nefis terbiyesi

Mürşidin Allah’ı Kullarına Sevdirmesi

Mürşid, müridi, manevi kötülük ve kirlerden temizleme yoluna sevk edip terbiye etmektedir. Nefis, çirkin sıfat ve huylardan temizlenince; kalp aynası parlar, içinde ilahi azamet nurları ışık verir ve tevhidin güzelliği ortaya çıkar. Bu durumlarda kul, Rabbini sever. İşte bu, nefsi tezkiye ve terbiyenin bir neticesidir. Buna işaret olarak Allah Teala şöyle buyurmuştur.
“Şüphesiz nefsini (küfür ve isyandan) temizleyen, kurtulmuş saadeti bulmuştur.”[1]

Rivayete göre Şeyh Abdulkadir Geylani’ye (k.s) dervişlerinden bir ziyaretçi geldiği zaman, kendisine haber verilir, o da halvethanesinden çıkar, kapıyı hafifçe açar, onunla müsafaha eder, kendisine selam verir, onunla oturmadan halvetine dönerdi. Dervişlerden olmayan birisi geldiği zaman ise; çıkıp onu karşılar, beraber oturur, onunla sohbet ederdi. Onun dervişlerin yanına çıkmayı terk etmesi ve onların dışındakilerin yanına çıkıp onlarla oturmasından dolayı, bazı dervişler rahatsız oldular. Onların bu düşünceleri Hazrete ulaşınca, şöyle demiştir.
“Bizim Hakk fakiri dervişlerle bağımız ve bağlantımız kalpten bir bağlılıktır. Hem derviş bizdendir, bizim ehlimiz durumundadır. Aramızda yadırganacak bir hal yoktur. Bu sebeple biz ona karşı muamelemizde kalplerimizin birliği ile yetiniyor, bu kadar karşılaşmayı kafi görüyoruz. Yeni gelen kimse ise, adet ve zahiri şeylere bağlanıp kalmış birisidir. O, zahiren kendisiyle ilgilenilmediği zaman, kalbine bir soğukluk gelir ve bizden uzaklaşır.” demiştir.

Allah’u Teala, Hz. Musa’nın (a.s) Hz. Hızırla (a.s) olan kıssasında:
“Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı dedi.”[2]

Üstad Ebü Ali ed-Dekkak’ın (k.s) şöyle dediğini duydum:
“Her ayrılığın başlangıcı muhalefettir.” Üstat bu sözüyle demek ister ki: Şeyhine muhalefet eden onun yolunda kalmaz. Her ne kadar bir yerde yaşama hali onları bir araya getirse de aralarındaki ilgi kesilir. Şu halde bir kimse bir şeyhle sohbet eder, sonra kalbiyle ona itiraz ederse arkadaşlık bağını bozmuş olur ve ona tövbe etmek vacip olur.

Cüneydi Bağdadi’nin (k.s) şöyle söylediği bilinmektedir.
“Bir gün şeyhim Seri es-Sakati’nin huzuruna vardım. Bana bir hizmet buyurdu. İhtiyacını hızlı bir şekilde yerine getirdim. Dönüp geldiğim zaman bana bir kağıt parçası verdi, içinde şöyle yazılıydı: Çölde develerini süren bir çobanın şu şiiri okuduğunu duydum: “Ağlıyorum, ama neden ağladığımı biliyor musun? Benden ayrılırsın, benden ilgini kesersin ve ben kılavuzsuz kalırım korkusuyla ağlıyorum.”

Şakik-i Belhi ile Ebü Turab en-Nahşebi, Beyazidi Bistamiyi ziyarete geldiler. Önlerine sofra hazırlandı. Bayezid’e (k.s) hizmet eden bir genç vardı. Misafirler önce gel, yemeği birlikte yiyelim dediler. Genç, ben oruçluyum deyip yemekten çekindi. Ebü Turab, Gel bizimle ye, sen bir ay oruç tutmuş kadar sevap kazanırsın dedi. Genç yemekten çekindi. Sonra Şakik-i Belhi, gel bizimle ye, bir yıl oruç tutmuş kadar sevap kazanırsın dedi. Genç yine yemekten çekindi.
Bunun üzerine Bayezid-i Bistami (k.s), Allah’ın (c.c) gözünden düşen şu genci terk edin dedi. Bu olaydan bir sene sonra bu genç  hırsızlıktan yakalanıp eli kesildi.[3]

Bir gün Sultan Muhammed Raşid Hazretlerine (k.s) bir şeyh şöyle dedi. “Siz sofilerinize neden bu kadar müsamahakar davranıyorsunuz, onları sıkmıyorsunuz?” Sultan Hazretleri dedi. “Dünya üzerinde bunlardan daha iyi olanlar olsaydı, Sadatlar bunları bırakır onları alırdı, lakin en iyileri bunlardır. Bunlar Allah katında bir şeyler yapmış, Allah’ın hoşuna gitmiş, Allah’ta (c.c) onları Nakşibendilikle şereflendirmiş, lakin biz de bilmiyoruz, bunlar Allah’ın hoşuna gidecek ne yapmışlar? Hepimizde çeşit çeşit manevi hastalıklar vardır. Kiminde şehvet, kiminde zina, kiminde kibir, kiminde riya vs…. Sadatlar manevi doktorlardır. Bu doktorlardan istifade etmemiz gerekir.

Yunus Emre bir şiirinde şöyle diyor.
 Mürşit ince bir elektir onda elenmek gerekir,
Bu yoldaysan, şöhreti terk etmek gerekir.

Gerçekten de mürşitler ince bir elektir, o elekte ise yaramayan kısımlar aşağı atılır, işe yarayanlarda duruma göre her şey yapılır. Peki bu elekte nasıl elenmek gerekir, ne yapmalıda istifade etmelidir? Bunu da benim anladığım kadarıyla, Şeyh Fethullah (k.s) şöyle ifade etmiş.
İstikamet, Teslimiyet ve Muhabbet. Peki bu üç hali nasıl elde edeceğiz?
Bunun ilk merhalesi için Şah-ı Nakşibendi (k.s) demiş:
“Oğlum bu kapı doksan santimdir.” Bu sohbetten anladığım: Nakşibendi kapısından girmek istersen, boynunu eğeceksin, nefsini küçülteceksin, tevazu ehli olacaksın ki, onlar seni kabul etsin ve seni Hakka ehil etsin. Zaten sanatta da öyle değil midir ki, bir çırak ustasına itiraz ederse ustası onu nasıl yetiştirsin? Mürşitlerin yanında kalmamız, bizim için çok büyük bir kısmettir.

Bu dünyada Allah dostlarına kıymet verenler artık azalmış, Seydamız (Seyyid Muhamed Raşid k.s) sohbet etti:
“Bu dünyada kaç tane insan vardır? Yine kendisi cevap verdi. Deniliyor altı milyardır, kaçı Müslüman dır? Bir milyar deniliyor, bunun kaçı ehli sünnettir? Dedi dört yüz milyon tahmin ediliyor, peki bunun kaçı Nakşibendi’dir? Altmış milyon, peki bunun kaçı Gavsın mürididir? Beş altı milyon… bu altı milyarda altı milyon nedir ki, Sadatlar bu altı milyon insanı bırakır mı? Allah’ın (c.c) yanında Resülullah’ın (s.a.v) nazarında sadatların kıymeti çoktur. Çünkü sadatlar Allah’ın ipine sımsıkı sarılmışlardır.

 Şahi Haznenin oğlu Abdulgani hazretlerini (k.s) şöyle sohbet etti.
“Şah-ı Nakşibendi (k.s) bir gün camide tek başına otururken gaybtan bir ses gelmiş: “Ey Behaddin söyle ne istiyorsun verelim. Şah-ı Nakşibendi (k.s) demiş: “Sizin isteğinize göre mi olacak, yoksa benin isteğime göre mi olacak? Gaybtan denilmiş, “Bizim isteğimize göre olacak. Şahı Nakşibendi (k.s) demiş:
”Öyleyse ben bir şey istemiyorum..” aradan on beş gün geçmiş, gaybtan Şah’a tekrar ses gelmiş: “Senin istediğin şekilde olmasını kabul ediyoruz” bunun üzerine Şah: “Ben sizden dünya malı, makamı ve mevkisi istemiyorum, şan şöhret de istemiyorum. Benim isteğim, kurmuş olduğum bu tarikatın ipine kim sımsıkı tutundu ise, onu cennetine sokacağına dair söz ver Ya Rabbi” şeklinde dua eylemiş.”

  • Mürşid-i kamil, müridinden ahde vefa ister.

  • Mürşid-i kamil, müridinden kendisini tanımasını ve taklit etmesini ister.

  • Mürşid-i kamil,müridin kendisini kalben bile olsa, tenkit etmesini istemez.

  • Mürid, mürşidinin sevdiği her şeyi sevmelidir.

  • Mürid, mürşidinin üzüldüğü her şeye üzülmelidir.

  • Müridin, mürşidinden saklayacağı hiçbir sırrı olamaz.

  • Mürid, Allah’a (c.c) ulaşıncaya kadar, mürşidinin izinden ayrılmaz, başını sağa sola çevirmez, onu takip eder. Allah’a vasıl olunca da rehberi olan mürşidini asla unutmaz.

  • Mürid, günlük yaşantısında her fırsatta mürşidinden sohbet eder, etmelidir.

  Bir haç ziyareti sırasında Gavs-ı Sani Hz.lerinin Ravzada Resulullah’a
(s.a.v) hitaben yaptıkları münacattır

Esselam-u Aleyküm alemlerin rahmeti,
Esselam-u Aleyküm Rabbimin Habibi,
Esselam-u Aleyküm Anamız Fatıma’nın babası
Esselam-u Aleyküm dedelerimin dedesi
Esselam-u Aleyküm Ya Resulallah
Nuri Arşillah.
Cümle günahlarımla, isyanlarımla geldim Senin kapına.
Sultan-ı Melül bu günah benim günahım değil,
Ya Resulallah ümmetinindir; sofilerinindir.
Ya Rasulallah sen nasıl ki arşa ümmeti- ümmeti dedin, şimdi ben senin kapında sofilerim-sofilerim…
Ya Resulallah, eğer Habibinin sana verdiği vaat gibi, sen de bana, bu evladına söz vermez isen Arş-ı ala günü bayrağının altına almaz isen ben evliyalığı neyleyim. Ben sofilere ne söyleyim, hangi yüzle döneyim.
Şefaatin Ya Ceddel Hasan, Şefaatin Ya Habiballah…
Sen söylemişsin evliyaları seven bizi sever, bizi seven Allah’ı (c.c) sever. Bizleri sevmişsin, bizi siz evliya etmişsiniz, onlar için aflarını, müjdelerini vermezsen kasva (kölen) gibi başımı vurur ben gitmem bu kapından…
Sofilerin af şefaati Ya Ebu Kasım Muhammed (s.a.v)

[1] Şems / 9
[2] Kehf, 66
[3] Küşeyri Risalesi  s. 450

Similar Posts

One Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir