Onuncu Afet: Eğlenmek ve alaya almaktır:
Alay etmenin manası; başkalarını hiçe saymak, horlamak, gülünç vaziyete düşürecek şekilde ayıplarına ve kusurlarına dikkati çekmektir.
“Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Olur ki (alay edilenler Allah indinde) kendilerinden (yani alay edenlerden) daha hayırlıdır.”[1]
İ b n A b b a s (r.a):
“Vah bize, eyvah bize, bu defter nasıl olmuş da küçük-büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış.”[2] ayetinin tefsirinde “sağire” (küçük) mümin ile istihaza ederken yapılan tebessümdür. “kebire” (büyük) ise bu arada atılan kahkahalardır, demiştir.
Resül-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlarla istihaze eden birine, cennetten bir kapı açılır ve buyur gel denir. Adam sıkıntılı ve telaşlı olarak gelir, fakat kapı kapanır. Sonra başka bir kapı açılır. Adam yine sıkıntılı ve üzgün olarak bu kapıya gider,o da kapanır. Bu hal o kadar devam eder ki, artık adama gel diye seslendikleri halde gidemez bir hal alır.”[3]
M u a z b. C e b e l in (r.a.) rivayetin de Resül-i Ekrem (s.a.v):
“Kim din kardeşini tövbe ettiği bir günahından dolayı ayıplarsa, o günah ile müptela olmadan ölmez.”[4] buyurmuştur.
On birinci Afet: Sırrı açıklamaktır. (Sır Tutmamaktır)
Başkalarını incitmek, tanıdık ve dostların hakkına ihanet olduğu için sırrı ifşa etmek ihanettir. Başkalarına zarar verdiği zaman haram olur.
Allah’ın Resülü (s.a.v.) buyurdu.
“Adam (bir mecliste) bir sözü söyleyip sonra da etrafa bakınca, o söz dinleyenlere emanettir.”[5]
Başka bir hadiste de:
“Aranızdaki söz emanettir.” buyurmuştur.
On ikinci Afet: Yalan yere söz vermektir:
“Ey iman edenler! Verdiğiniz sözleri yerine getirin.”[6]
Resül-i Ekrem de şöyle buyurmuştur:
“Va’d (söz vermek) borç gibi belki borçtan daha mühimdir.”[7]
Allahü Teala İsmail (a.s) övmek üzere:
“O, va’dinde sadık idi.”[8] buyurmuştur. Denildi ki: İsmail (a.s) bir yerde buluşmak üzere biriyle sözleşmişti. Adam unuttu, İsmail (a.s) 20 gün adamı orada bekledi.
Abdullah bin Ebil-Hansa nın şöyle dediği rivayet edilmiştir.
“Resül-i Ekrem’le peygamber olmadan önce bir alış veriş yapmıştım. Kendisine bir miktar vereceğim kaldı idi. Borcumu vermek için falan gün bir yerde buluşmak üzere söz verdim. Ama, ben o gün ve ertesi gün sözümü unuttum. Üçüncü gün hatırlayınca gidebildim. Baktım ki Resülullah (s.a.v) hala aynı yerde idi. Beni görünce:
“Delikanlı, bana zahmet verdin. Üç günden beri buradayım, seni bekliyorum.”[9] dedi.
İbn-i Mes’ud’da (r.a) bir söz verdiği zaman “İnşallah” derdi. En iyisi de budur. Söz verirken “İnşallah” sözünden, kesinlik manası anlaşılırsa -mazaret olmadıkça- bu söze vefa göstermek gerekir. Kişi söz verirken tutmamağa niyyetli ise, bu nifakın ta kendisidir.
Resül-i Ekrem (s.a.v) buyurdu:
“Üç şey kimde bulunursa -oruç da tutsa, namaz da kılsa ve kendisini müslümanda sansa- o, münafıktır: Konuştuğu zaman yalan söyleyen, söz verdiği zaman sözünden cayan, itimat olunduğu vakit emanete hıyanet eden.”[10]
Başka bir hadisi şeriflerinde de Efendimiz (a.s) buyurmuştur ki:
“Bir kimse verdiği sözde durmak maksadıyla kardeşine bir şey va’deder, sonra va’dettiğini bulamazsa, va’dine hulfetmiş sayılmaz.”[11]
Rivayete göre Allah’ın Resülü (s.a.v) Ebü Hayseme bir hizmetçi va’detmişti. Resülullah’a (s.a.v) üç köle getirilmişti. İkisini verdi, birisi kaldı. İşte bu esnada, Hz. Fatıma (r.anha) gelir, babasından bir hizmetçi ister ve: “Değirmenin elimde bıraktığı izlere baksan!” der. Resül-i Ekrem Ebül Haysem-e verdiği sözü hatırlattı ve: “Ebül Haysem’e verdiğim söz ne olacak” diyerek önceden verdiği bir sözden ötürü, Hz. Fatıma’nın zayıf elleriyle değirmen çevirdiğini bile bile onu kızına tercih etti.
[1] Hucurat / 11
[2] Kehf / 49.
[3] İbn Ebid-Dünya. Mürsel Hadis.
[4] Tirmizi.
[5] Ebu Davud. Tirmizi.
[6] Maide / 1.
[7] İbn Ebid-Dünya. Mürsel hadis.
[8] Meryem / 54
[9] Ebu Davud.
[10] Buhari.Müslim.
[11] Ebu Davud.Tirmizi.