Feyzin artmasına başlıca sebeptir. Bir müritte bu şey ne kadar çok olursa feyzinde o kadar artacağından hiç şüphe yoktur.
Feyz alabilmenin birinci unsuru mürşide muhabbettir. Ancak bu muhabbetin sun’i ve tekellüfsüz yani gösteriş veya zorlamakla değil sıdk ve yakin üzere olması lazımdır. Zira muhabbet, müridin içinden mürşidin içine akan bir nehri manevi ve deruni bir akıştır. İşte bu manevi muhabbet ve akışla mürşidin içinden (Batınından) devamlı feyz alabilmek imkanı hasıl olur. Bu nehri manevinin genişliği ve feyzin çokluğu, müritte olan muhabbetin az veya çokluğuna göredir.
Ama bir müridin kalbi ihlastan ari (boş) ve çıplak olursa veyahut evliyullah hakkında edebe muğayir hareketleri bulunursa, bu gibilere o velilerden ne feyz gelir, nede onların gönülleri onlara meyl eder.
Ashabı batından, yani içleri temiz ve kemale ulaşan bahtiyarlardan ve enbiya (a.selam) hazretlerinden feyz ala bilmek 2 veya 3 şeye bağlıdır.
Bunlardan biri: İHLAS, biri: EDEB, biride: EHLULLAHA MUHABBET etmektir. feyz ancak ehlullahın kalplerinden alınır.Onların kalpleri feyz ile doludur.
Mürid, nerde olursa olsun feyz dalgalarına dahil olduğunu bilmesi gerekir. Çünkü feyz ala bilmenin anahtarı bu inanca bağlıdır.
Mürşidi kendinde olan kudreti kutsiyye ile bir kimseye nazar etse, Cüneydi Bağdadi, Bayezid-i Bestami (k.s) Makamına isal eder (ulaştırır). Bu nazara uğrayan veya nail olan kimse, ne kadar kötü ve fasık olsa dahi makamı aliye vasıl olur. Ancak bu nazarı aramak ve gözetmek lazımdır.
İhlasi mürid, şol keyfiyette olmalıdır. Mürşidi. Resülullah’ın (s.a.v) naibi, vekili, halifesi ve zillullah fil-alem (aleme gölge) olduğunu bilip mürşidi kendisini reddederse Allah Teala ve Resülününde reddeylemesine ve kabul eylerse Allah ve Resülününde kabul buyurmasına vesile olacağı itikadında olması gerekir. Bir müridi, eyer şeyhi reddedecek olsa, şeyhinin şeyhi dahi kabul etmeyip Resülullah’a (s.a.v) kadar hiç biri kabul etmez.
Mürşitte bir ruhaniyet vardır ki, hiçbir halde müritten ayrılmaz. Bazı müritler bu ruhaniyeti üzerlerinde gördükleri için uyku zamanlarında bile ayaklarını uzatmaya cesaret edemezlermiş. Bu hali her müridin görmesi mümkün olmasa dahi, görür gibi itikat etmelidir. Bu itikat sayesinde görmüş olan mürid ile feyz de müsavi (eşit) olur.
Hakk Teala mürşidlere gıyaplarında, yani hazır olmadıkları zaman da vaki olan işleri görecek göz ve işitecek kulak verdiğine itikad eyleye. Her ne kadar mürşid kendisine bildirmese de, öylece itikad etmek gerekir. Eyer böyle itikat ederse, mürşidin feyzi şarktan garba (Doğudan batıya) kadar her tarafı doldurur. Güneşinin ziyasının her tarafı doldurduğu gibi.[1]
Alıntı;“Aynı iş yerinde çalışan bir kadınla samimiyet ve ülfetimizin ilerlemesi sonucu, daha büyük fiiller işlemek için kadınla tenha bir yerde buluştuk. Beraber sohbet ederken bir ara uyumuşum. Rüyamda kalabalık bir cemaatle nurlu bir yolda Resülullah’ı (s.a.v) ziyarete gidiyorduk. Bir ara bilmediğim bir sebepten dolayı yolu terk etmek zorunda kaldım. Ne kadar uğraştıysam da kayboldum. Resül-i Kibriyanın (s.a.v) yolunu bulamadım. Uyandığımda kan ter içinde kalmıştım. Kadınla beraberliğimde son haddine varır da bir cürüm işlerim diye korkmaya başladım. Kadınla ilişkimi kesip, yüzüne bakmamaya yemin ettim.”
Gavsi Bilvanisi’yi (k.s) ziyaret etmeğe gidip, mübareğin elini tuttuğum zaman bana dedi: “Sen rüya görmüyor musun?” Bende nasıl olsa halime vakıftır diye o anı söylemedim. Bana:
“Sen rüyanda Resül-i Kibriya’yı (s.a.v) ziyarete giderken karanlıklar içerisinde kaybolmadın mı? Eğer Şah-ı Hazne’nin (k.s) himmeti olmasaydı zinakar olup İslam’ın yolunu kaybedecektin,” dedi.
Gavsi Bilvanisi (k.s) ile beraber bir gün bir beldede yatacaktık. Mübarek bana dedi:
“Kim erken kalkarsa, namaz için diğerini kaldırsın. Sen ayrıca abdest için de su tedarik et.” dedi. Bir müddet yattım. Gece kalktığımda, Gavs Hazretlerinin yatağına baktım. Yatak içerisinde sanki yatan varmış gibi kabartılmış olarak duruyor. Kontrol ettim, yatakta yoktu. Ehlullah’ın yüksek hallerinde nice hikmetlerin olduğunu düşünerek beklemeye başladım. Sabah namazı yaklaştığında bir de baktım ki, Gavs Hazretleri (k.s) yatağın içinde yatıyor. Gözlerini açtı ve:
“Sofi namaz vakti oldu mu? Abdest suyunu getir, buyurdu.” Bunun üzerine ben: Kurban olayım, siz yatakta yoktunuz! Uyumadınız ki abdest alasınız, dedim. Gavs hazretleri (k.s):
“Hayır, ben uyudum. Bana abdestsiz mi namaz kıldıracaksın? dedi. Evet kurban, ben abdestsiz namaza razıyım, deyince, gülümseyerek imam olup namazı kıldırdı.
[1] Risal-i Halidiyye tercümesi ve adabı zikir Risalesi