Mürşid’ e İtikat

Öncelikle Mürşid, Mürşidi kamil ve Mürid kimdir? Kısaca bunları açıklayalım.

Mürşid, İrşâd eden, doğru yolu gösteren rehber zât. İyi bir Müslüman olmaları için, insanları terbiye eden, âlim ve velî, demektir.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri (k.s), “Tasavvuf yolunda nihâyete varan büyükler (yolun sonuna kavuşanlar) iki türlüdür,” demiştir.

Birincisi: Resûlullah’ın (s.a.v) izinde giderek kemâle erdikten sonra insanları irşâd için (doğru yola çekmek için) halkın derecesine indirilmiş olan mürşitlerdir.

İkincisi: Yükseldikleri derecelerde bırakılıp, insanların yetişmesi ile vazîfeli (görevli) olmayan evliyâdır.
Mazhâr-ı Cân-ı Cânân (k.s): “Bütün kazançlarıma, mürşitlerimi çok sevmekle kavuştum. Saâdetlerin anahtarı, Allah’ü Teâlânın sevdiklerini sevmektir.”demiştir.
İmâm-ı Rabbânî (k.s), “Talebe, mürşidini ne kadar çok severse, onun kalbinden feyz alması da o kadar çok olur. Mürşid vesîledir, vâsıtadır. Maksat, Allahü Teâlâdır.” demiştir.

Mürşîdi-Kâmil
İmâm-ı Rabbânî (k.s) “Tasavvufta kemâle gelmiş, olgunlaşmış, evliyâlık mertebelerinin sonuna ulaşmış, kâbiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zât. Mürşîd-i kâmilin bakışları, kalp hastalarına (kalbi Allahü Teâlâ’dan başka şeylere tutulmuş olanlara) şifâ verir. Onun teveccühü yâni kalbini bir kimseye çevirmesi; kötü, çirkin huyları insanların kalbinden siler, süpürür.”

Mürid: İmâm-ı Rabbânî (k.s) Müridi şöyle tarif etmiştir. “Tasavvufta Allah Teâlâ’nın rızâsına kavuşmak için evliyâ bir zâtın terbiyesi altına giren talebe (öğrenci).  Mürîd, mürşidinin (hocasının) yanında cenâze yıkayıcısının elindeki ölü gibi olmalıdır.”

Kısaca bu tanımları yaptıktan sonra, konumuza geçelim.
Bedeni hastalıkların teşhis ve tedavi için hazık bir tabibe müracaatı emir buyurmuş olan Nebiyyi Zişan Efendimiz (s.a.v) hazretleri, manevi hastalıklardan kurtulmak içinde manevi bir tabibe, Rabbani bir alime başvurmayı dini bir ihtiyaç olarak göstermiştir. Mühim olan, bu manevi hastalıklardır. Hasta olan bir insan güzel yemeklerin lezzetini anlayamaz. Bunun gibi nefs-i emareye mağlup olan bir kimsenin kalbi hastadır, ibadet ve tatlardan lezzet alamaz.

Terbiye etmek suretiyle kötü ahlakını atıp onun yerinde güzel ahlakı yerleştirmesi için, salikin mürşit ve mürebbi bir şeyhin terbiyesine girmesi şarttır. Bunda sözü edilen terbiye; topraktan diken ve yabani otları söküp nebatını güzelleştirmek ve neşvü nema bulmasını ikmal etmek için çalışan çiftçinin işine benzer.
Çünkü Hakk Teala Hazretleri kullarını kendi yoluna irşat edecek Resuller göndermiştir. Bu manadan dolayı Nebi (s.a.v) ahirete irtihal edince mahlukatı Hakk Teala’ya irşad ve isal etmek için halifeleri onun makamına halef olmuşlardır. Onun için salikin, kendisini terbiye ve Hakk Teala’nın yoluna irşat edecek bir şeyhe mutlak ihtiyacı vardır.

İmam Rabbani (k.s.) buyuruyor ki: “Onun bir nazarı, kalp hastalıklarını giderir. Bir teveccühü, beğenilmeyen kötü huyları siler süpürür.”[1]  Medresede/öğretimde müderris ne ise, tarikatta mürşit odur.
Mühyeddin İbnül Arabi (k.s) Hazretleri gibi bir çok şeriat ve tarikat büyüklerinin eserlerinde: “İmamı olmayanın, imamı (yol göstericisi) şeytandır.” sözü sık sık ifade ve beyan buyrulmuş ve bunun manasının doğruluğu pek çok Ayet-i Kerime ile sabit olmuştur.
“Ey Ademoğulları! Ben size şeytana ibadet etmeyiniz diye emretmedim mi?”[2]

Başa bir Ayeti Kerimede de:
“Her kim Rahmanın zikrinden gafil kalırsa, biz ona bir şeytan musallat ederiz. O şeytan ondan hiç ayrılmaz. Bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyar. Onlar ise kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.”[3]

Cenab-ı Hakk, yine Kur’an-ı Kerimde “Nas” süresinde  “Hannastan” kendisine sığınmamızı emrediyor. “Hannas” şeytandır. Bu şeytan müminleri gözetmekte ve kalbin zikirle meşgul olduğunu anlayınca geri çekilip savuşmakta olduğu, zikirden gafil bulunanların gönlüne bozucu vesveseler atmaktadır. İşte bunun için dünyada iken bir tarikatı aliyye’ye intisap etmek ve mürşidin öğretip telkin edeceği zikir ile kalbini ihya etmek her mümin için önemli ve lüzumludur.

“İmamı olmayanın, imamı şeytandır.” Sözü Ayetlerde olduğu gibi Resül-i Erkem’in (s.a.v) bir çok hadisi şeriflerinde de ortak manasını ifade etmektedir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Kim bir topluluğun arasına girerse onlardan olur.”[4] buyurmuştur. Şüphesiz bir insan sofilerin cemaatine muhabbetle iltihak eder, zikir ve fikirlerine katılırsa onlardan sayılacağı gibi, mahşerde de, himayeleri altında bulunacaklardır. Nitekim Fahri Kainat Efendimiz (s.a.v):
“Kişi sevdiği ile haşrolunur.” buyurmuştur. Başka bir hadisi şeriflerinde de: “Şeytan insan kurdudur, sürüden ayrılıp tek başına kalan koyunu dağdaki kurt nasıl kaparsa, (Ehl-i Sünnet velcemaat itikadı üzerinde olan bir) cemaatten ayrılan kimseyi de öylece kapar.”[5]  buyurmuştur.

Başka bir hadisi şeriflerinde de:
“Şüphesiz Allah Teala ümmetimi sapık fikir ve fitne  üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli (Rahmet ve desteği) cemaatin üzerindedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe düşer.”[6]

Başka bir hadisi şeriflerinde de:
“Sizin cemaat halinde bulunmanız gerekir. Ayrılıp tek başına kalmaktan sakının şüphesiz şeytan tek başına kalanla beraberdir. Ama iki kişiden uzak durur.”[7] buyurmuştur.
Bu manadaki hadislerin ortak manası şudur:
“Dini tek başına yaşamaya kalkmayın. Allah yolunda birlik olun, Alimlere uyun, takva üzere giden cemaate sımsıkı tutunun, tek başına kalanın kalbini şeytanlar sarar. Hak yoldan alıkor ve kolayca zarara sokar. Bu düşmana karşı birlik kalesine girin. Allah (c.c) sevgisini siper edinin ve ölene kadar böyle gidin. Emniyetiniz budur.
Şu halde “İmamı olmayanın, imamı şeytandır” sözü Kur’an ve Sünnete aykırı değildir. Tecrübelerde onu desteklemektedir. Peygamberlerden başka bir üstada gitmeyen ve alim bir rehber bulmadan kamil olan kimse yoktur. Her meslekte durum aynıdır. Yunus Emre, kamil insan olmanın yolunu, şöyle dile getirmiştir.

-Doğruya varmayınca – Mürşide ermeyince.
-Hakk nasip etmeyince – Sen derviş olamazsın.

-Müridin mürşide karşı itikadı şöyle olmalıdır.
Mürit, üstadından tahsil edip öğrendiği şeyleri faydalı görmese, üstelik bu bilgiler ile amel edip neticesinden de zarar etse, yine şöyle inanmalıdır: ‘Üstadımın emrini tutmasaydım imanım gidecekti.

Bir mürit için en güzel ve etkili olan terbiye, mürşidinden öğrendiği terbiyedir. Şeyh Abdürrahmani Tahi (k.s)  buna şöyle bir misal getirdi:
“Bakınız, benim kızım yalnız annesinden aldığı terbiye ile yetiniyor. Halbuki başkalarından da terbiye alsa kızım için iyi olacak ama kabul etmeyip şöyle diyor. Benim için annemden alacağım terbiye yeterlidir. Başkalarının terbiyesine lüzum görmüyorum.”

Mürşit, müridine dese ki: “Git falan beldeden bana istediğimi getir. Mürit bu isteği yerine getirmek için yolda mürşidinin arzusunu elde edip geri dönse o mürit zarar etmiştir. Çünkü; mürşit, müride ne istediğini ve nereden alması gerektiğini belirtmiştir. Verilen emir ve vazifeleri eksiksiz olarak yerine getirmelidir. Size şöyle diyeyim: “Sevgili gayet nazlıdır. Sevene hiçbir zaman muhtaç değildir.”[8]

Peygamber Efendimiz (s.a.v):
“Kim bir şeyi severse, ondan çok bahseder.”
Gavs-ı Bilvanisi (k.s) şöyle buyurmuştur.Biz de Şah-ı Hazne’yi (k.s) çok sevdiğimiz için devamlı ondan bahsediyoruz. Bizim bütün maddi ve manevi varlığımız Şah-ı Hazne’nindir. Onun tasarrufu olmazsa bir şey yapamayız. Allah Teala bana bin yıl ömür verseydi, ben ömrümü Şah-ı Hazne’nin (k.s) yanında geçirmek isterdim. Çünkü onun himmet ve bereketi ile Allah’ın azametini bir nebze olsun anlayabildim.”[9]

Zekeri (rah) Ehl-i tasavvuf ile birleşmeyen alim, katıksız ekmek gibidir. Tarikat ehli icmaen, herkesin bir şeyhi tutması gerektiğini buyurmuşlardır. Şeyh tutmak onun vasıtasıyla kötü sıfatlardan temizlenmektir. Ucub, riya, haset gibi  kötü ahlakın vasıfları olan hallerden kurtulma tasavvufa gösterilen amel ile mümkündür. Kalbin temizlenmesi nasıl vacip ise, onun sebebini de aramak vaciptir.

Resülullah Efendimiz’e (s.a.v): “Ey Allah’ın Resülü! Allah’ın velileri kimlerdir? diye sorulduğunda şu cevabı verdiler:
“Allah’ın velileri görüldüklerinde yüce Allah’ı hatırlatan kimselerdir.”[10]
Arifler demişlerdir ki: Bir kimsenin veli olduğunun en büyük alameti, yüzünü görenlerin, meclisine ve sohbetine girenlerin Yüce Allah’ı (c.c) zikretmesi, kalbinin dünyadan soğuması, ahirete yönelip ibadete ısınmasıdır.

  Bir hadisi Kudsi de şöyle buyrulmaktadır:
“Kim benim velilerimden birisine düşmanlık yaparsa, ben ona karşı harp açarım/ondan dostumun intikamını alırım. Bir kulum farz kıldığım amelleri yaparak bana yaklaştığı gibi, hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetleri ile de devamlı bana yaklaşır, nihayet onu severim. Ben bir kulumu sevdiğim zaman, (kendisine vereceğim özel nurum ile) onun işiten kulağı, konuşan dili, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, anlayan kalbi olurum. O artık benimle işitir, benimle konuşur, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür, benimle anlar. Benden bir şey isterse, istediğini veririm; bana sığınırsa kendisini korurum.”[11]

Bir insan samimiyetle Yüce Allah’a (c.c) kulluğa devam ederse, Allah’ın: “Onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olurum” buyurduğu makama yükselir. Yüce Allah’ın sevdiği kulana ikram ettiği celal nuru, onda bir kulak olunca, o, yakını işittiği gibi, uzağı da işitir. Bu nur, bir kul için göz olunca, o, yakını gördüğü gibi, uzağı da görür. Yine Allah’ın celal nuru bir kulda el olunca, o kul, zora, kolaya, yanındakine, çok şeye gücü yeter.

Pak irade demek, pak bir itikat demektir. Bu da mürit şeyhine öylesine itikat edecek ki kendisini Allah’u Teala’ya o şeyhten maada hiç kimsenin ulaştıramayacağına kalben ve bütün samimiyetiyle inanacak. İşte pak itikat budur. Ancak kendisini o şeyhin Allah’u Teala’ya ulaştıracağına sağlam bir itikat ile mutekit olacak ve diyecek ki:
“Bu şeyhten maada bütün kainattaki insanlar şeyh olsalar yine beni Hak Teala’ya ulaştıramazlar.” İtikadı ve iradesi bu şekilde olan kimseye şeytan hiçbir zaman zafer bulamaz. Mürit şeyhi için öyle güzel itikatlar beslemeli ve inanmalıdır ki şeyhi. Hak Talanın bir açılmış kapısıdır.

Mürid öyle itikat etmelidir ki. Şeyh kendisi hakkında kendi nefsi ve hevesi ile hiç bir şey işlemez ve istemez. Mürit şeyhin katında Allah Talanın bir emanetidir. Bunu bilince mürit buna göre şeyhine kendini teslim etmelidir. Şeyh emaneti kaybetmez, emanete riayet eder. Müridi terbiye eder ve maksuduna eriştirir. Böylece kendini şeyhine teslim etmeyen mürit asla maksuduna erişemez. Üstatsız kalır. Demişlerdir ki: “Rehberi, mürşidi ve üstadı olmayan kimsenin üstadı ve rehberi şeytandır.”
 
Görmez misin ki Resulüllah’ın (s.a.v) üstadı Cebrail (a.s) idi. Ashab-ı Kiram’ın üstadı da Resülullah (s.a.v) idi. Tabiin hazretlerinin üstadı da ashabı kiram idi. Tebei tabiinin üstadı da Tabiin Hazretleri idi. O zamandan bu zamana kadar hep böyle silsile ile geldi. Bundan sonra üstatlık, mürşitlik, şeyhlik ve müritlik sürüp gider. Eğer talip olanların kökü kesilirse şeyhlerinde kökü kesilir. O zaman da nizam bozulur. Artık kıyametin kopması yakındır. Alemin nizamını sağlayanlardan birisi de mürşitlerdir. Mürşitler, sadık müritlerden hasıl olur.
Kaynakça;
[1] 285. mektup
[2] Yasin / 60
[3] Zuhruf / 36-37
[4] Ebu Davud.
[5] Ahmed b. Hanbel.
[6] Tirmizi.
[7] Tirmizi.
[8] İşaretler S. 76
[9] Gavsi Bilvanisi Hayatı. S. 37
[10] İbn-u Mubarek.
[11] Buhari


Senin yorumun bizler için Çok değerli... Lütfen Yorum yapınız.

E-posta hesabınız kaydedilmez.

PHP Code Snippets Powered By : XYZScripts.com