Rüyada Karpuz Görmek

Rüyada karpuz görmek kimi zaman hayra kimi zaman da şerre delalet etmektedir. Bu açıdan rüyasında karpuzu ne şekilde gördüğünüzü en iyi şekilde dile getirmeniz gerekir. Ancak bu şekilde doğru bir rüya tabiri yapılabilecektir.

Rüyada Karpuz Almak

Rüyada karpuz almak rüyayı görenin yeni bir iş hayatına atılacağına ve girişimcilik yolunda kararlılıkla ilerleme kat edeceğine delalet etmektedir. İşte bu özelliğinden hareket edilerek her yönden bu şekilde tabir olunur.

Rüyada Karpuz Kesmek

Rüyada karpuz kesmek rüyayı görenin yakında kötü bir haberle karşılaşacak ve olumsuz durumun etkisinden uzun bir süre kurtulamayacağına delalet etmektedir.

Rüyada Tatlı Karpuz Yemek

Rüyada tatlı karpuz yemek kişinin uzun süreden beri almak istediği müjdeli haberin sonunda kendisine verildiğine işaret ettiği gibi bunun yanı sıra kişinin güzellikle karşı karşıya kalmasına da yorumlanmaktadır.

Rüyada Karpuz Yemek

Rüyada karpuz yemek kişinin ardından dedikodusunu yapan birtakım sinsi kişilerin olduğuna işaret eder. Öte yandan bu kişilerin maskesiyle kendisinin dostu olarak göründüğünü ve sürekli bu imajla kişinin gıybetini yapmaya devam ettikleri anlamı çıkarılmaktadır.

Rüyada Tarladan Karpuz Almak

Rüyada tarladan karpuz almak kişinin kavgalı gürültülü birtakım olayların içerisine gireceği anlamına gelivermektedir. Öte yandan kişinin bu ruh haliyle gerek özel yaşamında gerekse iş yaşamında sorunlarla baş etmesi gerektiğini gösterir.

Rüyada Karpuz Ekmek

Rüyada karpuz ekmek bireyin yeni bir işe atılacağına yorumlanır. Rüyasında boş bir tarlaya karpuz ektiğini gören kişinin hayatında maddi anlamda refah getirecek ve kendisine itibar sağlayacak kazançlı yepyeni bir iş anlamına gelmektedir.

Rüyada Olmamış Karpuz Görmek

Rüyada olmamış karpuz görmek kişinin hedeflerini henüz olgunlaştıramadığına ve bunun meyvelerini almasının henüz erken olduğuna delalet etmektedir.

Rüyada Çatlamış Karpuz Görmek

Rüyada çatlamış karpuz görmek rüyayı gören kimsenin sevinçlerinin hep yarım kaldığına ve bu durumun da kendisinde bunaltıcı, göz karartan bir psikolojik travma yaratmaya devam ettiğine alamettir.

Rüyada Karpuz Görmenin Psikolojik Anlamı

Rüyada karpuz görmenin psikolojik anlamı kişinin sıkıntılı ve bezgin bir ruh hali içerisinde olduğunu ve sevinçlerinin hep yarım kaldığını gösterir.

Teheccüd Namazı

Gece yarısından sonra uykudan kalkarak kılınan nafile bir namaz olan Teheccüd gece namazının sevabı çoktur.

Resûlüllah Efendimiz ümmetini teşvik için, şöyle buyurmuşlardır:
“Gece namazına devam ediniz. Zira bu, sizden önceki sâlihlerin âdetidir. Sizi Rabbinize yaklaştırır. Günahlara keffarettir. Nefsi günahtan alıkor.”
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise şöyle buyurulur:
“Her kim gece uyanır ve hayat arkadaşını da uyandırır, ikisi birlikte iki rek`at namaz kılarlarsa, Allahü Teâlâ onları zâkirîn (Allah`ı çok zikreden erkekler) ve zâkirât (Allah`ı çok zikreden kadınlar) zümresine dahil eder…”
Vakti: Tâbiîn büyüklerinden Esved bin Alkame: “Teheccüd uykudan sonradır,” demiştir.
Binaenaleyh teheccüd için uyumak şarttır. Zaten İslâm`da hiç uyumaksızın bütün geceyi ibâdetle geçirmek mekruh sayılmaktadır.
Resûl-i Ekrem (asm) Sahâbeden Abdullah bin Amr`i bütün geceyi ibâdetle geçirme âdetinden men`etmiş, gecenin sadece bir kısmında ibâdet yapıp kalan kısmında uyumasını emir buyurmuştur.
Şu halde teheccüdün en faziletli vakti ne zamandır? Müslim`de Ebu Hüreyre`den rivâyet edilen bir hadîs-i şerîf`te, teheccüd namazının en faziletli ve feyizli zamanı şöyle bildirilmiştir:
“Farz namazdan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır (teheccüd). Geceyi iki kısma bölersen; ikinci kısmı namaz için en feyizli zamandır. Eğer üçe bölersen orta kısmı en mübarek ve faziletli vakittir.”

Dâvud (as) geceyi 6 parçaya böler, 4 ve 5. parçalarında gece ibâdeti yapardı.
Resûl-i Ekrem, bu şekilde yapmayı bir hadîs-i şerîf`lerinde medhetmişlerdir.
Hükmü: Teheccüd namazı İsrâ sûresinin 79`uncu âyetiyle Hazret-i Peygamber`e emredilmiştir.
Tâbiîn müfessirlerinden Mücâhid`in ifadesiyle, teheccüd namazı Resûl-i Ekrem (asm) için nâfiledir, ziyâde-i sevab (sevabını ziyâdeleştirme) vesilesidir ve ziyâde-i fazîlettir.
Ümmet için ise gece namazı mendub bir namazdır ve keffâretü`z-zünûbtur, yani, günahlara keffâret ve mağfirete vesiledir.
Seleften, teheccüd namazının Resûl-i Ekrem için nâfile değil farz olduğunu söyleyenler de vardır. Nasıl kılınır? Resûl-i Ekrem`in kıldığı teheccüd namazının kaç rek`at olduğu hususunda muhtelif rivâyetler gelmiştir.
Ebû Eyyûbe`l-Ensarî, iki rek`atta bir selâm vermek üzere 4 rek`at olduğunu bildirmiştir. Hz. Âişe validemizden gelen rivâyete göre ise,
“Resûlüllah Efendimiz 9 rek`at kılarlardı. Fakat yaşlandıklarında 7 rek`at kılar olmuşlardır.” Meşhur rivâyet budur. 8 rek`at, 16 ve 17 rek`at kıldıkları rivâyeti de vardır.
Fukahânın ekseriyetine göre, teheccüd namazında kıyâmın uzun olması, çok rükû` ve secde yapmaktan efdaldir.
Bir kısmı da rükû` ve secdenin çok olmasını daha faziletli görürler.
Bunlar, “İbâdetlerin en faziletlisi ve hayırlısı, rükû` ve secdeleri çok olandır….”hadîsine istinâd ederler. Bu iki görüşü, şu şekilde te`lif etmek mümkündür: Kısa namaz sûrelerinden başkasını bilmeyen teheccüd ehli için, rükû` ve secdenin çok olması, uzun sûreler bilenler için ise, cumhûrun mezhebi, yani, kıyâmın uzun olması efdaldir. Ümmetin ihtilâfında rahmet olması sırrı da böylece âşikâr olur

Teheccüd Gece Namazı İle İlgili Hadisler

Gece kılınan nafile namaz, gündüz kılınan nafile namazdan daha faziletlidir. Çünkü gece uyanmak nefse zor gelir. Hadis-i şerifte (İbadetin efdali zahmetli olanıdır) buyuruldu. (M. Felah, İbni Esir, Nihaye)

Teheccüd namazı, gündüz kılınan bin rekâttan daha faziletlidir. Bir saat ilim öğrenmek, [mesela ilmihal okumak] geceyi ibadetle geçirmekten daha çok sevabdır. (Dürr-ül-muhtar)

(Amellerin kıymetlisi, az da olsa devamlı olanıdır) hadis-i şerifi, meşakkatli ibadeti ara sıra yapmaktansa, meşakkati az olanı devamlı yapmanın daha faydalı olduğunu bildirmektedir. (Beyhaki)

Gece namazı çok faziletlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Gece seherde kılınan iki rekât namaz, dünya ve içindekilerden daha kıymetlidir. Eğer meşakkat vermeseydi, gece namazını ümmetime farz kılardım.) [Deylemi]

(Farzlardan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.) [Müslim]

(Gündüz kaylule yaparak teheccüde, sahura kalkarak da oruca yardım edin!) [İbni Mace]

(Cennette öyle muazzam köşkler vardır ki, bunlar tatlı dilli olan, selamı yayan, herkese yemek yediren, çok oruç tutan ve gece namazı kılan kimselere verilir.) [İbni Nasr]

(Gecenin sonunda kılınan iki rekât namaz, dünyadan ve dünyadakilerden hayırlıdır. Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, onlara teheccüdü mecburi kılardım.) [Müslim]

(Cemaatle namazlarını kılan kimse, gece namazına kalkmış gibi sevab alır.) [Tirmizî]

(Yatsı veya sabah namazını cemaatle kılan gece namazı kılmış gibi sevaba kavuşur.) [Hatîb]

(Gece namazına devam edin! Bu, sizden önceki salihlerin âdetidir. Gece namazı, Allah’a yakınlaştırıcı, günahlardan uzaklaştırıcı ve onlara kefarettir. Bedene de sağlıktır.) [Hâkim]

(Cebrail aleyhisselam gece namazını o kadar çok tavsiye etti ki, pek az uyuyanların ümmetimin hayırlıları olduğunu anladım.) [Deylemî]

(Ramazanda inanarak ve sevabını umarak gece namazı kılanın günahları affolur.) [Buhârî] (Teravih kılan da gece namazı kılmış olur.)

(Deve veya koyun sağımı kadar da olsa, gece namazı kılmalı. Yatsıdan sonra yatmadan önce kılınan namaz gece namazı sayılır.) [Ebu Nuaym]

(Teheccüd kılma âdeti olup da, uyuya kalana, Allahü teâlâ kılmış gibi sevab verir; uykusu da, kendisi için bir sadaka olur.) [Nesai]

(Selamı yayar, açları doyurur, sıla-i rahimde bulunur, geceleri herkes uyurken namaz kılarsanız, selametle Cennete girersiniz.) [Tirmizi]

(Müminin şerefi gece namazı kılmasındadır.) [Hatîb]

(Gece namaz kılanların yüzü güzel olur.) [Rıyad-un-nasihin]

(Teheccüd, günahları affettiren, salihlerin ameli olup, hastalıklara da şifa verir.) [Tirmizi]

(Kış, müminin baharıdır. Gündüzleri kısadır, oruç tutar; geceleri uzundur, ibadet eder.) [Beyheki]

(Gecenin sonunda uyanamayacağından korkan, gecenin evvelinde vitri eda etsin! Sonra yatsın! Gece sonunda uyanacağını ümit eden, vitri o zaman kılsın! Çünkü gecenin sonundaki kalkmakta rahmet melekleri hazır olur.) [Müslim]

(Gece seher vaktinde ve namazlardan sonra yapılan dua kabul olur.) [Tirmizi]

(Seher vakti Allahü teâlâ buyurur ki: İstiğfar eden yok mu, onu mağfiret edeyim. İsteyen yok mu, istediğini vereyim, duasını kabul edeyim.) [Müslim]

Teheccüd Gece Namazı İle İlgili Ayetler

Allahü teâlâ iyileri överken, (Onlar seher vaktinde istiğfar eder) buyuruyor. (Zariyat Suresi 18. Ayet)

Hazreti Yakub oğullarına, (Sizin için seher vakti Rabbime istiğfar edeceğim) dedi. (Yusuf Suresi 98. Ayet)

Âl-i İmran suresinin 17. ayetinde, sabredenler, sadıklar [söz, iş ve niyetlerinde doğru olanlar], namaz kılanlar, zekât verenler ve seherde istiğfar edenler övülmektedir.

Teheccüd Gece Namazı İle İlgili İslami Kaynaklar

Beş vakit namazı, tadil-i erkan ile ve cemaat ile eda etmeli!

Teheccüd namazı kılmalı, seher vakitlerini istiğfarsız geçirmemeli, gaflete dalmamalı, ölümü ve âhireti düşünmeli, haramları bırakıp, âhirete yönelmeli. (Mek. Masumiyye)

Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama, (Benim için ibadet et!) buyurunca, Hazreti Musa, (Ya Rabbi, sana ne zaman ibadet edeyim ki makbul olsun?) diye sordu. Cenab-ı Hak da, (Gece namaz kıl!) buyurdu. (Ey Oğul İlmihali)

Teheccüd namazı böyle faziletli olmakla beraber, nafiledir. Bir kimse, ömründe hiç teheccüd kılmasa, âhirette hiçbir ceza verilmez. Çünkü nafile namazdır, ama farz namazın kazasını kılmayan büyük cezalara maruz kalacaktır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Farzın yanında nafilenin hiç kıymeti yoktur. Deniz yanında, damla bile değildir. (1/29)

Hanefi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyurdu ki:
Fütuh-ul-gayb kitabındaki (Farz namaz borcu olanın nafile namazlarını, Allahü teâlâ kabul etmez) hadis-i şerifi gösteriyor ki, farz borcu olanın, sünnetleri de kabul olmaz. Çünkü sünnetler de nafiledir.

Kazası olan, gece kaza namazı kılarsa, teheccüd namazı da kılmış olur. Eğer teheccüd namazına da niyet ederse, niyet sevabı da alır. Kazası olmayanın da, kaza namazı kılmasının hiç mahzuru olmaz.

Gece kaza kılan hem kazasını öder, hem de teheccüd sevabına kavuşur.(Nevadir-i Fıkhıyye)


Teheccüd Gece Namazı Kılarsak Ne Olur?

Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde buyurdular ki:

Bir kişi gece uykusundan kalkıp teheccüt namazı kılarsa Allahü Zülcelal hazretleri o kişiye 5 dünyada 4 ahirette olmak üzere 9 şeyi ikram eder.

  1. Cenabı Hak onu afet ve belalardan muhafaza eder.
  2. Yüzünde ibadetin erişi olan secdenin nurunun izhar eder.
  3. Salih kullar onu sever. Böylece bütün mahlukat onu sever.
  4. Rabbül alemin onun sözlerini kötü sözlerden arındırıp konuştuğu zaman hikmetle konuşur.
  5. Cenabı Hak onu hikmete muvafık olan şeyleri ihsan eder. Dünyadan yüz çevirir.

Rabbimiz 4’ünü ahirette verir.

  1. Kalkarken yüzü beyaz olarak kalkar. Zaten ayeti kerimede de öyle buyrulmuyor muydu? O günde bazı yüzler bembeyaz, bazı yüzler simsiyahtır.
  2. Hesabı kolay olur.
  3. Sıratı şimşek gibi geçer.
  4. Kıyamet gününde kitabı sağ elinde verilir.

Teheccüd Gece Namazı Faziletleri Nelerdir?

Gece namazının fazileti ile ilgili islami tüm kitaplardan derlediğimiz aşağıdaki olaylar ve bilgileri okuyabilirsiniz.

Resülü Ekrem efendimiz anlatıyor;

Miracı şerifte rabbim bana 5 şey emretti.

  • Habibim, kalbini dünyaya bağlama. Çünkü ben dünyayı sen sevesin diye yaratmadım.
  • Sevgini yalnız bana haşreyle, kalbinde benden başkasına yer verme. Çünkü yine bana döneceksin.
  • Habibim sen cenneti arzu et ve istemek için gayret et.
  • Habibim mahlukattan bir şey bekleme. Çünkü onların elinde bir şey yoktur.
  • Teheccüde devam et. Çünkü benim yardımım gece kıyam edenler iledir.

İmamı Gazali Hazretleri anlatıyor;

Gecenin evvelinde arşu rahmanı altına biri nida eder. Ey abidler yani Allah’a kulluk edenler, kalkınız. Abidler kalkarlar. Allahü tealanın dilediği kadar namaz kılarlar.

Gecenin ortasında biri yine nida eder. Ey haifler Allahtan korkanlar kalkın. O Allahtan korkanlar kalkar seher vaktine kadar Rablerine ibadet ederler.

Gecenin sonunda yani seher vaktinde biri nida eder. Ey müstağfirun kalkın. Allah’a tevbe edenler kalkarlar. Ve fecir doğana kadar istiğfar ederler.

Fecir doğduktan sonra bir münadi nida eder. Ey Gafiller kalkın. Gafiller ölülerin kabirlerinden kalktığı gibi yataklarından kalktığı gibi kalkarlar. İbadet ile meşgul olurlar.

Muhiddini Arabi Hazretleri,

Sizler gafil ismini kendinizden giden şeye yapışın. O şey geceleyin namaz için kalkmaktır, buyurdu.

Bir kimse Hasen Rahimehullaha gelerek dedi ki Ya Eba Hasen ben afiyetle hanemde gecelerim. Fakat bir türlü gece namazına kalkamam. Acaba nedendir? Hasen Rahimehullah senin günahların seni bağlamıştır buyurdu.

Yüne buyurdular ki kul bir günah işler ki o günah sebebi ile gece namazdan gündüzde oruçtan mahrum olur.

Rivayetlerden anlaşıldığı üzere gece namaz kılmak gündüz oruç tutmak günahlardan kaçınmaya bağlıdır.

Yolculuk Namazı

3 günlük yere gitmek niyeti ile yola çıkan kimse, konakladığı bir yerden üç günlük yola gitmeye niyet ederek, ayrılırsa, gideceği yolun iki tarafındaki evlerin hizasından ayrılınca seferi olur. Büyük şehirlerde kenar evler kalmamıştır. Bu bakımdan büyük şehirlerde kaldığımız yere yakın mezarlık, fabrika, okul ve kışla geçilince seferilik başlar.

Üç günlük yola gitmeye karar vermeden, bütün dünyayı dolaşsa bile, seferi olmaz. Düşmanı arayan askerlerin hâli böyledir. İki günlük uzaklıkta olan bir yere gitmeye niyet eden kimse, yoldayken veya o yere varınca, iki günlük yere daha gitmeye niyet etse, o dört günlük yere giderken seferi olmaz.

Hanefi mezhebinde seferde, 4 rekat olan farz namazları 2 rekat kılmak vacibdir. 4 rekat kılmak mekruhtur, günah olur. Hadis-i şerifte, (Seferde namazı tamam kılan mukimken eksik kılan gibidir.) buyuruldu. Üç rekatları ve sünnetleri aynen kılar.

Maliki’de, meşru seferde 4 rekat farzları 2 kılmak sünnet, Şafii’de, meşru seferde, 2 veya 4 kılmak da caizdir. İki kılmak evladır. Hanbeli’de ise seferde 2 veya 4 kılmak Şafii’deki gibidir.
Hanefi’deki Müslümanların günah işlememeleri için 4 rekatlık namazlarını seferde 2 rekat olarak kılmaları gerekir. Bunun için sefere ait hükümleri de bilmek gerekir. Bu bilgiler Hanefi’ye göre aşağıya çıkarılmıştır. İnsanın mukim olduğu, yani yerleştiği yere Vatan denir.
3 çeşit vatan vardır:

a- Vatan-ı asli: İnsanın doğup büyüdüğü, daha sonra evlendiği yerdir. Bundan sonra da hep kalmak niyetiyle yerleştiği yerdir. Burayı da değiştirip temelli kalmak üzere başka yere göçebilir. O zaman göçtüğü yer vatan-ı asli olur.
b- Vatan-ı ikamet: 15 gün veya daha çok kalıp, sonra çıkmaya niyet edilen yerdir.
c- Vatan-ı sükna: İnsanın uğradığı yer olup, 15 günden az kalmak için niyet edilen, yahut bugün yarın çıkarım diyerek uzun müddet oturulan yerdir.
Vatanın değişmesi:
Vatanın değişmesi aşağıda belirtilen örneklerdeki gibi olur:
Bir kimse, evlenip veya temelli kalmak üzere bir yere yerleşmedikçe, doğup büyüdüğü yer vatan-ı asli olmaktan çıkmaz. Evlenirse, eski vatan-ı aslisi bozulur. Evlendiği yer vatan-ı asli olur. Başka bir yerde temelli kalmak üzere yerleşirse, bu sefer evlendiği yer vatan-ı asli olmaktan çıkar. Temelli yerleştiği yerden ayrılıp başka bir yere temelli yerleşirse, önceki yerleştiği yer vatan-ı asli olmaktan çıkar. Yani bir kimse, Haymana’da doğsa, vatan-ı aslisi Haymana olur. Bu kişi, Samsun’da evlense, Haymana vatan-ı asli olmaktan çıkar ve vatan-ı aslisi Samsun olur. Daha sonra Fatih’te temelli yerleşmeye karar verirse, o zaman vatan-ı aslisi Fatih olur. Samsun vatan-ı asli olmaktan çıkar. Vatan-ı aslide bir saat de kalınsa namazlar kısaltılmaz.
Bir kimse, evlenip bir yere yerleştikten sonra, hanımı o şehirde ikamet ettirse, iş icabı kendisi gidip başka bir şehre temelli yerleşse, iki vatan-ı aslisi olur.
Bir köyde, ikamet eden bir kadın, şehirdeki doğum evine giderek çocuğu olsa, çocuğun vatan-ı aslisi annesinin ikamet ettiği köydür. Çünkü orada büyüyecektir. Birkaç gün kaldığı yerde, yani vatan-ı süknada doğmuş sayılmaz.
Bir kimse 60 km.lik mesafeye gitmek için bir otobüse binse, otobüste uyuyup 150-200 km.lik mesafeye gitse bile yine seferi olmaz. Çünkü buraya gelmeye niyet etmemiştir. Burada iken 60 km. ilerideki şehre bir iş için gitse, yine seferi olmaz. Dönerken ilk çıktığı yere gelmeye niyet ederse, dönüşte seferi olur. Bunun gibi, bir kişi, 60 km. olan Çatalca’ya gitmek üzere Fatih’ten çıksa, otobüste uyuduğu için Edirne’ye gelse, Edirne’ye kendi isteği ile gitmediği, niyetsiz gittiği için, Edirne’de namazlarını mukim olarak yani 4 rekat olarak kılar. Edirne’den tekrar Fatih’e gitmeye niyet ederek yola çıksa, Edirne’den çıkar çıkmaz, namazlarını kısaltır.
Sual: Seferi iken namazda nasıl niyet edilir?
CEVAP
Rekat sayısını ve seferi olduğunu söylemeye gerek yok. Her zamanki gibi niyet edilir. Mesela (Niyet ettim öğle namazının farzını kılmaya) denir.
Sual: Yolculukta saat mi yoksa mesafe mi esas alınır?
CEVAP
Mesafe esas alınır. (104 km.dir)
Sual: Hanefi mezhebinde olup da, Maliki mezhebini taklit eden birinin seferilik konusunda, mesafe ve ikamet süresi olarak Maliki mezhebini mi esas alması gerekir?
CEVAP
Mesafe olarak Hanefi, ikamet süresi olarak Maliki mezhebi esas alınır. Çünkü kendi mezhebimizden çıkmadığımız için, taklit ettiğimiz mezhebin farzlarına uyuyor, müfsidlerinden kaçıyoruz.
Sual: Yolculukta namazlar kaç rekat kılınır?
CEVAP
Dört rekatlı farzlar iki rekat olarak kılınır, üç rekatlılar kısaltılmaz, sünnetler vakit müsait değilse hiç kılınmaz, vakit varsa kılmak iyi olur.
Sual: Vatan-ı ikamet nasıl bozulur?
CEVAP
Vatan-ı ikamet üç şeyle bozulur:
1- Başka bir vatan-ı ikamete gidince, sefer niyeti ile çıkmamış olsa ve aralarındaki uzaklık üç günlük yoldan az olsa bile, önceki vatan-ı ikamet bozulur.
2- Vatan-ı asliye gidince de bozulur. Bir kimse, vatan-ı aslisi olan Nevşehir’den Konya’ya bir ay kalmak niyetiyle gitse, sonra, Karamana gidip evlense ve oraya yerleşse, Karaman vatan-ı asli olur. Konya vatan-ı ikamet, Nevşehir de vatan-ı asli olmaktan çıkar.
3- Sefere niyet ederek çıkmaktır. Yani vatan-ı ikametten 3 günlük yola gitmeye niyet ederek ayrılınca, burası vatan-ı ikamet olmaktan çıkar. Daha az yola niyet ile gidip gelseydi, vatan-ı ikameti bozulmazdı. Vatan-ı ikametten niyetsiz çıkıp, başka yerde 3 günlük yola gitmek için niyet ederse, 3 günlük yola gitmeden önce, vatan-ı ikamete girerse, seferi olması bozulur. Mukim olur. Niyet ettikten başlayarak 3 günlük yol gittikten sonra, buraya girse de artık burada mukim olmaz.
Sual: Evli bir kimse, iki sene sonra ben falanca şehre temelli yerleşeceğim demekle orasını vatan-ı asli edinmiş olur mu?
CEVAP
Hayır olmaz. Bir şehre yerleşilir, temelli kalmaya niyet edilirse o zaman vatan-ı asli edinilmiş olur. Bu arada herhangi bir görevle birkaç aylığına veya birkaç seneliğine başka şehre gidilse de yine orası yani temelli yerleşmeye niyet ettiği şehir vatan-ı asli olur. Bir yerin vatan-ı asli olması için, önce orayı vatan edinip orada ikamet etmek gerekir. Bunun bozulması için de, yeni bir şehre temelli kalmak üzere yerleşmek gerekir.
Sual: Yolculuk rahat olsa da, seferi olan, dört rekat olan farzları iki rekat mı kılması gerekir?
CEVAP
Yolculuk genelde sıkıntılı olduğu için, dinimiz dört rekat olan farzların iki rekat kılınmasını bildirmiştir. Hiçbir sıkıntı olmasa da, iki rekat kılınır. Şimdi yolculuklar rahattır, seferiliğe ihtiyaç yoktur denmez. Tersine, mukim iken, hiç rahat olmasak, çok zor şartlarda bile, dört rekatlık farzları iki rekat olarak kılamayız.
Seferde insan garip olur, yardımcı bulması zor olur. Yollarda, eşkıyaya rastlaması da, mümkündür. Onun için tek başına yolculuk yapmak mekruhtur. Kadınların ise, yanlarında mahrem erkekleri bulunmadan, sefere çıkması caiz değildir. Yol çok emin olsa da, hiç eşkıya tehlikesi bulunmasa da, uçakla kısa zamanda, gitme imkanı olsa da, yine kadınların, mahremsiz, 104 kilometreden uzağa gitmeleri caiz değildir. Şimdi yolculuklar emindir, bir kadın istediği yere gidebilir demek yanlış olur. Dini hükümler zamanla değişmez. Ancak âdete ait olanlar zamanla değişebilir.
Seferde güçlük yoksa
Sual: Seferde güçlük olunca, dört rekâtlı farzlar iki mi kılınır?
CEVAP
Güçlük olmasa da, çok rahat olsa da, seferde dört rekâtlı farzlar iki rekât olarak kılınır. Kendi evinde çok güçlük olsa da, namazlar kısaltılamaz.
Yolda doğan
Sual: Yolda, dağ başında doğmuş, bekâr, âkil baliğ ve hiç bir yere yerleşmemiş kimsenin vatan-ı aslisi olur mu?
CEVAP
Vatan-i aslisiz insan olmaz. Doğduktan sonra getirilip büyüdüğü yer, vatan-i aslisi olur.
Vatan-ı ikamete uğramak
Sual: Vatan-ı ikametim Fatih’tir. Buradan Yenibosna’ya gidip iki gün kalsam, sonra Ankara’ya gitmek niyetiyle, Yenibosna’dan çıkıp yine Fatih’e uğrasam, Fatih’te seferi olur muyum?
CEVAP
Yenibosna’dan Ankara’ya gitmek üzere yola çıkınca seferilik başlar; ancak Fatih’e uğrayınca seferilik bozulur, mukim olur. Fatih’ten çıkınca, tekrar seferilik başlar; çünkü Fatih’ten ilk defa çıkarken, seferilik mesafesindeki yola gitmeye niyet etmemişti. Fatih’in vatan-ı ikamet olmasının bozulması için, Fatih’ten çıkarken 104 km yola gitmek üzere çıkması gerekirdi. Eğer Fatih’e uğramazsa, mukim olmaz.
Vatan-ı asli
Sual : Hanımı vefat ettikten sonra başka bir hanımla evlenenin, vatan-ı aslisi değişir mi? Yani ilk evlendiği yer vatan-ı aslilikten çıkıp, son evlendiği yer mi vatan-ı aslisi olur?
CEVAP
Evet; ama eğer şimdiki yerde temelli kalmaya niyet etmişse, evlilik temelli kalınan yeri vatan-i aslilikten çıkarmaz.
Yazlık ev vatan olur mu?
Sual: Yazlık gibi bir yerde evlenip, 6 ay yazlıkta, 6 ay da şehirde oturanın vatan-ı aslisi neresidir?
CEVAP
Vatan-ı aslisi, yazlık değil şehir olur.
Seferiliğin başlaması
Sual: Vatan-ı asliden çıkıp sefer mesafesindeki bir yere giderken, fabrika, kışla, mezarlık gibi bir yeri geçince seferilik başlar; fakat vatan-ı ikametten ise, evden çıkar çıkmaz seferilik başlar deniyor. Doğru mudur?
CEVAP
Doğru değildir. İkisinde de, fabrika, kışla, mezarlık gibi bir yeri geçince, seferilik başlar.
Doğduğu ve doyduğu yer
Sual: Bir arkadaş, (Vatan-ı asli, insanın doğduğu yer değil, doyduğu yerdir. Doyduğun yerde birkaç sene de kalsan vatan-i asli olur) dedi. Vatan-i asli, doğduğumuz yer değil midir?
CEVAP
Bir kimsenin, vatan-ı aslisi, doğduğu yerdir. Eğer bu kimse, başka bir şehirde evlenirse, doğduğu yer vatani asli olmaktan çıkar, artık evlendiği yer vatan-ı asli olur. Evlendiği yerden başka bir şehirde temelli kalmaya niyet ederse, artık evlendiği yer de vatan-ı asli olmaktan çıkar, temelli kalmaya karar verdiği yer vatan-ı asli olur.
(İnsan doğduğu yerde değil, doyduğu yerde yaşamalı) atasözünün, vatan-ı asli ile alakası yoktur. Bu söz, bir insanın işi, ticareti nerde iyi ise, orada yaşaması gerekir demektir.

Kuşluk (Duha) Namazı

Fıkhî ıstılahta duhâ vakti güneşin doğuşundan takriben iki saat sonra giren zamana denir. Bu zaman güneşin batıya meyletmesinden az öncesine kadar devam eder. Bu zamana Türkçe’de kuşluk vakti denir. İslâm’da işte bu zaman dilimine mahsus mendup olan duhâ (kuşluk) namazı vardır. Kur’ân-ı Kerim’de duhâ namazı diye bir namazdan bahsedilmemektedir.

Bu namaz bazı hadislerde konu edilmektedir. Taberânî Mu’cemü’l-Kebir adlı eserinde Ebu’d-Derdâ yoluyla Peygamber Efendimizin (s.a.s.) şöyle dediğini naklediyor: “Kim iki rekât duhâ namazı kılarsa o kimse gafil kimselerden olmaz. Kim duhâ namazını dört rekât kılarsa Allah’a ibadet eden kimselerden olur. Kim bu namazı altı rekât kılarsa o gün ona duhâ namazı olarak kâfi gelir. Kim yine bu namazı sekiz rekât kılarsa, Allah o kimseyi kendisine itaat eden kimselerden kabul eder. Ve kim ki bu duhâ namazını oniki rekât kılarsa Allah ona Cennet’te bir köşk yapar. “ (et-Tahtavî, 321)

Ayrıca yine duhâ namazı konusunda Ummu Hâni’den; “Rasûlullah (s.a.s.) Mekke’nin fethi gününde sekiz rekât namaz kıldı. Bu namaz duha namazıydı” hadisiyle yine Ebu Hüreyre’den; “Dostum Rasûlullah (s.a.s.) bana üç şeyi tavsiye etti; onları ölünceye kadar bırakmam: Her aydan üç gün oruç tutmak, duhâ (kuşluk) namazı kılmak, vitir namazı kılıp da uyumak” (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 151). Ve Hz. Âişe’den “Rasûlullah (s.a.s.) duhâ namazını dört rekât kılar ve dilediği kadar da artırırdı” şeklinde hadisler de varid olmuştur.
Duhâ (kuşluk) namazının fıkhî hükümlerine gelince: Bu namazı dört rekât ve daha fazla kılmak menduptur. Bu namaz oniki rekâta kadar kılınabilir. Ayrıca en azı iki rekat, en fazlası on iki rekât, ortası ve en faziletli olanı sekiz rekâttır, diyen âlimler de vardır. Büyük muhaddis Hâkim bu konuda şöyle demiştir. “Ben hadis hafızı olan, kuvvetli ilim sahibi hadis imamlarıyla arkadaşlık ettim. Onların, bu konudaki haberlerinin sıhhatli olması sebebiyle duhâ namazını dört rekât kıldıklarını gördüm. Ben de aynı görüşteyim.” (Tahtavî, 321) Öte yandan âlimler duhâ namazını devamlı kılmanın mı, yoksa zaman zaman kılmanın mı faziletli olduğu konusunda değişik görüşler beyan etmişlerse de, tercih edilen görüş, devamlı kılmanın faziletli olduğudur.
Duhâ (kuşluk) namazının vaktine gelince; bu vakit güneşin doğuşundan, yaklaşık iki saat sonra başlar ve güneşin semanın ortasından batıya hafif yönelmesinden az önceki zamana kadar devam eder.

Kuşluk (Duha) namazı hakkında

Sual: Kuşluk namazının önemi nedir, ne zaman kılınır?
CEVAP
Kuşluk vakti, şer’i gündüzün dörtte biri geçtikten sonra başlar, zeval [İstiva] vaktine kadar devam eder. Yani imsak vaktine bu dörtte birlik zaman ilave edilince, kuşluk vakti başlar. Mesela 21 Aralıkta İstanbul’da imsak 5.31dir. Akşam ise 16.44te oluyor. Böylece şer’i gündüz 11 saat 13 dakika olup, bunun dörtte biri 2 saat 48 dakikadır. Bu imsak vaktine ilave edilince 5.31+2.48= 8.19 bulunur. Şu halde, kuşluk bu vakitte başlıyor demektir. Bu da aşağı yukarı işrak vakti ile aynıdır. Çünkü o gün işrak vakti 8.13tür. Kuşluk namazı, bu vakitten öğleye 20 dakika kalıncaya kadar kılınır. (Kısaca söylersek, kuşluk vakti, güneş doğduktan 50 dakika sonra başlayıp, öğleye 20 dakika kalana kadar olan vakittir.)

Kuşluk vaktinde en az iki rekat namaz kılmak çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Günde iki rekat kuşluk namazı kılanın günahları denizlerin köpüğü kadar olsa, affedilir.) [İbni Mace, Tirmizi, Ebu Davud]

(Herkesin eklem yeri kadar sadaka vermesi gerekir. Sübhanallah, Elhamdülillah, La ilahe illallah veya Allahü ekber demek birer sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülüğe mani olmaya çalışmak birer sadakadır. İki rekat kuşluk namazı kılmak ise bütün bunları karşılar.)
[Müslim]

(Günde 2 rekat kuşluk namazı kılan, doğduğu günkü gibi günahsız olur.)
[Ebu Ya’la]

(İki rekat kuşluk namazı kılan gafillerden olmaz. Dört rekat kılan, abidlerden olur. Altı rekat kılarsa, bu namaz o gün ona kâfi gelir. Sekiz rekat kılan, masivayı terk edip itaat eden kullardan yazılır. On iki rekat kılan da Cennette özel bir köşke kavuşur.)
[Taberani]

(Cennetin bir Duha kapısı vardır. Bu kapıdan ancak kuşluk namazı kılanlar girer.)
[Taberani]

(İki rekat kuşluk namazı, kabul olunmuş bir hac ve umreye bedeldir.)
[Ebuşşeyh]
Peygamber efendimizin, düşman üstüne gönderdiği askerler, kısa zamanda zafer kazanıp bol ganimet ile evlerine döndüler. Bu askerlere gıpta edenleri görünce buyurdu ki:
(Size bunlardan daha kısa süren, daha çok ganimet getiren ve daha tez eve döndüren cihad yolunu göstereyim. Kuşluk namazı için camiye giden, daha az savaşmış, daha çok ganimet almış ve daha tez evine dönmüş olur.) [İ. Ahmed]
(İki rekat kuşluk namazı kılmak bana farzdır.) [İ. Ahmed]
(İki rekat kuşluk namazı kılan vücudunun zekatını ödemiş olur.) [İ. Asâkir]
Redd-ül-muhtar’da, (Kuşluk namazına devam eden şehid olarak ölür) buyuruluyor.
İmam-ı Şarani hazretleri, (Kuşluk namazına devam edenlere cin musallat olamaz) buyurdu.
Kuşluk namazı nafile namazdır. Kazası olan, kazasını ödemedikçe nafile namaz kılarsa kabul olmaz. Önce kazasını ödemelidir. Kaza namazı borcu olan, kuşluk vakti kuşluk namazı kılmak isterse, (İlk kazaya kalmış sabah [veya öğle, ikindi, akşam, yatsı] namazının farzını ve kuşluk namazı kılmaya) diye niyet ederse, hem kazası ödenmiş, hem de kuşluk namazı kılmış olur.) [Redd-ül-muhtar]
Sual: Seferde kuşluk namazı kılmak caiz mi?
CEVAP
Vakit müsaitse kılmak iyi olur. Kaza namazı olan hem kazaya hem de kuşluğa niyet etmelidir.
Sual: Duha, kuşluk ve işrak namazları, ne zaman başlar, ne zamana kadar kılınabilir?
CEVAP
Duha, kuşluk demektir. Âlimlerin çoğu işrak namazının da kuşluk namazı olduğunu bildirmektedir. Tam İlmihal’de diyor ki:
Duha vakti olunca, iki rekat (İşrak namazı) kılmak sünnettir. Bu namaza (Kuşluk namazı) da denir.
İşrak vakti, bayram namazı kılınan vakitte başlar. Öğleye 20 dakika kalıncaya kadar kılınır. Kaza namazı kılan kuşluğa da niyet ederek kılar. Böylece hem kaza namazı ödenmiş olur, hem de kuşluk namazı kılınmış olur.
Kaza kılarken
Sual:
Sabah namazının vakti girince nafile kılmak caiz olmadığına göre, sabah namazı kazaya kalınca, kuşluk vaktinde sünnetini kılarken, sübha ve kuşluk namazına da niyet edilebilir mi?
CEVAP
Evet, niyet edilebilir. Kaza kılarken, kuşluk, sübha, tehıyyet-ül-mescid gibi nafile namazlara da niyet edilir.
Kuşlukta kaza kılmak
Sual:
Kuşluk vaktinde, Duha namazı kılmayı âdet edinen kimse, sabah namazına kalkamayıp Kuşluk vaktinde kaza etse, Kuşluk namazı da kılmış olur mu?
CEVAP
Kuşluk vaktinde kaza kılmakla, Kuşluk namazı da kılınmış olur. Ama sabah namazının sünnetini kılarken Kuşluk namazına da niyet edilirse, ayrıca niyet sevabı da alınır.

Muharrem Ayı Ve Aşüre Günü

Şehrullahi’l-Muharrem” olarak meşhur olan, yani “Allah’ın ayı Muharrem” olarak bilinen Muharrem ayı, İlahi bereket ve feyzin, Rabbani ihsan ve keremin coştuğu ve bollaştığı bir aydır.

Allah’ın (c.c) ayı, günü ve yılı olmaz, ancak Allah’ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz (s.a.v) tarafından bu şekilde ifade edilmiştir.

Âşure Günü ise Muharrem’in 10. günüdür. Âşure Gününün Allah (c.c) katında ayrı bir yeri vardır. Bugün de Cenâb-ı Hak on peygamberine on çeşit ikramda bulunmuş ve kutsiyetini arttırmıştır. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletlidir.

Hicrî Senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü Âşure Günüdür. Muharrem ayının diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, Âşure Gününün de diğer günler içinde daha mübarek ve bereketli bir konumu bulunmaktadır.

Âşure Gününün Allah katında da çok seçkin bir yerinin olduğunu Fecr Sûresinin ikinci âyeti olan “On geceye yemin olsun” ifâdelerinin tefsirinden öğrenmekteyiz.

Bazı tefsirlerimizde bu on gecenin Muharrem’in Âşuresine kadar geçen gece olduğu beyan edilmektedir.[1]

Cenâb-ı Hak bu gecelere yemin ederek onların kutsiyet ve bereketini bildirmektedir.
Bugüne “Âşure” denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:

  1. Allah, Hz. Musa’ya (a.s) Âşure Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
    2. Hz. Nuh (a.s) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşure Gününde demirlemiştir.
    3. Hz. Yunus (a.s) balığın karnından Âşure Günü kurtulmuştur.
    4. Hz. Âdem’in (a.s) tövbesi Âşure Günü kabul edilmiştir.
    5. Hz. Yusuf’un (a.s) kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşure Günü çıkarılmıştır.
    6. Hz. İsa (a.s) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
    7. Hz. Davud’un (a.s) tövbesi o gün kabul edilmiştir.
    8. Hz. İbrahim’in (a.s) oğlu Hz. İsmail (a.s) o gün doğmuştur.
    9. Hz. Yakub’un (a.s) oğlu Hz.Yusuf’un (a.s) hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
    10. Hz. Eyyûb (a.s) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.[2]

Hz. Âişe’nin (r.anha) belirttiğine göre, Kabe’nin örtüsü daha önceleri Âşure gününde değiştirilirdi. İşte böylesine mânalı ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saadet Asrından beri Müslümanlarca hep kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet için daha çok zaman ayırmışlar, başka günlere nispetle daha fazla hayır hasenatta bulunmuşlardır. Çünkü, Cenab-ı Hakkın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tövbeleri kabul edeceğine dair hadisler mevcuttur.

Âşure Gününde ilk akla gelen ibadet ise, oruç tutmaktır. Muharrem ayı ve Âşure Günü, Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da mukaddes sayılırdı. Nitekim, Peygamberimiz (s.a.v) Medine’ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.

“Bu ne orucudur?” diye sordu.
Yahudiler, “Bugün Allah’ın Musa’yı düşmanlarından kurtardığı Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s) şükür olarak bugün oruç tutmuştur” dediler. Bunun üzerine Resulullah da (s.a.v), “Biz, Musa’nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz”[3] buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.

Aşûre günü yalnız ehl-i kitap arasında değil, Nuh’dan (a.s) itibaren mukaddes olarak biliniyor, İslam öncesi Cahiliye dönemi Arapları arasında İbrahim’den (s.a.v) beri mukaddes bir gün olarak biliniyor ve oruç tutuluyordu.

Bu hususta Hazret-i Âişe validemiz şöyle demektedir:
“Âşûre, Kureyş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resulullah da buna uygun hareket ediyordu. Medine’ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi Âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı.”[4]

O zamanlar henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı için Peygamberimiz ve Sahabileri vacip olarak o günde oruç tutuyorlardı. Ne zaman ki, Ramazan orucu farz kılındı, bundan sonra Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı. “İsteyen tutar, isteyen terk edebilir”[5] buyurdu. Böylece Âşure orucu sünnet bir oruç olarak kalmış oldu.

[1] Hak Dini Kur ân Dili. 8 5793
[2] Sahih-i Müslim Şerhi, 6:140
[3] Ibn-i Mâce, Siyam: 31
[4] ‘Buhari, Savm: 69
[5] Müslim. Siyam: 117

Âşure Orucunun fazileti

Âşure orucunun fazileti hakkında da şu mealde hadisler zikredilmektedir.
Bir zat Peygamberimize geldi ve sordu: “Ramazan’dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?” Peygamberimiz (s.a.v), “Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah’ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tövbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir”[1] buyurdu.

Yine Tirmizi’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Âşure Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına kefaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum.”[2]
“Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur”[3] hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir.

Bu hadisin açılamasında İmam-ı Gazali, “Muharrem ayı Hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayamak daha güzel olur. Bereketinin devamı da daha fazla ümit edilir” demektedir.

Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşure Gününe denk getirmemek için, Muharrem’in dokuzuncu ve onuncu veya onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.
Bu günde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır. Herkes imkânı nispetinde ailesine, akraba ve komşularına ikramda bulunur; bugünlerin faziletini bildiren hâdiseleri hatırlayarak ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alacaktır. Bilhassa, Peygamberimiz, müminin aile efradına Âşure Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.

Bîr hadiste şöyle buyurular: Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder.”[4] Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat, bunun İçin fazla külfete girmeye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder.

Âşure gününün manevi ve berraklığı üzerinde Kerbela karanlığının kesafeti de görülmektedir. 61. hicret yılının Muharrem’ine ait 10. gününde Hazret-i İmam Hüseyin (r.a) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir hain tarafından Kerbelâ’da hunharca şehit edilmiştir. Bu gadr ve zulmün arkasında Emevi Halifesi Yezid, onun Küfe valisi İbni Ziyad vardır. Yarım asır öncesinden Peygamberimizin bizzat haber verildiği bu ciğerleri yakan olay Hazret-i Hüseyin’i Cennet gençlerinin efendisi olma şanına yüceltmiştir.

Şehitler mükâfatını almış en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah’ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur. Kader hükme boyun eğen her mümin bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları yanlışlara ve taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür. Bu açıdan bunu bir “yas merasimi” haline dönüştürmek ehl-i sünnetin itikat ve inancına aykırıdır.

[1] Tîrmizî. Savm: 40
[2] A.g.e., Savın: 47
[3] İbni Mâce. Siyam: 43
[4] İhyâ, 1:238

Hadislerle Beraat Kandili

Resülullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Recep, Allah’ın ayıdır. Şaban, benim ayımdır. Ramazan, ümmetimin ayıdır.”  Mübarek Recep ayının ardından gelen Şaban ayı Resülullah’ın  ayıdır. Bu mübarek ayın değerini bilerek, ibadetlerimizi yapmalı, Alemlerin Rabbinden af dilemeliyiz.
Ebu Hüreyre’den rivayet edildiğine göre: Resülullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Şaban ayının on beşinci gecesinin ilk vaktinde Cebrail (a.s) bana geldi; şöyle dedi:
“Ya Muhammed, başını semaya kaldır. Sordum.

“Bu gece nasıl bir gecedir? Şöyle anlattı:
“Bu gece, Allah Teala, rahmet kapılarından üç yüz tanesini açar. Kendisine şirk koşmayanların hemen herkesi bağışlar. Meğer ki, bağışlayacağı kimseler büyücü, kahin, devamlı şarap içen, faizciliğe ve zinaya devam eden kimselerden olsun. Bu kimseler tövbe edinceye kadar, Allah Teala onları bağışlamaz.

Gecenin dörtte biri geçtikten sonra, Cebrail yine geldi ve şöyle dedi: “Ya Muhammed başını kaldır. Bir de baktım ki, cennet kapıları açılmış.

Cennetin birinci kapısında dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyor: “Ne mutlu bu gece rüku edenlere.
İkinci kapıdan dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: “Bu gece secde edenlere ne mutlu”.
Üçüncü kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: “Bu gece dua edenlere ne mutlu.” Dördüncü kapıda duran melek dahi şöyle sesleniyordu: “Bu gece, Allah’ı zikredenlere ne mutlu”.

Beşinci kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: “Bu gece Allah korkusundan ağlayan kimselere ne mutlu.”
Altıncı kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: “Bu gece Müslümanlara ne mutlu.” Yedinci kapıda da bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: “Günahının bağışlanmasını dileyen yok mu ki, günahları bağışlansın.
Bunları gördükten sonra, Cebrail’e sordum: “Bu kapılar ne zamana kadar açık kalacak? Şöyle dedi: “Ya Muhammed, Allah Teala, bu gece, Kelp kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısı kadar kimseyi cehennemden azat eder.”
Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Resülullah (s.a.v) buyurdular ki: “Allah Teala Hazretleri, Nıfs-u Şa’ban (şabanın yarısında) gecesinde dünya semasına iner ve Kelp kabilesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder.”

Berat Gecesinin beş ayrı özelliği vardır.
1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması.
2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması.
3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması.
4. Allah’ın aff ve bağışlamasının coşması.
5. Peygamberimize tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini çeşitli şekillerde nazara vermektedir.
“Şâban’ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:

“İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. “Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim. Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim. Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder.”
Çünkü o gece İlâhi rahmet coşmuştur. Berat Gecesi beşer mukadderatının programı çizilirken insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenab-ı Hakka iletip isteklerini Ondan talep eden ve belalardan Ona sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna karşılık, her tarafı kuşatan rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan ne kadar bedbahttır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi.
Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resülullah’ı (s.a.v) yanında bulamayan Hz. Âişe (r.anha) kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü’l-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu. Peygamberimiz (s.a.v) mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı:

“Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban’ın on beşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder.”[1]

İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur’ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir.

Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.[2]

Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mümin kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez.
[1] İbni Mâce, İkame, 191
[2] Şualar, s.426

Beraat Gecesi İbadeti

Bu geceyi ibadet ve taatle geçirmenin pek çok sevabı ve feyzi vardır. Bu konuda Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: 
“Şaban ayının yarısı (Beraat gecesi) olduğunda, gecesinde kalkın ibadet edin, gündüzünde de oruç tutun! Muhakkak ki yüce Allah, o günde dünya semasına iner ve imsak vaktine kadar şöyle der: Affedilmeyi dileyen yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim. Şifa dileyen yok mu, şifa vereyim. Şunu isteyen yok mu vereyim…”[1] 

Bu geceye mahsus belirli bir ibadet yoktur. Gecenin manevi değeri dolayısıyla çokça tövbe ve istiğfarla, namaz, Kur’ân tilaveti, zikir, ve salavatla, hayır dualarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır. Kaza namazının kılınması daha isabetli olacaktır.

Beraat Gecesi Duası
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir:
“Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin.”[2]

Beraat Duası
Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır:

“Allahım, şayet ismimi saîdler (iyilerin) defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler (kötülerin) defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü Sen buyurdun ki, “Allah dilediğini  siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır.”[3]
Bu idrak ve şuur içinde ihya edeceğimiz Beraat Gecesinin hepimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz edelim.
[1] İbn Mâce.
[2] et-Tergib ve’t-Terhîb, 2:.119, 120
[3] Ra’d Suresi, 39; Mecmuatü’l-Ahzab, 1:597

Beraat Gecesinin Özelliği ve Önemi

Nasıl dünya işlerimizde genellikle yıllık bir kar zarar hesabı yapıyor ve bu hesaba göre gelecekle ilgili plan ve program hazırlıyorsak; ahiretimizle ilgili hesapları da yapmamız gereklidir. Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir. Beraat Kandili ile başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar.

Duhan Sûresinin 2. 3. ve 4. âyetlerinin Beraat Gecesinden bahsettiği bildirilmektedir. Âyetlerin meali şöyle:
“O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur.” 
 
Bu âyetler hakkında iki görüş vardır. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece Kadir Gecesidir. İkrime bin Ebi Cehil’in de dahil olduğu bir grup alim ise; bu gecenin Beraat Gecesi olduğunu söylemişlerdir. Her iki tefsiri birleştiren diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin ayırımının yapılmasına Beraat Gecesinde başlanmakta ve bu işlem Kadir Gecesine kadar devam etmektedir.

Yıllık kader programı: 
İbni Abbas’tan rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırt edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir:
Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve herşeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir.

Rızıkla alakalı defterler Mikail Aleyhisselâma verilir.
Savaşlarla ilgili defterler Cebrail Aleyhissalama verilir.
Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil’e Aleyhissalama verilir.
Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail Aleyhisselâma teslim edilir.
Fahreddin er-Râzî”nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesinde başlar, Kadir Gecesinde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.[1]

Kur’ân’ın bu gecede indirilmesi meselesine ise şöyle bir açıklama getirilmektedir: Beraat gecesi, Kuran-ı Kerimin Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamberimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir.
[1] Hülâsâtü’l-Beyân. 13:5251

Beraat Kandili

Şâban ayının on beşinci gecesi Beraat gecesidir.
Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır. Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesinde mümin kullarına berat yazar. Zaten bu gecenin dört adı vardır:

Mübarek Gece”, “Berae Gecesi”, “Sakk Gecesi. Belge ve senet. (Allah Teala bu gece mümin kullarına beraet yazar), “Rahmet Gecesi.”
“Berat, beraet” kelimesi “el-berâe” kelimesinin Türkçedeki kullanılış şeklidir. Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demektir.
“Berâet” iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Müminlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Beraat Gecesi denmiştir.

Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Kabe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında Beraat Gecesinde gerçekleştiğini kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.

Şöyle denilmiştir: Yeryüzündeki Müslümanların iki bayram günü olduğu gibi, göklerdeki meleklerin de iki bayram gecesi vardır. Meleklerin iki bayram gecesinden biri, Şâban ayının on beşinci gecesi olan Beraat gecesi; diğeri ise Kadir gecesidir.

Müslümanların iki bayram günü ise; Ramazan ve kurban bayramı günleridir. Bu sebeple Şâban ayının on beşinci gecesi olan Beraat gecesi meleklerin bayram gecesi olarak isimlendirilmiştir.

Beraat gecesine ‘Kefaret gecesi’ de denilir. Bir hadis-i şerifte,
“Kim bayram gecesini ve Şâban ayının on beşinci (Berat) gecesini ibadetle ihya ederse, kalplerin öldüğü günde o kişinin kalbi ölmez”[1] buyrulmuştur.

Bu gecenin bir adı da “şefaat gecesi”dir. Bunun delili şu hadis-i şeriftir:
“Resûlullah (s.a.v) Şaban ayının on üçüncü gecesi ümmetine şefaat etmek için dua edip yalvardı; kendisine, ümmetinin üçte birine şefaat etme izni verildi. On dördüncü gecesi yine dua edip yalvardı; bu sefer üçte ikisine şefaat etme yetkisi verildi. On beşinci gecesi bir daha yalvardı, bu sefer de, kaçak develer gibi Allah’tan kaçanlar dışında bütün ümmetine şefaat etme izni verildi.”[2] 

Bu gecenin diğer bir ismi de “Mağfiret gecesi” dir. Şu hadis-i şerif buna
işaret eder:  “Allah Teala (c.c) Şaban’ın on beşinci gecesi kullarına nazar eder ve yeryüzünde bulunanlardan şirk koşanlarla haset edenler hariç, bütün müminleri mağfiret eder.”[3]

Diğer hadislerde, bu affın dışında tutulanlar içinde, haksız yere cana kıyanlar, anne babasına asi olanlar, sürekli içki içenler ve akraba ile hukukunu kesenler de zikredilmiştir.

Beraat gecesi,Rabbimiz tövbe, istiğfar ederek pişmanlık duyan günahkârların cümlesini affedeceğini bildiriyor. Ancak şu sekiz sınıfın kesin tövbe etmedikçe bu aftan istifadelerinin olamayacağını da işaret ediyor: 

1-Allah’a şirk koşanlar.
2-Ana-babalarına isyan eden, onların kalplerini kırıp gönüllerini yıkanlar.
3-İçkiye devam edenler.
4-Falcılık edip gelecekten haber verenler.
5-Din kardeşine besledikleri kinden vazgeçmek istemeyenler.
6-Adam öldürmekten pişmanlık duymayanlar.
7-Nikâhsız aile ile yaşayanlar.
8-Akrabalarıyla alâkayı kesip ihmal edenler. 
Şüphesiz ki bu günahların sahipleri bu gecede derin bir tövbe, istiğfarda bulunur da, kesin pişmanlık haline girerlerse ilâhi aftan yararlanırlar. İnsanların aftan yararlanamama sebebi kesin, bir dönüş yapmayışları, ciddi bir tövbe, istiğfar haline girmemeleridir.

[1] İbn Mâce.
[2] Ebû Davud.
[3] İbn Mâce.