlara selam vermiş hal hatırlarını sormuş, bu arada kusurlarını hoş karşılamış, hasta olduklarında ziyaretlerine gitmişti. Aynı şekilde gayrı müslimlerin çocukları da Hz. Peygamber’in şefkat deryasında nasiplerini almışlardır. Hz. Peygamber, savaşlarda çocukların öldürülmesini, esirler içinde bulunan anne ile çocuklar birbirlerinden ayrılmalarını yasaklamış, gayri müslimlerin de çocukların hastalandıklarında onları ziyaret etmişti.

Hz. Peygamber’in ailesindeki çocuklarla ilgilendiği konuları ihtiva eden hadislerden de bir Müslüman ailenin çocukları olduğunda neler yapması gerektiğini öğrenebiliriz. “Hz. Peygamber’in yakın çevresindeki çocuklara alâkası doğumdan itibaren başlar. O, doğan çocukların kulaklarına ezan okur, onlara isim takar önceden kötü isim takılmışsa onları değiştirir, onlar için akika kurbanı keserdi. Meselâ, torunu Hz. Hasan doğduğunda iki kulağına ezan okumuştu. Oğlu İbrahim’in doğduğu gecenin ertesi günü ona isim takışını ise sahâbesine şöyle açıklamıştı:

“Bu gece bir oğlum oldu. Ona atam İbrahim’in ismini koydum. (Bilindiği gibi Hz. Muhammed, Hz. İbrahim’in soyundandır.)”
“Her çocuk anasından temiz duygularla doğar, onu Yahudi ve Mecusi yapan anne babasıdır.”[4]  Bizler nasıl yaşarsak Çocuklarımız bizlerden öyle yaşamayı öğrenir, çocuklarımızdan ancak verebildiklerimiz kadarını bekleyebiliriz, bu nedenle bizlerin ve çocuklarımızın beşikten mezara kadar öğrenmesi ve öğretmesi gerekir.

Anne baba çocuğunu iyi terbiye etmeli, anlayamayacağı bilgilerden ona bahsetmemeli, evvela Allah’ı tanıtmalı, imanı kavratmalı, inandırmalı, uygun yaşa vardıklarında da ibadetleri öğretmelidirler. Ayrıca neyin iyi, nelerin kötü olduğunu anlatmalı, yeme-içme oturup-kalkma adabını öğretmeli ve bunları benimsetmelidirler. Bunlar yapılırken anne-babanın çocuklarına iyi örnek olmaları gerekir. Çünkü çocuklar daima büyüklerini taklit ederler.

Anne-baba çocuklarına adaletle davranmalı, onların kıskançlık duygularını kamçılamamalı kız-erkek ayırımı yapmamalıdır.
Anne baba çocuklarına güzel isim koymalı, sünnet ettirmeli, İslami bilgi ve duygularını geliştirmelidir.
Anne baba çocuklarına sevgi ve merhamet göstermelidir. Peygamber (s.a.v) bir dizine usameyi diğer dizine de hasanı oturtur sonra:
“Allah’ım Rahmet ve ihsan buyur, çünkü ben bunların hayır ve mutluluğunu istiyorum”[5] buyurmuştur.

Anne-baba evlenme çağına gelen çocuklarını, temiz ve ahlaklı kimselerle evlendirmelidirler. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır. “Geride kendisine dua edecek hayırlı bir çocuk bırakan kimsenin amel defteri kapanmaz, kendisine sürekli olarak hayır yazılır.”
[1] Hadisin kaynakları için bkz: Buhâri, Edeb, 81; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 81; Ibn Mâce, Nikah, 50.
[2] Buhâri, Eşribe, 22; Müslim, Eşribe, 97. Ayrıca bkz. Silsiletü’I-Ehâdis es-Sahîha, Hadis No: 40.
[3] Taha/132
[4] Buhari, 6/143
[5] Tecridi sarih tercümesi.

İslamda Çocuk Eğitimi

Çocuk, ana baba elinde bir emanettir. Çocukların temiz kalpleri kıymetli bir cevher olup, mum gibi, her şekli alabilir. Küçük iken, hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun mahsulü alınır. Bunun gibi çocuk da neye meylettirilirse, oraya yönelir. Eğer hayrı adet eder, öğrenirse hayır üzerine büyür. Hadis-i şerif de buyruldu ki:
“Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz.”[1]

Çocuklarına Kur’an-ı Kerim öğretenlere veya Kur’an-ı Kerim hocasına gönderenlere, öğretilen Kur’anın her harfi için, on kere Kâbe-i muazzama ziyareti sevabı verilir ve kıyamette, başına devlet tacı konur. Bütün insanlar görüp imrenir.”[2]
Çocuğa her istediğini almak ve lüks içinde yaşatmak uygun değildir. Büyüyünce de her istediğini ele geçirmeye çalışır; fakat bunda muvaffak olamayınca sukutu hayâle uğrar, isyankar olur. Kendimiz helal yediğimiz gibi çocuklarımıza da helal yedirmeliyiz. Haramla beslenen çocuğun bedeni, necasetle yoğrulmuş çamur gibi olur. Böyle çocuklar da pisliğe, kötülüğe meylederler.

 Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdu ki:
“Bütün çocuklar, müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Daha sonra bunları, ana-babaları hıristiyan, yahudi ve dinsiz yapar.”[3]
Hadis-i şerifte Müslümanlığın yerleştirilmesinde ve yok edilmesinde en mühim işin, çocuklukta ve gençlikte olduğu bildirilmektedir. O hâlde, her Müslümanın birinci vazifesi, evladına İslâmiyeti ve Kur’an-ı Kerimi öğretmektir. Evlat nimetinin kıymeti bilinmezse, elden gider.

Çocuğu dövmemelidir!
En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan bazı arzular yok edilemez, fakat terbiye edilebilir. Terbiyede dayak atılmaz.
– Çocuğu dövmek ahlâkının bozulmasına, hırçınlaşmasına sebep olur.
– Dayakla büyüyen çocuk esnek olmaz, katı olur.
– Dövülmek, çocukta ana-babaya karşı kızgınlığa yol açar. Çocuk kendi yaptığının kötü bir şey olduğunu düşünmez, kendini suçlu görmez, kendini döveni suçlar.
– Dövülen çocuk, kızdığı zaman, o da şiddete baş vurur, bir başkasını döver. Böylece dayak vicdanlı olmaya değil, saldırganlığa sebep olur.
– Sözden anlayacak yaştaki çocuğa dayak atılmaz. Sözden anlamayan çocuğuna hafifçe vurmak yeter. Başa, yüze tokat atmak, sopa ile dövmek çok zararlıdır. Bu ancak işkenceciye yaraşır.
Bir şeyi, zıttı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan kendini zorla da olsa, iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları adet haline getirmelidir! Çocuk, ahlâkı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Çocuklar böyle yetiştirilirse, dünya ve ahiret saadeti elde edilir.
[1] Müslim.
[2] S.Ebediyye.
[3] Taberânî.

Rüyalar ne kadar sürer?

Rüyalarda olayların tümü ve yaşananlar inanılmayacak derecede süratli gelişir. Görülen rüya içerisinde zaman ve mekânın sınırları zorlanır bazen söz konusu dahi olamazlar. Bir kaç dakika da görülenler gerçek hayatta birkaç yıla sığabilir. Şaşırtıcı bir gerçek bu. Zaman ortadan kalkmıştır.  Rüyadan ayrılıp uyanan insan zamana mahkûm olmaya başlar.

Bilim dünyası görülen rüyanın ne kadar sürdüğü üzerinde ittifak edememişler ve net bir bilgi sunamamışlardır. Rüya görme süresi ile ilgili ihtilaflar vardır. Bazıları rüyaların sadece birkaç saniye sürdüğünü iddia ederken, diğerleri de saatlerce devam eden rüyaların olduğu fikrindedir.

Tartışmalar süre gelirken Dr. B. Klein isimli bilim adamı konuyu araştırmıştır. Gönüllü olarak gelen kişileri (denekler) hipnotize yöntemiyle uyutmuş belirlenen süre sonunda uyandırmış ve gördükleri rüyaları anlatmaları istemiştir. Bunları dinleyen doktor en kısa süren rüyanın 20 saniye olduğunu en uzun süren rüyanın 90 saniye olduğunu tespit etmiştir.

Anne Babanın Çocuklarına Karşı Görevleri

Çocukların ihtiyacı temin edilirken ne israfa kaçılmalı, nede cimrilik yapılmalıdır. Her iki husus ta dinimizin uygun görmediği şeylerdir.
Anne baba çocuğunu iyi terbiye etmeli, anlayamayacağı bilgilerden ona bahsetmemeli, evvela Allah’ı tanıtmalı, imanı kavratmalı, inandırmalı, uygun yaşa vardıklarında da ibadetleri öğretmelidirler. Ayrıca neyin iyi, nelerin kötü olduğunu anlatmalı, yeme-içme oturup-kalkma adabını öğretmeli ve bunları benimsetmelidirler. Bunlar yapılırken anne-babanın çocuklarına iyi örnek olmaları gerekir. Çünkü çocuklar daima büyüklerini taklit ederler.

Anne-baba çocuklarına adaletle davranmalı, onların kıskançlık duygularını kamçılamamalı kız-erkek ayırımı yapmamalıdır.
Anne baba çocuklarına güzel isim koymalı, sünnet ettirmeli, İslami bilgi ve duygularını geliştirmelidir.
Anne baba çocuklarına sevgi ve merhamet göstermelidir. Peygamber (s.a.v) bir dizine usameyi diğer dizine de hasanı oturtur sonra
“Allah’ım Rahmet ve ihsan buyur, çünkü ben bunların hayır ve mutluluğunu istiyorum” [1] buyurmuştur.
Anne-baba evlenme çağına gelen çocuklarını, temiz ve ahlaklı kimselerle evlendirmelidirler. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır.
“Geride kendisine dua edecek hayırlı bir çocuk bırakan kimsenin amel defteri kapanmaz, kendisine sürekli olarak hayır yazılır.[2]
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdular ki: “Ana baba kendilerine isyan eden çocuklarına “Lanet olsun” dedikleri zaman o çocuğun kökü kurur.

Enes b. Malik anlatıyor:
Asrı saadette bir genç vardı. Adı “Alkame” idi, çok gayretli biriydi, çok sadaka verirdi, şiddetli bir hastalığa tutuldu, yatağa düştü. Hanımını Resülullah’a (s.a.v) yolladı. Geldi şöyle dedi. Kocam son nefesini vermek üzere halini size bildirmeye geldim. Resülullah (s.a.v) Bilale. Hz Ali’ye, Selmana ve Ammara  Alkameye gidin bakın durumu nasıldır diye emretti. Sahabiler gittiler, yanına varınca şöyle dediler. LA İLAHE İLLALLAH söyle, dili açılmadı, diyemedi. Öleceğine kani olunca Bilali durumu kendisine bildirsin diye Resülullah’a (s.a.v) gönderdiler. Bilal durumu Resülullah’a (s.a.v) arz edince Resulüllah (s.a.v) sordu: Ana babası hayatta mı? Babası ölmüş yaşlı bir anası var, deyince Bilale şu emri verdi.

“Alkamenin annesine git. Benden selam et, şöyle de: Gelebilirse bana gelsin. Gelemezse beklesin ben onun yanına geleceğim.” Bilal gidip haber verince kadın  şöyle dedi. Canım onun canına feda olsun ona gitmek bana düşer. Bastonunu aldı yürüyüp Resülullah’a (s.a.v) geldi. Resülullah’a selam verdi; selamına karşılık aldı sonra Resülullah’ın huzuruna oturdu.
Resülullah (s.a.v) ona şöyle sordu. Bana doğruyu söyleyeceksin. Yalan söylersen bana vahiy gelir. Alkamenin hali nedir? Kadın şöyle anlattı:
Ya Resülallah şöyle namaz kılar, şu kadar çok türlü sadaka dağıtır, verdiği sadakanın haddi hesabı yoktur. Resulüllah (s.a.v) onun bu sözünü dinledi sonra şöyle buyurdu: Seninle helalleşmesi nasıl? Kadın şöyle dedi: Ya Resülallah ben ona dargınım. niçin böyle oldu? diye soran Resülullah’a şöyle anlattı:

Hanımını bana tercih eder. İşlerde onun sözünü dinler. Bunun üzerine Resülullah (s.a.v) şöyle buyurdu. Anası ona darılmış bunun için LA İLAHE İLLALLAH şehadetine dili tutulmuştur. Bundan sonra Bilale şu emri verdi. Git, çok odun hazırla gelip onu yakacağım. Bunu duyan kadın şöyle dedi. Oğlumu gönül meyvemi yakacaksın ha! Hem de gözümün önünde kalbim buna nasıl dayanır.

Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allahın azabı daha zor ve daha devamlıdır. Eğer Allahın onu bağışlaması seni sevindirirse ondan razı ol. Nefsimi kudreti ile elinde tutana yemin olsun ona dargın durduğun sürece namazı da sadakası da ona faydalı olmaz.” Bunun üzerine kadın şöyle dedi.

Ya Resülallah, Yüce Allah’ı, seni ve beni buraya getireni şahit tutuyorum: Alkameden razı oldum. Resülullah Bilale emretti: Ya Bilal git bak: Alkame LA İLAHE İLLALLAH diye biliyor mu? Herhalde Alkame’nin anası Resülullah tan utanıp kalbin de olanın dışında bir şey söylememiştir. Bilal gitti, kapıya varınca Alkame’nin  LA İLAHE İLLALLAH dediğini duydu içeri girince. Ey buradakiler. Alkame’nin anası darılmıştı. Onun için dili tutuldu. Onun rızası alınınca da dili açıldı. O gün vefat etti. Ölüm haberini Resülullah’a (s.a.v) getirdiler.
Resülullah (s.a.v) onun yıkanıp kefenlenmesini emretti. Bu işler tamamlandıktan sonra namazını kıldı. Daha sonra kabrin başına geçti, şöyle buyurdu:

“Ey Muhacir ve Ensar topluluğu, her kim karısını anasından üstün tutarsa ona Allah’ın laneti vardır. Onun ne farz ne de nafile ibadeti makbuldür.”[3]
Adamın biri ibn’i Mübareke (r.a) gelerek çocuklarından birini şikayet etti. İbn’i Mübarek adama ona hiç beddua ettiğin oldu mu? diye sordu adam evet oldu diye cevap verdi. Bunun üzerine ibn-i Mübarek adama “O halde onu bozan sensin” diye cevap verdi.
Adamın biri kime iyilik edeyim  ya Resülallah diye sorar Peygamberimiz (s.a.v) “Anne-babana” diye buyurur. Adam annem babam yok der, Peygamberimiz de o zaman çocuğuna karşı iyi davran anne-babanın olduğu gibi çocuğunun da senin üzerinde hakkı vardır.
Abdullah ibnu şeddad (r.a.) buyurdu ki: “Bir gün Peygamberimiz (s.a.v) cemaata namaz kıldırıyordu. Secdeye varınca Hz Hüseyin boynuna bindi Peygamberimiz secdeyi uzattı. Peşinde namaz kılanlar bir şey oldu sandılar. Namaz sona erince “Ya Resülallah secdeyi uzattın bizde bir şey oldu sandık” dediler. Peygamberimiz (s.a.v.) şu cevabı verdi.

”Torunum beni binek yaptı. O hevesini alsın diye hemen secdeden doğrulmak istemedim”
Peygamberimiz (s.a.v) buyurur ki: ”Ananın duası, en çabuk kabul olan duadır”
Sahabeler niçin? Ya Resülallah diye sordular. Peygamberimiz (s.a.v): “Çünkü o evlada rahim itibarıyla babadan daha yakındır. Rahimin duası ise boşa çıkmaz buyurdu.” buyurdular.
[1] Tecridi sarih tercümesi.
[2] Ebu davud.
[3] Tenbihül gafilin s.132.

Rüyada Hz. Hüseyin’i görmek

HÜSEYİN (R.A.): Rüyada Hz. Hüseyin’i görmek, hürmet ve saygı görmeye, mal ve nimete ulaşmaya, işaret eder. Peygamberimizin torunu görenler; haksızlığa uğrayabilirler. Bu rüya ayrıca gurbette ve şehit olarak ölmeye işarettir. Rüyada Hz. Hüseyin’i görmek hayırlı bir rüyadır.

Herşeye rağmen rüya ile amel etmek doğru değildir sonuçta bir rüyadır, fazlaca anlam yüklemek ve hayatımızı yaşantımızı ona göre tahsis etmek doğru değildir bu konuda dikkatli olmak gerekir.

Rüya görmenin çeşitli sebepleri vardır gün içerisinde kafamıza takılanlar rüyamız olabilir çok müşkil olduğumuz bir olay rüyamıza girebilir. ancak bu şekilde de olsa hak rüyalar vardır, bunu bilmek zordur ancak, rüyalarımızı herkese anlatmamalıyız, en güzel rüya tabiri güneş doğmadan ve sabah namazının ardından tabir ettirilmesi güzel olanıdır.

Unutmayın hayat gerçektir, rüya uyanınca biter, en başta dediğimiz gibi rüya ile amel edilmez.

KADIN VE Hz. PEYGAMBER

Kadın, insanlık âleminin ana unsurudur. İnsan neslinin devamı onun varlığına bağlanmıştır. Bu sebeple kadın, olmazsa olmaz varlıktır. Allah’ın eşsiz kudretiyle anasız ve babasız olarak yarattığı ilk insan Âdem’i istisna edersek, erkeksiz insan yaratmış İsa (a.s), ama kadınsız yaratmamıştır

Kadın; insan neslini rahminde taşıyan, onu sütüyle besleyen, büyüten, eğiten ve yetiştiren insanlık âleminin saygın varlığıdır. Kadın; annedir, eştir, kadın, ailenin ve toplumun vazgeçilmez üyesi ve temel yapı taşıdır. Erkek çocuğunu da kız çocuğunu da kadın dünyaya getirir. Her ikisini de önce kadın, yani anne yetiştirir. Kadın değer üretir ve değer yaşatır. Kur’an’da “en-Nisa” (kadınlar) sûresi vardır,
ama “er-Rical” (erkekler) diye bir sûre yoktur. Bu, kadınlar için bir onurlandırma ve kadınlarla ilgili devrimin bir sembolü ve işaretidir. Çünkü Kur’an’ın inmeye başladığı zaman diliminde kadınlar ikinci sınıf görülmüş, horlanmış, itilmiş, ezilmiş ve hakları gasp edilmişti. Mesela bk:
“Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir.”[1] 
 
Hak dinin temel amacı olan dini, aklı, nesli, nefsi ve malı koruma konularında, kadın ve erkek arasında bir ayırım yoktur. Erkeğin aklı, malı, dini, nesli ve namusu nasıl mukaddes ise, kadınınki de öyle mukaddestir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), ilk muhatapları olan Mekke halkını bir yandan içine düştükleri “şirk” (Allah’a ortaklar koşma, putlara tapma) sapıklığından kurtarıp, “tevhid” (Allah’ı tek yaratıcı ve yegâne mabut olarak kabul etme) inancına çağırdı; diğer yandan toplumu saran ahlâksızlığı; fakirlere, kimsesizlere ve çocuklara yapılan zulmü, özellikle kadınların ezilmesini, horlanmasını, bir meta (eşya) olmalarını önlemeye çalıştı.
 
Kadınlara değer verdi, onları toplumda saygı gösterilen bir konuma yükseltti. Peygamberlikle ilgili ilk görevini, ilk iman davetini çok sevdiği güzide eşi Hz. Hatice’ye yaptı. O da bu daveti tereddütsüz kabul etti, ilk Müslüman oldu.

Çünkü Hz. Hatice eşini çok seven, onun dürüst ve güvenilir olduğunu bilen akıllı bir kadındı. Onu sıkıntılı günlerinde o teselli etmiş, devamlı onun yanında olmuş ve ona destek vermişti. Peygamberimizin kızları, halaları ve diğer Müslüman hanımlar da iman etti ve ona İslâm’ı davet görevinde destek verdi. Müşrikler, Müslüman olanlara baskı yapıyorlardı. Bu baskıya kadınlar da maruz kalıyordu.
        
Yapılan zulümler kadınıyla erkeği ile hiçbir Müslüman’ı imanından
çevirmedi. İmanı uğruna ilk şehit olan da bir kadın, Ammâr b. Yâsir’in annesi, Sümeyye oldu. İlk Müslümanların fedakârlıklarına kadınlar da katıldılar ve Hz. Peygamber’e (s.a.v) destek verdiler. Peygamberimiz’e (s.a.v) geldiler ve onunla “biat” yaptılar. Bu hususu yüce Allah Kur’an’da şöyle dile getirmektedir:
“Ey Peygamber! Mümin kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[2]
Ayet, hem cahiliyye döneminde kadınların durumuna işaret etmekte hem de yüce Allah’ın, Hz. peygamber vasıtasıyla kadınların olması gereken konumlarını bildirmektedir. “Biat”, yönetici ile yönetilenler arasında yapılan bir sözleşmedir. Hz. Peygamber’in (s.a.v) kadınlarla yaptığı sözleşme, son derece önemli ve o çağa göre ileri bir uygulamadır. Bu uygulama Hz. Peygamber’in kadın-erkek ayırımı yapmadığını ve kadınlara söz hakkı tanıdığını gösterir.

Peygamberimiz ilim tahsili konusunda kadın-erkek ayırımı gözetmemiştir. “Şüphesiz, ilim öğrenmek, erkek-kadın her Müslüman farzdır.”[3]  Kur’an’ı kadın erkek ayırt etmeden bütün insanlara tebliğ etmiştir. İnen ayetleri erkeklere olduğu gibi kadınlara da okuyup anlatmıştır. Kadınlar da Kur’an’ı öğrenmişler ve okumuşlardır.

Mesela Hz. Ömer’in Müslüman olmasında, kız kardeşi Fatma’nın eşi ile birlikte okuduğu Kur’an etkili olmuştur. Aile fertlerini eğitmiştir. Mesela eşi Hz. Âişe iyi bir fakih olmuştur. Kadınlara düşünce ve ifade özgürlüğü tanımıştır. Mesela bir kadın veya kızın, istemediği erkekle evlenmesine izin
vermemiştir. Bu bağlamda,
“Dul kadının nikâhı ancak evliliği istediğini açıkça beyan etmesi ile gerçekleşir. Bekârın nikâhı ise ancak izni ile kıyılır.”[4] buyurmuştur.

Kadın haklarına saygı gösterilmesini istemiş, Veda Hutbesin de konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’a karşı gelmekten sakınmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namuslarını ve ismetlerini, Allah adına söz vererek helâl edindiniz.”[5]

Aile hayatında kadının da sorumluluğunun olduğunu ve söz hakkının bulunduğunu bildirmiş ve bu hususu şöyle dile getirmiştir:
“Kadın, eşinin evinin ve çocuklarının yöneticisidir. Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz”[6]

“Erkeklerin eşlerine karşı katı, kaba, zorba ve merhametsiz olmamalarını, onlara sözlü ve fiilî şiddet uygulamamalarını, kötü sözlerle tahkir edilmemesini istemiştir.”[7]

“Kadınlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onlara vurmayın ve onları kötülemeyin.”[8] buyurmuştur.

Hanımlarına iyi davranmış, onları dövmemiş, dövenleri kınamış, kadınlar hakkında Allah’tan korkulmasını, onlara haksızlık yapılmamasını ve onlara iyi davranılmasını istemiş, bu bağlamda;
“Sizin hayırlınız kadınlarına/eşlerine en hayırlı olanlarınızdır.”[9]

“Müminlerin iman bakımından en mükemmel olanları, ahlâkı en güzel olanları ve eşine en yumuşak davrananlarıdır.”[10]

“Sizin hayırlınız, eşi ve aile fertlerine hayırlı olanınızdır. Ben sizin, eşi ve aile fertlerine en hayırlı olanınızım.[11] buyurmuştur.

Peygamberimiz kadınların görüşlerine önem vermiş, onlarla istişare etmiştir. Mesela ilk vahiy aldığı zaman, içinde bulunduğu sıkıntılı durumu hanımı Hz. Hatice ile istişare etmiştir. Eşi de hem kendisini teselli etmiş,
hem de onu amcazadesi Varaka b. Nevfel’e götürmüştür. Hudeybiye barış antlaşmasından sonra arkadaşlarına kurbanlarını kesmelerini ve tıraş olmalarını söylemiş, ancak onlar antlaşmanın aleyhlerine olduğunu düşünerek kurbanlarını kesmezler. Bu duruma üzülen
Peygamberimiz konuyu eşi Ümmü Seleme’ye anlatır. Ümmü Seleme;
“Ey Allah’n Elçisi! Sen çıkıp kurbanını kes, başını tıraş et. Onların
hepsi sana uyacaktır” der. Peygamberimiz de Ümmü Seleme’nin tavsiyesini yerine getirir. Sahabe Peygamberimiz’e (s.a.v) uyup kurbanlarını keserler.

Peygamberimizin, dinî ve dünyevî en ciddi konularda eşleriyle istişare etmesi, kadınlara ve onların görüşlerine verdiği önemi
ifade eder. Peygamberimiz, evinde zamanının bir kısmını ibadete, bir kısmını ailesine, bir kısmını da kendisine olmak üzere üçe ayırırdı.

Sonuç olarak; Peygamberimiz, “Kadınlarla iyi geçinin.”[12] Ayet-i kerimesinin gereğini hakkıyla yerine getirmiş, ashabını da bu yönde eğitmiş, Müslümanlara da gerekli tavsiyelerde bulunmuştur. O, âlemlere rahmet “(Resülüm!) Biz ancak seni alemlere rahmet olarak gönderdik.”[13] ve müminlere örnek olarak gönderilmiştir: “Andolsin ki, Resülullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”[14]

Bu itibarla insanlık âleminin olmazsa olmazı konumunda olan kadına gereken değeri ve önemi vermiş, kadını onurlu bir kul, salih bir insan, kendisi ile cennetin kazanıldığı bir anne[15] ,güven ve huzura erildiği bir eş: “Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.”[16] adaletle davranılması gereken bir evlât[17] olarak görmüştür.
Kadınların itilmesine, aşağılanmasına, haklarının gasp edilmesine, sözlü ve fiili şiddet uygulanmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Kadınlara iyi davrananları insanların en hayırlısı olarak zikretmiştir.
Her konuda olduğu gibi kadın hakları konusunda da çağımız insanının, Hz. Peygamber’in çağları kucaklayan anlayış ve görüşüne, örnek ve üstün ahlâkına ne kadar da çok ihtiyacı var!

Erkek kadınsız noksandır. Yüce Allah (c.c) Hz. Adem’i (a.s) cennette yarattığı zaman, bir müddet tek başına kaldı. Bundan rahatsız oldu; yüce Allah’a yalnızlıktan şikayet etti. Sonra uyudu; rüyasında güzel bir kadın gördü. Uyandığında onu yanı başında otururken gördü. Ona, “sen kimsin” diye sorduğunda kadın, “Havva’yım” dedi. Hz. adem (a.s): “Niçin yaratıldın?” diye sordu. O da, “Senin benimle benim de seninle huzur bulmamız için” dedi.[18]

Hakikat gözüyle bakıldığında kadın, dünyada denge için yaratılmıştır.  Kadınlar erkekler için erkeklerde kadınlar için birer tamamlayıcı parça yapılmıştır. Her ikisi de diğerine muhtaçtır. Kadın bir süs, eğlence ve zevk aracı olarak yaratılmamıştır. Onu evin hizmetçisi gibi görmek de yanlıştır. Kadın erkeğin dinini ve dünyasını tamamlamak için yaratılmıştır. Kadın başa bela değil, gönüle sefa olsun diye erkeğe emanet edilip yardımcı yapılmıştır.
[1] Nahl; 58
[2] Mumtehine / 12
[3] İbn Mâce, I, 81
[4] Ebû Dâvûd, Nikâh,24
[5] Müslim, Hac, 147
[6] Müslim, İmâre, 20
[7] Ahmet b. Hanbel. 5, 5.
[8] Ebû Dâvûd, Nikâh, 42
[9] Tirmizî, Rada, 11
[10] Nesâî, es-Sünenü’lKübra, Uşratü’n-Nisaî, 66
[11] İbn Hıbbân,Nikâh, IX, 484

[12] Nisa, 19.
[13] Enbiya, 107.
[14] Ahzap, 21. (Ayette, Hz. Peygamberin, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir örnek, en büyük fazilet numunesi olduğu anlatılmaktadır. Böylece, Resülullah’ın, hislerine mağlup insanları memnun etmek ve onlara pratik değerden mahrum bir takım nazari kaideler öğretmekle görevli olmayıp, onun hedefinin, insanlığa ameli kaideler öğretmek ve bu kaideleri kendi yaşayışıyla izah ve tarif etmek olduğu anlaşılmış olmaktadır. Binaenaleyh, onun hayatı ve sireti incelenirken bu nokta asla gözden uzak tutulmamalıdır.
[15] Süyûtî, Câmi’u’s-Sağîr, I, 42, No: 3657
[16] Rum, 21.
[17] Müslim, Hibât,13
[18] Ayni, umdetü’l-Kari, 11/14

Rüyada hürriyete kavuşmak

HÜRRİYET: Rüyada hürriyete kavuşmak, rüyada özgürlü elde etmek son derece hayırlı bir rüyadır. Rüyada esirin hürriyetine kavuştuğunu görmek, borçtan kurtulmaya, hastalıktan şifa bulmaya, sıkıntının gitmesine ve korkudan emin olmaya işaret eder.

Herşeye rağmen rüya ile amel etmek doğru değildir sonuçta bir rüyadır, fazlaca anlam yüklemek ve hayatımızı yaşantımızı ona göre tahsis etmek doğru değildir bu konuda dikkatli olmak gerekir.

Rüya görmenin çeşitli sebepleri vardır gün içerisinde kafamıza takılanlar rüyamız olabilir çok müşkil olduğumuz bir olay rüyamıza girebilir. ancak bu şekilde de olsa hak rüyalar vardır, bunu bilmek zordur ancak, rüyalarımızı herkese anlatmamalıyız, en güzel rüya tabiri güneş doğmadan ve sabah namazının ardından tabir ettirilmesi güzel olanıdır.

Unutmayın hayat gerçektir, rüya uyanınca biter, en başta dediğimiz gibi rüya ile amel edilmez.

Evlilikte Evden Soğuma

“Yine mi geç geldin” sitemleri erkeği evden uzaklaştırır mı?
“Erkeklerin eve geç gelmesi, aile hayatını çok kati bir şekilde olumsuz etkiler” diyen gazeteci-yazar Nusret özcan, “Eve geç gelmek hem evin hanımı ve hem de çocukları için istenilen, arzu edilen bir şey değil; zira erkek –psikologlar biraz sonraki ifademi pekiştirecek birçok şey söylüyor. Evdeki hanımı ve çocukları için bir güven kaynağı, bir emniyet alanıdır. Birlikte yemek yemek, bir arada oturup halleşmek ve birçok şeyi paylaşmak aileyi daha huzurlu kılan, birlik ve beraberlik duygusunu ziyadeleştiren bir şey. Ailenin müşterek meselelerinin çözümü ve en önemlisi henüz yetişme çağındaki çocukların aidiyet hissinin kökleşmesini temin eden bir şeydir aile fertlerinin bir arada olması.”

Erkek eve niye geç gelir sorusuna ise Nusret Özcan şöyle cevap veriyor: “Geç gelme nedeni iş yoğunluğu gibi geçerli bir mazeretten kaynaklanmıyorsa, çocuklarından bir şikayeti yoktur belki ama eşinden bir rahatsızlığı olabilir. O meseleleri daha da büyütmemek için böyle bir yolu tercih edebilir. Burada eşin yani hanımın beyine hesap sorucu tarzda ‘Neredeydin? Nerede kaldın? Yine geç kaldın’ şeklindeki sözleri erkeği evden soğutan, ona çok yönlü aidiyet hissini yaşatmayan ve evi zindan eden bir beraberlik haline getirebilir. Hanımların bu tarzdaki yaklaşımlar yerine, erkeği eve geç gelmeye iten sebepler neyse onu çözebilmek için yardımcı olmaları gerekir. Bu da tabii konuşularak çözülmeli.”

Erkeğin arkadaşlarıyla vakit geçirmesi nereye kadar?
Bu konuya Nusret özcan’ın yaklaşımı, erkeğin iş ve arkadaş ortamını evine tercih etmesinin sağlıklı bir tavır olmadığı yönünde. Hele ki makul bir sorun olmaksızın vaktini arkadaşlarıyla geçirenler için çok daha açık sözlü konuşan Özcan, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bir erkeğin hayatında iş ne kadar önemliyse, arkadaşları da elbette önemlidir ama hiçbir zaman ailenin yerini tutamazlar. Arkadaşlarla eğer belirli iyilikler, güzellikler, doğruluklar adına bir şeyler yapmak için bir araya geliniyorsa ‘eyvallah’ denilebilir; zaten böyle durumlar, eve geç gelme alışkanlığından ziyade bir ‘hizmet’, bir ‘faaliyet’ çerçevesinde değerlendirilmeli. Ama sırf iş olsun diye, ailesi yerine arkadaşları ile vakit geçiriyorsa o erkek için ‘eyvah!’ demenin yeridir.  Zira o ailesini önemsemiyordur ve aile yaşantısından keyif almıyordur. Belki de sorumluluktan kaçıyordur. Erkeklere, arkadaşlarına ayırdıkları vakitten daha fazla çocukları ve eşi için zaman harcamaları gerektiği bilincinin verilmesi lazım.”

Gece hayatı, kahve ve alkol alışkanlığı, arkadaş gruplarından kopamama gibi bağımlılık yapan sebepler de erkeğin eve geç gelmesinde büyük rol oynar. “Erkek dediğin eve geç gelir, eşine de hesap vermez” anlayışıyla, bazı erkekler eve geç gelmeyi erkeklik nişanesi gibi görebiliyor. Ailesinden aldığı terbiyede, evin erkeği ya da baba modeli vaktini dışarıda geçirmiş olabiliyor. Evlendiği zaman eve erken gelir, hanımının yanında zaman geçirirse, yetiştiği çevreye uymadığı için yakın akrabalar tarafından  “kılıbık” ya da moda terimle “layt erkek” olmakla itham edilme korkusuyla, erkek her an kendini evin kapısından dışarı atacak fırsatlar kollar. Bu çemberi kıramamış ve yaşını başını almış aile babaları, daima eşine ve evine karşı meşguldür. Eve geç gelme nedenleri sorulduğunda, bildik cümleler duyarsınız: “Ne yapalım, evde huzur yok, karı dırdırı çok; hanım beni evden soğuttu, istediğim gibi davranmıyor, giyinmiyor.” Eğer eşiyle sorunu yoksa “Erkek adamın evde ne işi var. Yatmadan yatmaya eve gider” der. Aslında hiçbir sebep yokken sadece kendi istediği için ya da ev ortamında yapacak bir şey bulamadığı için eve gecenin bir saatinde gelen erkek, olayın faturasını eşine de çıkarır: “Beni eve bağlasın, kadınlığını bilsin.”

Erkenden gelip bir köşeye çekilen mi, geç gelip ilgili olan mı?
Erkeğin eve erken gelmesinden maksat, eve geldiğinde çocukları ve eşine özel bir zaman dilimi ayırabilmesi ve bu süre içerisinde başka bir şeyle meşgul olmamasıdır aslında. Evde geçirilen gerçek zaman, çocuklar ve eşe ayrılan “nitelikli zaman”dır.  Evdekilerle konuşurken bir yandan da televizyon seyredip gazete okumak, vakit ayırmak sayılmaz. Hiçbir şeyle ilgilenmeyip, tamamen karşısındaki kişiye kanalize olmaktır vakit ayırmak. Üstelik babanın illaki hafta içi çocuklarıyla her akşam nitelikli bir zaman geçirmesi de değildir istenen. Hafta içi bu mümkün olamamışsa ailenin babası hafta sonları onlarla bir arada bulunmaya özen göstermelidir.

Ayrıca, “Erkek eve erken gelsin de ne yaparsa yapsın” şeklinde bir hırs göstermek de isabetli olmaz. Kimi erkekler eve erken gelir ama yemeğini yer kabuğuna çekilir. Yanında koşuşturan çocuğunu kucağına alıp sevmez, onunla oynamaz, eşiyle iki güzel laf etmez.
Eşinin akşamları dizi dibinde oturmaktan daha çok mutlu olan kadın ile eve para getirmeyi evde olmaktan daha önceliğe alan erkek, hayata bakışları farklı olduğundan çatışmalar yaşarlar. Biri “Eve neden hep geç geliyorsun” der, diğeri “Seni aç mı bırakıyorum, neden şükretmiyorsun?”

Evlilikte İletişim

Gençlik yıllarında kumar alışkanlığı nedeniyle sık sık evine geç bir erkek, her zaman sabırla bekleyen eşinin bir davranışı, eşini hem bu kötü alışkanlıktan kurtarır hem de ona ve yuvasına bağlılığını pekiştirir. Eve geç gelmeyi alışkanlık haline getiren erkek, her zamanki gibi gecenin geç bir vakti evinin kapısını çalar. Eşi hesap sormak bir yana, eşini sevgiyle karşılar: “Karnın açtır. Çorba içer misin?” Bu yaklaşım karşısında hayli utanıp mahcup olan kocası, bir daha asla evine böyle geç gelmemiştir.

Erkeğin eve geç gelmesi aileyi sarsıyor
Evlilikte “anlayış” ve “hoşgörü” denilince bacımızın yaşadığı bu olay gibi ender de olsa mutlu sonla biten örnekler yaşanabiliyor. Kafamızın bir köşesinde bu hoşgörü ve mükemmel davranış tablosunu kaydettik diyelim. Peki, kadınların hepsi bu bacımız kadar sabırlı ve hoşgörülü, erkekler de eşinin hal diliyle verdiği mesajı bir çırpıda alabilecek feraset sahibi olabiliyor mu?

Akşamın geç bir saati sabırsızlık ve merak içinde evin ortasında dönüp duran bir kadın, eşi nerede olduğunu ve neden gecikeceğini haber vermemişse, muhtemelen “hesap sormak” için kapının çalmasını bekler. Peki ya erkek? Geç gelme sebebi evdeki huzursuzluk, bitmek bilmeyen kavgalar vs. değilse, durup dururken eşini ve çocuklarını bekletmek ister mi? Neden eve geç gelinir? Ya da aile ihmale gelir mi?

Erkeğinin eve geç gelişi, ilgi ve sevgi bekleyen, birlikte vakit geçirmek isteyen hanımları en çok üzen konular arasında yer alıyor. Adı üstünde “hayat arkadaşı” olan eşi evde beklerken, bir erkeğin arkadaşlarını, işini tercih ederek ya da hizmet faaliyetlerinde saatlere dikkat etmeyerek ailesini ihmal etmesi, aile hayatında derin çatlaklara zemin hazırlıyor. Zaman içinde bu ihmal telafi edilmediğinde, bu çatlaklar fay kırıklarına dönüşüp aile binasının yıkımına kadar uzanan sorunlara yol açabiliyor.

[1] Semerkand Aile (Sevdiklerinize Solmayan Bir Gül)

Rüyada dağ görmek

DAĞ: Rüyada dağ görmek, yöneticiliğe, mülke, galibiyete, rahata ermeye işarettir. Dağın üzerinde bulunmak kadri yüce birine yakın olmaya, isteklerine kavuşmaya işarettir.

Dağa çıkarak tepesine ulaşmak, devlet büyüğünün himayesine girmeye ve memuriyete işarettir. Dağdan inmek makam ve rütbe kaybetmeye işarettir. Dağın üzerine göçmesi devlete gelecek zarara işarettir. Dağın yanması devlet büyüğünün ölümüne işarettir.
Dağın üzerinde ağaç görmek, makama ve insanlar arasında güzel anılmaya ve şöhrete işarettir. Rüyada bir dağın üstünde olup bunu kendi mülkü zannettiğini görmek, kadri yüce kimseye işarettir.

Arafat, Cudi, Uhud ve Tur dağlarından herhangi birini görmek, âlim ve sahillerin hizmetinde bulunacağına işarettir. Dağın kendisiyle beraber yürüdüğünü görmek, savaşa işarettir. Rüyada görülen dağlar amirlere, salihlere, âlimlere işarettir.
Rüyada bir dağda mağaraya girdiğini görmek, emniyet ve vakara veya Rabb’ine tevekkül etmeye işarettir. Dağa düzgün bir yoldan geldiğini görmek, maksada ulaşmaya işarettir. Dağa tırmanmak kârlı bir iş için yola çıkmaya işarettir. Ayrıca dağ kısmete işarettir. Dağda çimenler üzerinde ibadet ettiğini görmek, Allah’ın rızasına ulaşmaya işarettir.

Herşeye rağmen rüya ile amel etmek doğru değildir sonuçta bir rüyadır, fazlaca anlam yüklemek ve hayatımızı yaşantımızı ona göre tahsis etmek doğru değildir bu konuda dikkatli olmak gerekir.

Rüya görmenin çeşitli sebepleri vardır gün içerisinde kafamıza takılanlar rüyamız olabilir çok müşkil olduğumuz bir olay rüyamıza girebilir. ancak bu şekilde de olsa hak rüyalar vardır, bunu bilmek zordur ancak, rüyalarımızı herkese anlatmamalıyız, en güzel rüya tabiri güneş doğmadan ve sabah namazının ardından tabir ettirilmesi güzel olanıdır.

Unutmayın hayat gerçektir, rüya uyanınca biter, en başta dediğimiz gibi rüya ile amel edilmez.