Kureyş Suresi Arapça Yazılışı Okunuşu ve Türkçesi

Kurayş Suresi

Okunuşu: Li’î lâfi Kurayş’in. Îlâfihim rihleteşşitâi vessayf. Felya’büdû rabbe hâzelbeyt. Ellezî et’amehüm min cû’in ve âmenehüm min havf.

Anlamı: Kureyş kabilesinin yaz ve kış yolculuklarında uzlaşması ve anlaşması sağlanmıştır. Öyleyse kendilerini açken doyuran ve korku içindeyken güven veren bu Kâbe’nin Rabbine kulluk etsinler.

Buyuk Tefsiri

Kureyş Suresi Mekke’de 29. Sure olarak Tîn Suresinden önce, Kâria Suresinden sonra nâzil olmuştur. 4 ayet, Hicaz ulemasına göre 5 ayet, 17 kelime ve 73 harftir. Kureyş’i birinci derecede muhatap aldığı için surenin adına “Kureyş Suresi” adı verilmiştir. (Buhari, Tefsir, 106; İbn-i Kesir, 8:512) Surede yüce Allah hiçbir gelir durumu ve geçim kaynağı olmayan çöl ikliminde Kureyş’e verilen ticari imtiyazlardan, emniyet, istikrar ve zenginlik gibi nimetlerden bahsederek bunların hakiki sahibi ve “Mün’im-i Hakiki” olan Kâbe’nin Rabbi yüce Allah’a iman ve ibadet edilmesi istenmektedir. Zira bu nimetler Kâbe hürmetine kendilerine verilmektedir.

Kureyş Kabilesi Hz. İsmail (as) soyundan gelen Adnan’ın çocuklarından oluşan büyük bir kabiledir. Hz. Peygamber döneminde on koldan oluşmaktaydı. Bunlar, Nevfel, Zühre, Mahzum, Esed, Cumah, Sehm, Ümeyye, Haşim, Teym, ve Adiyoğulları idi. Kureyş kabilesi Kâbe çevresinde diktikleri Hübel putuna taparlardı. İsaf ve Nâile adında iki putun yanında da kurbanlarını keserlerdi. Ayrıca her kabilenin kendine has putları da vardı.
Mekke’nin fethine kadar İslam ile mücadele eden Kureyş kabilesi Mekke’nin fethinden sonra tamamen Müslüman olarak İslam için mücadele etmiş ve bu mücahedede daima en ön sırada yer almıştır. Bunun sebebi peygamberimizin (sav) “Allah’ım! Kureyş’in öncekilerine azabı tattırdın, sonrakilerine de nimeti ve ihsanını tattır” (Tirmizi, Menâkıb, 66) duasıdır.
Peygamberimiz (sav) “İnsanlar madenler gibidir; cahiliyede hayırlı olanlar, İslam döneminde de hayırlı olanlardır. Câhiliye döneminde Arap kabileleri emaret ve yönetim konusunda en şerefli olan Kureyş’e uyarlardı. Arapların hanifleri, mü’minleri ve iyileri Kureyş’in mü’minlerine ve iyilerine, müşrikleri ve kötüleri de Kureyş’in müşriklerine ve kötülerine uyarlardı.” (Tecrid-i Sarih, 9:220) “Bundan sonra da hilafet Kureyş’te olmaya devam edecektir. Onlar dini vecibeleri yerine getirdikçe ve adaleti icra ettikçe hiç kimse onlara düşmanlık etmeyecektir. Şayet onlar dinden ve adaletten uzaklaşırlarsa Allah Kureyş’i rezil eder, yüz üstü bırakır.” (Tecrid-i Sarih, 9:220) buyurmuşlardır.
NÜZUL SEBEBİ
Kureyş Arapların en şerefli ve en büyük kabilesidir. Hz. İsmail (as) soyundan gelmektedirler. Ensab bilginlerine göre Kureyş’in atası Nadr b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Maad b. Adnan’dır. Peygamberimiz (sav) Kureyş’in Hâşimoğulları koluna mensuptur. Kâbe reisliği konusunda da Hâşimoğulları ve Ümeyoğulları (Emevîler) arasında mücadele konusudur.
Cahiliye döneminde Kureyş Allah’a inanıp Kâbe’ye Allah’ın evi olarak saygı gösterip hizmet etmeleri ve Kâbeyi tavaf edip haccetmelerine rağmen putlara tapar ve çeşitli bid’alar icad ederek bunları korumaya çalışırlardı. Bu Allah’a şirk olduğu için yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Müşrik” adını vermiştir. Kâbe’nin putlarla dolu olarak kalması hicretin 8. Senesi peygamberimizin (sav) Mekke’yi fethederek Kâbe’yi putlardan temizlemesine kadar sürmüştür. Kur’an-ı Kerim nazil olmaya başladığı 610 yılından 630 yılı Mekke’nin fethine kadar geçen 20 sene Kâbe’de putlara ibadet edilmeye devam etmiştir.

Kureyşliler Kâbe’yi Allah’ın koruduğuna inanıyorlardı. Çünkü peygamberimizin doğduğu sene, doğumundan 50 gün öncesi Ebrehe’nin Fillerle ve Ordusu ile Kâbe’yi yıkmak için geldiği zaman Kureyş dağlara çekilmiş, Mekke’yi boşaltmışlardı; ama Allah Ebabil kuşlarını göndererek Ebrehe’nin ordusunu helak etmiş, Mekke’ye sokmamış ve Kâbe’ye dokundurmamıştı. Ne zaman ki peygamberimiz (sav) Mekke’yi fethetti ve Kâbe’deki putları temizledi. Kureyş peygamberimizin (sav) Allah’ın elçisi olduğunu anladı ve kalpleri tatmin oldu. “Muhammed Allah’ın peygamberi olmasaydı Mekke’ye giremezdi ve Kâbe’ye dokunamazdı” dediler.

Mekke’nin fethinden sonra Kureyş kabilesi tamamen Müslüman oldular. Diğer Arap kabileleri de onlara uydular.
Bundan sonra Kureyş bu surede kendilerine emredilen “Kâbe’nin Rabbine iman ve itaat etmeye” din-i mübîn-i İslam’ın yücelmesi için ellerinden gelen gayreti göstermeye başladılar. İslam’ın dünyaya yayılması için daima ön saflarda mücadele etmeye çalıştılar.
Yüce Allah onların isimlerini Kur’ân-ı Kerimde zikredip, “Kureyş Suresi” ismi ile sure inzal buyurarak Kureyş’in şerefini artırmış ve onları bu nimetlere karşılık itaat ve ibadete davet etmiştir. Tabii ki Kureyş’in Allah’ın kendilerine olan bu nimetlerini anlamaları yirmi seneyi bulmuştur. Ancak yirmi sene içinde bunu idrak etmişlerdir.
YÜCE MEÂLİ
1. Kureyş’in güvenliği ve esenliği, barış ve emniyet içinde yaşaması sebebiyle,
2. Kışın ve yazın güven içinde sefer ve ticaret yapmaları sebebiyle,
3. Bu Beytullah olan Kâbe’nin Rabbine ibadet etsinler.
4. Kendilerini açlıktan doyuran ve korkulardan emin kılan Allah’a ibadet etsinler.

TEFSİRİ
1. Kureyş’in güvenliği ve esenliği, barış ve emniyet içinde yaşaması sebebiyle,
Kureyş suresi Fil Suresinin devamı gibidir; ancak müstakil ayrı bir sure olduğuna Cumhur-u Ulemanın ittifakı vardır. Fil suresinde Fil olayı anlatılarak Allah’ın koruması nazarlara verilirken, bu surede Kureyş’in geçimi ve güven içinde ticaret yapmalarını nazar-ı dikkate verilmiştir. Kış ve yaz seyahatlerini güvenle yapmalarına ve ticârî kazançlarına dikkat
çekilmiştir.
Îlâf: Sevmek, adet edinmek, ülfet, güven ve esenlik içinde yaşamak anlamlarını ifade etmektedir.
Nitekim yüce Allah buyurur: “Bizim Kâbe çevresini harem yapıp sakinlerini koruduğumuzu görmezler mi ki, çevrelerindeki insanlar zorla kapılıp götürüldüklerini biliyorlar. O halde Allah’ın bu nimetine küfran-ı nimet mi ediyorlar?” (Ankebut, 29:67) Bu ayette de Allah’ın Kureyş’e nimetleri hatırlatılmaktadır.
Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde “Allah Kureyş’e yedi ayrı özellik vererek diğer milletlerden üstün kılmıştır. Ben Kureyştenim, nübüvvet de Kureyştedir. Mekke hacipliği, hacılara su dağıtma görevi onlardadır. Allah Fil ordusuna karşı onları korumuştur. Kimse Allah’a ibadet etmezken onlar ibadeti terk etmemişlerdir. Allah onlar hakkında Kur’anda müstakil sure inzal buyurmuştur. Sonra da Kureyş Suresini okumuştur.” (İbn-i Kesir, Tefsir, 4:591)
2. Kışın ve yazın güven içinde sefer ve ticaret yapmaları sebebiyle,
Yüce Allah Kureyş’e yaz ve kış ticari seferlerini güven içinde yapmaları nimetini vermiştir. Yazın Bizans’a ve İran’a, kışın da Yemen ve Habeşe (Etopya) seferler düzenleyerek ticari imtiyaz vermiş ve istikrar sebebi ile de zengin olmalarını sağlamıştır.  Bunun sebebi onların Kâbe’ye olan hizmetleridir.
Arapların bir devleti olmadığı için kendilerini koruyacak askerleri ve istilalardan koruyacak güçleri de yoktu. Buna rağmen düşman istilasından devamlı olarak masun kaldıkları gibi ticaret yolları üzerinde pek çok eşkiyalar bulunduğu halde Kureyş Kervanına kimseler dokunamamaktaydılar.  Bizans, Sasani Devleti, Yemen ve Habeş ile olan münasebetlerinde de devamlı olarak himaye görmüşlerdir.
Kuryşliler ayrıca Taifin serin yaylalarında ve kışın Yemen’in ılık bölgelerinde serbestçe seyahatlerde bulunurlar ve ticaret yaparak büyük karlar elde ederler ve her gittikleri yerde büyük saygı ve himaye görürlerdi. Hac döneminde de büyük panayırlar ve ticaret merkezleri kurarak büyük gelirler elde ederlerdi. Ayrıca bu panayırlarda şiir, hitabet dallarında yarışmalar tertip ederek her sene ilk yedi sıraya gireni Kâbe’ye asar ve bu şair ve hatiplere büyük değer verirlerdi. Bu da Arabistan’da şiir ve edebiyatın gelişimine büyük katkı sağlamıştır.
Bütün bunlar “Kâbe’nin Rabbi olan Allah’ın lutfu ve ikramı” idi. Bu nimetler ise şükrü gerektirmektedir. Şükür ise Allah’a iman ve itaat etmekle olur. Allah’a itaat ise gönderdiği elçisine iman ile olur. Yüce Allah bunu emretmektedir.
3. Bu Beytullah olan Kâbe’nin Rabbine ibadet etsinler.
Beytullah olan Kâbe yeryüzünde Allah’a ibadet için yapılan ilk binadır. Kâbe 12 m boyunda ve 11 m genişliğinde taştan yapılmış kare şeklinde bir binadır. Yeryüzünde yapılan ilk mukaddes binadır. Kur’ân-ı Kerim “İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke’de bulunan mübarek binadır. Bu bina âlemlere hidayettir” (Âl-i İmran, 3:96) buyurarak ilk mabed olduğunu belirtir. Kâbe’ye “Beytullah” ve “Beytü’l-Atîk” adı verilmiştir. Burada günah işlemek ve kan dökmek haram olduğu için “Mescid-i Haram” denilmiştir. Hz. Peygamber (sav) de “Yeryüzünde ilk inşa edilen mescidin “Mescid-i Haram” ikinci binanın da Kudüs’teki “Mescid-i Aksa” olduğunu beyan buyurmuştur. (Buhari, Enbiya, 10)
Kâbe ilk olarak Âdem (as) tarafından inşa edildi. Nuh (as) tufanından sonra kayboldu. Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as) tarafından Âdem’in (as) temelleri üzerine inşa edildi.  Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde kaybolan Kâbe’nin yerini İbrahim’e (as) gösterdiğini şöyle haber verir: “Biz İbrahim’e Kâbenin yerin gösterip ‘Bana hiçbir şeyi ortak koşma, Kâbe’yi ibadet için gelenlere temizle’ diye vahyettik” buyurur. (Hac, 22:26)
İbrahim (as) Kâbe binası yükselince Allah’a şöyle dua etti: “Ey Rabbim! Soyumdan sana teslim olan bir ümmet meydana getir. Soyumuzdan yarattığın İslam ümmetine kendi içlerinden bir peygamber gönder ki, onlara Senin ayetlerini okusun, kitabını, hikmetini öğretsin, onları günahlardan temizlesin. Şüphesiz Sen her şeye galipsin, hüküm ve hikmet sahibisin” (Bakara, 2:127-129)
Hz. İbrahim’in (as) bu duası kabul olmuştur ki O’nun soyundan Hz. Muhammed’i son peygamber olarak göndermiştir. Bu sebeple peygamberimiz (sav) “Ben, babam İbrahim’in (as) duası, kardeşim İsa’nın (as) müjdesi, annemin rüyasıyım” (Müsned-i Ahmed, 4:127, 128; 5:262) buyurmuşlardır.  Bütün ümmetin namazın tahiyyatından sonra okuduğu “Allahümme Salli ve Barik” duasında İbrahim’e (as) dua edilerek İbrahim’in (as) duasına hem teşekkür, hem de dua ile mukabele edilmektedir.
Kâbe’de, yani Mescid-i haramda iki rekât namaz kılmak sair mescitlerde bin rekât namaz kılmaktan hayırlı olduğunu peygamberimiz (sav) bizlere haber vermiştir.
4. Kendilerini açlıktan doyuran ve korkulardan emin kılan Allah’a ibadet etsinler.
Açlıktan doymak, korkudan emin olmak insan için en değerli nimetlerdendir. İnsan için en büyük ihtiyaç yiyecek ihtiyacı, sonra da güven içinde yaşamak ihtiyacıdır.
Rızık ve Yiyecek İhtiyacı: İnsanların ihtiyaç silsilesi vardır. Bunlardan birincisi var olma ihtiyacıdır. Varlık en büyük nimettir. Yüce Allah insanı yaratarak bu en önemli ihtiyacını vermiştir. Yüce Allah bu nimeti “Ey İnsanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin” (Bakara, 2:21) ayeti ile nazara verir. Hayat rızık ile devam eder. Rızık ise şükür ister. İnsanlığın hayat-ı içtimaiyesi “Rızık” üzerine kurulmuştur. Rızık ise şükür ister. Amacı şükür meyvesini vermesidir. Şükrün kemali ise Hamddir. Hamd ise Allah’a iman etmek, elçisine inanmak ve ibadet etmek anlamına gelmektedir. Bu sebeple yüce Allah Kureyş kabilesine yapılan rızık noktasındaki kolaylığı ve ikramları hatırlatarak şükre davet etmektedir.
Güven ve Korunma İhtiyacı: Rızık ihtiyacından sonra insanın en temel ihtiyacı korkulardan emin olmak ve kendini güvende hissetme ihtiyacıdır. Korunma, barınma ve güven içinde yaşama insanın temel ihtiyaçlarından sayılır. Tîn Suresinde belirtildiği gibi “Mekke güvenilir şehirdir.” (Tin, 95:3) Ebrehe’nin ordusunun Mekke’ye giremeyerek helak olması bunun en büyük delilidir. Kureyş kabilesi Kâbe hürmetine Allah’ın himayesi ile güven içinde yaşamasından dolayı Kâbe’nin rabbine ibadet etmeleri ve putlara tapınmayı bırakmaları istenmektedir.
SONUÇ
Yüce Allah yeryüzünde insanları idarecisiz bırakmamıştır. Her toplumun idareciye ihtiyacı olduğu gibi insanlığın da kendilerini hak ve hidayete götüren idarecilere ihtiyacı vardır. “Karıncayı emirsiz, arıları yasubsuz bırakmayan yüce Allah insanları da idarecisiz ve nebisiz bırakmamıştır.” (Mektubat, 2004, s. 454) Eskiden her kavme bir peygamber göndererek insanları idare etmiştir. Her bin senede de bir Ulul’azm şeriat ve kitap sahibi peygamber göndermiştir. Peygamberimizden (sav) sonra ise her asırda bir müceddit göndererek insanlara hak ve hidayet yolunu göstereceğini peygamberimiz (sav) haber vermiştir. (Ebu Davud, Melahim, 1)
Kureyşin faziletinden dolayıdır ki Peygamberimiz (sav) “İnsanlar Kureyş’e tabidir; iyiler Kureyşin iyilerine, kötüler de Kureyşin kötülerine tabidirler” (Müslim, İmamet, 3) buyurmuştur. Yine “İmamlar Kureyş’tendir” (Müslim, İmamet, 2) buyurmuşlardır. Ayrıca peygamberimiz (sav) “Hepsi Kureyş’ten olan on iki imam gelmedikçe kıyamet kopmaz” (Müsim, İmamet, 5,6,7,8,9) buyurarak kıyamete kadar imamların Kureyş’ten olacağını söylemiştir.
İnsanların en faziletlilerinin bulunduğu Medine toplumunda ve Asr-ı Saadette halifeler Kureyş’ten seçilmişlerdir. Bu hilafet ve idarecilik bu seçkin toplumun bozulmasına kadar otuz sene devam etmiştir. Nitekim peygamberimiz (sav)   “Benden sonra hilafet 30 senedir. Sonra emirler gelir, daha sonra ise ısırıcı saltanata dönüşür” (Tirmizi, Fiten, 48; Ebu Davud, Sünnet, 8; Müsned-i Ahmed, 5:220–221; Suyuti, Camiü’s-Sağir, 2:13) buyurarak bu durumu haber vermiştir. Aynen böyle olmuştur.
Hulefa-i Raşidin hem dini hem dünyayı beraber adilane idare ettiler. Bu 30 yıl devam etti. Sonra din ve dünya işleri “Hilafet ve Saltanat” olarak birbirinden ister istemez ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Toplum yeni kültürlerin karışması ile beraber bozuldu. Hilafet manevi olarak temsil edilmeye başlandı. Hz. Ali (ra) ve Hz. Hasan (ra) her ne kadar “Şeriat-ı İslamiye” kılıncı ile Saltanat ve Irkçılığın istibdadına karşı mücadele etti iseler de zaman ve toplum istibdada kuvvet verdi. Dini saltanat ve ırk gücü ile kuvvetlendireceğiz aldatmacası ile din ikinci, üçüncü plana atıldı, “Adalet-i Mahza” da yerini “Adalet-i İzafiye” ye terk etti. Saltanat kendini korumak için dini de dünyaya ve saltanata alet etmeye başladı. Bunun üzerine Hilafet makamını temsil işi “Ehl-i Beytin” imamlarına kaldı. Bunun için yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Peygamber sizden hiçbir ücret taleb etmez; ancak yakınlarına sevgi ve muhabbet etmenizi bekler” (Şura Suresi, 42:23) ayeti ile “Ben size iki şey bırakıyorum. Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytim” (Tirmizi, Menakıb, 31; Müsned-i Ahmed, 3:14,17) hadisi hilafetin manevi olarak devam edeceğine ima ve işaret etmektedir. Yani dini ayakta tutan ve sünneti koruyan ulema ki, bunların başında Mücedditler ve Müçtehitler silsilesi gelmektedir.
On iki halife olduğu müddetçe İslam aziz olacaktır. Onların hepsi de Kureyştendir.” (Müslim, İmare, 5,6,7,8) hadisi Şia kaynaklarında “Ben peygamberlerin efendisiyim. Ali de vasilerin efendisidir. Benden sonra on iki vasim vardır. İlki Ali, sonuncusu Mehdi’dir.” (Şeyh Kuleynî, Ravzatu’l-Kafî (Usul-ü Kâfî) şeklinde geçmektedir. Şia bunu Hz. Ali (ra) neslinden gelen 12 İmam olarak kabul ederler. Hâlbuki Şiaya göre 12. İmam olan İmam Mehdi 11. İmam olan Hasan b. Ali el-Askerî’nin oğlu olup Hicrî 260 yılından sonra kaybolmuştur. Dolayısıyla peygamberimizin (sav) “On iki imam gelecek ve hepsi Kureyş’ten olacak” hadisinin anlamı “Allah her asırda bir müceddid gönderir ve dini onlarla ihya eder” hadisi ile daha anlamlı hale gelmektedir. Çünkü Hz. Hasan’ın (ra) altı ay hilafeti ile “Hilafet otuz sene olarak” tamamlanmış ve maddi hilafet dönemi bitmiştir. Bundan sonra ise Hilafetin manevi temsilcileri her asırda yine Kureyş’ten olacak ve dini temsil edeceklerdir; sonuncu müceddit de “Mehdi” olacaktır anlamına gelir. 
Bu hadis-i şeriflerden Hilafet-i Hakikiye ve manevi saltanatın mümessilleri olan ve Ehl-i Beyti temsil eden Al-i İbrahim gibi Al-i Rasülden gelen ve ümmetin her namazda okuması vacip olan meşhur salâvat “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin kema salleyte ala seyyidina İbrahim” (Bediüzzaman, Lem’alar (2001)  s. 27) duasına mahzar Mücedditler silsilesi anlaşılmalıdır. Yüce Allah her yüz senede bir müceddid-i din göndererek peygamberlerden sonra “Ben-i İsrail’in peygamberleri gibi olan” asrın imamından dünyayı mahrum bırakmamıştır. Zira “Karıncayı emirsiz, arıları yasubsuz bırakmayan” yüce Allah’ın âdeti böyle cereyan ediyor. İnsanlığı da halifesiz bırakmıyor. Ümmetin istikametini onlar ile tayin ediyor. Onları tanıyan ve itaat edenler necat bulurken, tanımadığını ve kabul etmediğini onlar ile mücadele ederek geçirenler de “Cahiliye ölümü ile ölüyor.” Nihayet bu durum son müceddit olan ve Hz. İsa (as) ile beraber küfr-ü mutlak ile mücadele edecek olan ve ehl-i beytin silsile-i nuranisinden gelen Mehdi de nihayet buluyor.
Neticede Kureyş Suresi’nin sadece Kureyş kabilesini ve sadece peygamberimizin (sav) yaşadığı dönemi ilgilendirmediği Hz. İbrahim’den hatta Hz. Âdem’in Kâbe’yi inşasından kıyamete kadar bütün insanlığı ilgilendirdiği Lillah’il-hamd anlaşılmış oldu.

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir