NİÇİN YOLA ÇIKACAĞIZ VE KİMİ ZİYARET EDECEĞİZ?
Hedefsiz Yolculuk Hayır Getirmez
Bir Müslümanın, hiçbir niyeti ve güzel hedefi olmadan başı boş dolaşması, diyar diyar gezmesi, nefsinin keyfince eğlenmesi uygun değildir. Müslüman ya ilim, ya akraba veya dost ziyareti, ya hac, ya cihat, ya hizmet, ya tedavi, ya helalinden ticaret veya tefekkür ve ibret için yeryüzünde dolaşmalıdır. Asr-ı Saadette bir adam, Rahmet Peygamberine (s.a.v) gelip bir seyahat için izin istediğinde,
Efendimiz (s.a.v):
“Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihattır.” buyurdu. Öylesine başıboş dolaşmayı hoş görmedi. Allah Teala’nın emrettiği farzları öğrenmek ve yerine getirmek için gösterilen bütün gayretler, bu yolda yapılan bütün seyahatler, atılan bütün adımlar, hizmet için yapılan masraflar, davetler ve sohbetler bu cihadın bir parçasıdır.
Mürşid-i Kamil, edep hikmet ve hizmet merkezidir
Büyük veli İmam Kuşeyri (k.s) mürşitsiz olmaz diyor ve ekliyor:
“Hakkı arayan kimse, bulunduğu yerde kendisini irşat edecek bir kimse bulamadığı zaman, irşatla görevli zamanının mürşidine gitmeli, onun bulunduğu yere hicret etmeli; yanında kalmalı; terbiye olup kendisine izin verilene kadar kapısından ayrılmamalıdır.
Takva yolunda imam olan bir arifi sevmek ve desteklemek imanın bir parçasıdır. Kim bir cemaatin çoğalması ve kuvvetlenmesi için çalışırsa, oda onlardandır. Şu hadis-i Şerifteki müjdeye bakınız:
“Kim Allah yolunda cihat ederse, o Allah’ın himayesinde olur; bu yolda çekeceği her sıkıntının karşılığını Allah verir. Kim Allah yolundaki bir imamı desteklemek ve yüceltmek için yanına giderse, o kimse Allah’ın himayesinde olur; bu uğurda göreceği her sıkıntının sevabını Allah verir.”
Veliler aleme rahmet olan güneş gibidir; herkese fayda verir. Güneş dış dünyamızı, velayet nuru ise iç alemimizi aydınlatır. Güneşteki ışık ve ısı, velideki nur ve muhabbet, Yüce Rabbimizin nimetleridir; o bunları vasıta olarak bize ikram etmektedir. Hamd olsun Alemlerin Rabbine…
Allah için Yapılan Ziyaretlerin Hediyesi Cennettir
Kardeşler! Bir Allah dostunu ziyaret etmenin ilk karı, Allah (c.c) için yapılan ziyaretin sevabına ulaşmaktır. Allah için sevilen bir Müslüman kardeşi ziyaret etmenin hediyesi ilahi muhabbet ve Cennettir. Resulüllah Efendimiz’in (s.a.v) şu müjdeleri ne güzeldir:
“Size Cennet ehl-i olanlarınızı haber vereyim mi? Bir şehrin (memleketin) öbür ucunda bulunan din kardeşini Allah rızası için ziyaret eden kimse Cennetliktir.”
Bir kudsi hadiste şöyle buyrulmaktadır:
“Benim için birbirini sevenlere muhabbetim hak olmuştur. Benim için birbirini arayıp soranlara muhabbetim hak olmuştur. Benim için birbirini ziyaret edenlere muhabbetim hak olmuştur. Benim için birbirini ikramda bulunanlara muhabbetim hak olmuştur. Benim için meclis kuranlara muhabbetim hak olmuştur.”
Resulüllah Efendimiz(s.a.v):
“Allah için sevdiği bir kardeşini ziyarete giden kimsenin yoluna Allah meleklerden bir bekçi koyar. Melek adama:
Nereye gidiyorsun? diye sorar. Adam: “Şu köyde (beldede) bir din kardeşim var, onu ziyarete gidiyorum der. Melek:
“O senin bir yakının olduğu için mi gidiyorsun? der. Adam: Hayır. der. Melek: onun sana (maddi) bir iyiliği dokundu da teşekküre mi gidiyorsun? der. Adam:
Hayır, ben onu sırf Allah rızası için seviyorum (ve bunun için ziyarete gidiyorum) der. Melek:
Ben Allah Teala’nın sana gönderdiği bir elçiyim. Sana senin o adamı sevdiğin gibi Allah’ın da seni sevdiğini haber vermeye geldim.”
“Kim bir hastayı ziyaret ederse veya Allah için sevdiği bir kardeşini ziyarete giderse, görevli bir melek yoluna çıkıp: “Güzel bir iş ettin, bu yürüyüşün hoş oldu. Cennette kendine bir ev hazırladın, sana mübarek olsun.” buyurdular.
Allah için sevginin ve ziyaretin bundan başka bir hediyesi olmasa bile, bu kadarı insana kafi gelirdi. Allah’ın bir kulunu sevmesinden ve ona cennetini vermesinden daha güzel ne vardır? Hele bu ziyaret edilen kimse, halkın irşadıyla görevli bir Allah dostu olursa, ziyaretin fazileti ve bereketi daha fazla olur.
Özet olarak, mürşide gitmekten maksat, Allah (c.c) rızasına ulaşmak, kötülükten kaçmak, hasta kalbe ilaç, garip gönle gerçek bir dost aramak, kısaca manevi bir hicret yapmaktır. Resülullah Efendimiz (s.a.v):
“Fitneler etrafı sardığı bir zamanda ibadete yönelen kimse, sanki bana hicret etmiş gibidir.” buyuruyor.
Kıssa:
Gavs-ı Bilvanisi’yi (k.s) ziyaret etmek için hazırlanırken yöremizin tanınmış Alimlerinden biri olan bir vaiz efendi yanıma geldi. Ona:
– Hocam! Haydi gel beraber Gavs’a (k.s) gidelim,” dedim. Hoca Efendi:
– Ben henüz kahvaltı yapmadım, müsait değilim, dedi. Kendisine:
– Hocam Gavs (k.s) bize sizin istediğiniz gibi bir kahvaltı yaptırır,” dedim.
Hocayla beraber ziyarete gittik. Gavs Hazretlerini (k.s) ziyaret ettikten sonra, Gavs hazretleri (k.s) bana:
– Sofi, hocayı divana götür, kahvaltı yapın, ben de birazdan geleceğim dedi. Bende emredileni yaptım! Kahvaltı olarak bize bal ve ayran ikram edildi. Hoca efendi sordu:
– Size her gelişinizde bal ikram edilir mi? Hayır efendim, bize ayran ve ekmek ikram edilir, siz geldiğiniz için bal ikram edildi, dedim. O an hoca efendi:
– Bu şeyh hakiki mürşittir. Çünkü, ben kendime adet edinmiştim. Her sabah kahvaltısında aç karnına bal yerdim. Yolda şu düşünceyi kurmuştum. Bu zat hakikaten büyük bir veli, bir Gavs ise benim balımı bana ikram eder. Düşündüğümü ikram ettiği için bu zat hakikaten büyük bir velidir, büyük bir zattır.
Biraz sonra Gavs Hazretleri (k.s) divana gelip, hocayla beraber sohbete başladılar. Gavs Hazretleri (k.s) sordu:
– Hoca efendi Allah (c.c) neden tud ağacını büyük, meyvesini küçük yaratmış? Hoca:
– Allah’ın (c.c) kudretindendir efendim. Gavs Hazretleri (k.s):
– Ben de biliyorum, Allah (c.c) her şeye kadirdir, kudret sahibidir. Neden tud ağacı büyük olsun da meyvesi küçük olsun? Hoca:
Allah (c.c.) kadirdir, öyle yaratmış. Gavs (k.s):
– Peki Allah (c.c) öyle yarattı. Bir kişi iri meyveli bir tudu, bu ağaca aşı yapsa yine aynı küçük meyveyi mi verir? Hoca:
– Hayır efendim büyük meyve verir, dedi. Gavs (k.s.):
– Peki hoca efendi Allah (c.c) ile kul arasına kimse giremezdi. Bu kişi aşı ile meyvenin cinsini değiştirdi. Allah (c.c) her şeye kadirdir, dileseydi öyle yaratırdı. Böyle bir vesileyi niçin gerekli kıldı? Hoca; Gavs’ın (k.s) eline sarıldı. Efendim beni affedin, ben yıllardır, Allah (c.c) ile kul arasına kimse giremez, Kur’an, sünnet ve müçtehit imamlarının içtihatları varken, mürşide ne lüzum var derdim. Aklımın açtığı bu belalara tövbe ediyorum. Ben sizin yolunuza intisap edeceğim, dedi. Ve Hoca Gavs Hazretlerine (k.s) intisap etti.
Zamanımızın irşad kutbu Seyyid Abdülbaki Hazretleri (k.s) Kamil mürşidlerin nazarının etkisi konusunda buyurmuştur ki:
“Sadatı kiramın nazarı kaplumbağa nazarı gibidir. Kaplumbağa yumurtasını yapar, biraz geri çekilir. Yumurtaya bir müddet nazar eder, sonra onu kuma ve toprağa gömüp gider. Onun bu bakışı yumurtayı olgunlaştırmaya yeter ve belli bir müddet sonra yavru meydana gelir. Sadat-ı Kiramın nazarı da öyledir. Zira kudsi bir hadiste şöyle buyrulur.”Ben kulumu sevdim mi onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli,
yürüyen ayağı olurum.” İşte Sadati Kiram bu yüce devlete ermiştir. Allah Teala onlara bu yetkiyi vermiştir.
Bu yoldaki rahmet, çekilen zahmete bağlıdır
Kamil mürşidin gönlüne her derde deva olacak nur ve feraset ilmi bahşedilmiştir. Nur, kalbin hayatıdır. Kalbi olan herkesin bu ilaca ihtiyacı vardır. Bunu anlayıp onun peşine düşenlerin gözü aydın, yolu açık olsun.
Her mükellef insan, önce Yüce Rabbini tanımak ve sevmekle yükümlüdür. Bu ilim farzdır; onu aramakta farz olmaktadır. Resülullah Efendimiz (s.a.v): “Mükellef olduğu şeylerin ilmini öğrenmek, her Müslüman farzdır.” buyurmuştur.
Bu ilim nerede ve kimde ise onun peşine düşmek ve o yolun zahmetini çekmek gerekmektedir.
“İlim Çin gibi uzak yerlerde de olsa, peşine düşüp tahsil ediniz.” hadisi, her Müslüman, ilim için bir hareket istemekte ve gerekirse uzunca yolculuğu emretmektedir.
İmam Şa’bi demiştir ki:
“Bir kimse, kendisini hidayete sevk edecek bir kelime için Şam’dan Yemen’in en uzak bölgelerine kadar yolculuk yapsa, seyahati boşa gitmiş olmaz.
Ashaptan Cabir b. Abdullah (r.a) bir hadisi şerif işitmek için tam bir aylık yolculuk yaptı. Şöyle ki: Önce bir deve satın aldı. Yol azığını hazırladı. Medine’den Mısır’a yola çıktı. Çünkü aradığı Hadisi Hz. Resülullah Efendimizden (s.a.v) işiten Abdullah b. Uneys (r.a) Mısır’a taşınmıştı. Yolculuk bir ay sürdü. Hz. Abdullah’ın köyünde buluştular; kucaklaştılar, hal hatır sordular. Hz. Cabir (r.a) hemen geliş sebebini anlattı:
“Sende bir hadis olduğunu işittim, ben veya sen ölmeden onu almak için geldim; söylesene o ne idi?” dedi. Abdullah b. Uneys de (r.a) Hz. Resül-i Kibriya’dan işittiği hadisi söyledi. Birbirlerine hayır dualarla ayrıldılar.”
Bir ayda geri dönüşü sürdü. Böylece tam iki ayını bir hadisi şerifi öğrenmeye ayırdı. Allah Teala hepsinden razı olsun, onlar, Hz. Resülullah Efendimize (s.a.v) ait olan her ilmi, canlarına can katacak bir ilaç gibi görüyorlardı. Onun bir söze ve bir tebessümü için her şeyi vermeye, her zahmeti çekmeye hazır idiler. Bu sevgi ve sadakattir.
Önceki insanlar, kendilerine edep öğretecek ve kalplerini Allah’a çevirecek bir mürşid bulmak için memleket memleket dolaşırlardı. Kalplerinin ilacını bulana kadar manevi doktor ararlardı. Bulunca da, Allah’a şükreder, sadakatle onun sohbetine girer, elinden tutar, emir ve tavsiyelerine uygun hareket ederlerdi.
Demek ki, bu yolda çile çekilmeden deva bulunmuyor, safa sürülmüyor. Cenab-ı Hakkın kanunu böyle; başka türlü olmuyor.
Ariflerin kalbine emanet edilen bu ilahi aşk kitaplarda bulunmuyor. O aşk, içine akacak boş ve hoş kalp arıyor; kibirle kirlenmiş, gaflet ve dünya muhabbetiyle perdelenmiş kalbe girmiyor.
İmam-ı Gazali (rah) kalbini hazırlamak ve o ilahi aşka ulaşmak için, işini, ilmini ve vatanını terk edip tam on sene çile çekti, mücahede etti.
İbrahim b. Ethem (k.s) o aşkın cezbesiyle tacı tahtı terk etti; şeyh kapısında odun taşımaya, su çekmeye, ekmek pişirmeye razı oldu. Sabretti, sonunda aradığını buldu, ızdıraptan kurtuldu.
Gavs-ı Bilvanisi Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni (k.s), ilmini ve seyyidliğini bir kenara koydu; gönül gözünü mürşidi Ahmedü’l Haznevi Hazretlerinin kalbinde zuhur eden ilahi aşka ve nura dikti. Çünkü Yüce Ceddi Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) ,irşad emaneti ondaydı. Onun için Türkiye’den Suriye’ye yaya gitti; dikenli teller geçti; ayakları kanadı, elbiseleri parçalandı, başı yaralandı. Onca çileden sonra, mürşidinin köyüne yaklaşınca oturdu ağladı; ben bu büyüklere layık değilim, onların yüzüne nasıl bakarım diye göz yaşı akıttı.
Yol arkadaşları koluna girip zorla mürşidin huzuruna çıkarttılar. Bu edep, saygı ve çileye sabır ona rahmet kapılarını açtı; Cenab-ı Hakk, onu zamanın irşat kutbu ve Gavsı yaptı. Kendisine hayırlı halef olacak evlatlar bahşetti; irşat emaneti merkezine geldi. Şimdi ilahi nur ve Muhammed’i şuur bu ocakta dağıtılıyor; veren ele hürmet, alanlara mübarek olsun.
Dönüp kendimize diyelim ki: Ey tembel nefsim, şu hadiselerden azıcık olsun ibret al. Aklın varsa bu aşk denizine sen de dal. Dalamazsan bile, kaçma sabret; ölene kadar onun sahilinde kal. Boynunu bük, elini aç, içinden ve derinden yalvar, yalvar ve yine yalvar!
Salihlerle beraber olan Salih olur
Kamil mürşidi ziyaretin asıl hedefi, kamil insan olmaktır. Kamil olmak zordur ancak ilk işimiz onlarla beraber bulunmaktır. Allah’u Teala:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadık kullarımla beraber olun.” emriyle, muttaki olmayı sadık dostlarıyla beraber bulunmaya bağlamıştır. Zahirdeki beraberlik insanı: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” hadisinin müjdesine ulaştırır. Dünyada Allah dostlarını seven, hayatının sonuna kadar peşlerinden giden ve bu sevgi üzerinde ölen kimse, İnşaallah ahirette de onlarla beraber olur. Efendimiz (s.a.v):
“Bir kimse bir topluluğu severse, kıyamet günü onlarla birlikte haşredilir. Onların amelini yapmamış bile olsa (kalbi ve sevgisiyle onlara katıldığı için) beraberce hesaba çekilirler.” buyurmuştur.
Başka bir hadis-i Şeriflerinde de Efendimiz (s.a.v):
“Alim olunuz, alim olamazsanız talebe olunuz, talebe de olamazsanız onları dinleyenlerden olunuz bunu da yapamazsanız onları sevenlerden olunuz. Sakın beşincisi (yani onlara buğz edenlerden olmayınız) yoksa helak olursunuz.” buyurmuştur.
Velilerden Ebu Bekir Tilmisani (k.s) demiştir ki:
“Allah’la sohbet ediniz. Eğer buna güç yetiremezseniz, Allah’la sohbet eden ariflerle beraber bulununuz ki, onların bereketi sizi Allah’la beraber olmaya ulaştırsın.”
Ariflerin nazarları ilaçtır
Mürşidi kamili ziyaret etmenin bir diğer faydası onun nazarları altına girmek, kendisiyle aynı meclisi paylaşmak, feyiz ve edebinden nasiplenmek, üzerindeki ilahi nur, heybet ve huşu’ya bakıp Allah’u Teala’yı zikretmektir. Resülullah’a (s.a.v): “Ya Resülallah Allah’ın velileri kimlerdir? diye sorulduğunda: “Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan kimselerdir.” buyurdu.
Arifler demişlerdir ki: “Bir kimsenin veli olduğunun en büyük alameti, onunla oturanların Allah’ı hatırlaması, kalbinin dünyadan soğuması, ahirete yönelip ibadete ısınmasıdır.”
Onların sanatı çözmek ve bağlamaktır. Kalbi fani sevgi ve sevgililerden çözüp, ebedi sevgiliye Yüce Mevla’ya bağlarlar. Yeter ki mürit, kalbini onların önüne bırakıp teslim etsin:
Büyük arif İmam Sühreverdi (k.s) velilerdeki nazarların kalbe nasıl ilaç olduğunu şöyle anlatmıştır.
“Salih ve sadık kimselerle her buluşmada müridin kemalatı artar. Ehlullahın sözleri kadar, nurlu nazarları da fayda verir. “Nazarı sana fayda vermeyenin, sözü de fayda sağlamaz.” denmiştir. Bu sözün manası şudur:
“Bir mürşidi kamil, müritlerine, diliyle anlattığından daha çok, hali, ve heybetiyle konuşur. Sadık bir mürid, mürşidinin sukutuna, konuşmasına, halkın içindeki haline, yalnızlıktaki edebine yani bütün hal ve hareketlerine bakarak istifade eder. işte bu, kamil bir insanı görmenin kazancıdır.
Resül-i Kibriya Efendimiz (s.a.v) Ashab-ı Kiramı saadetli nazarları ile terbiye eder, terakkilerine sebep olurlardı. Bazen onları kendi önlerinde yürütür; arkadan nurlu bakışlarıyla nazar ederlerdi. Onlara yakini iman ve üstün mertebe kazandıran en önemli sebep imandan sonra, Hz. Resülullah Efendimizin (s.a.v) nurlu nazarlarıydı. Bu hal, onun gerçek varisi kamil mürşidlere de verilmiştir. Onlar:
“(Kamil) Mümünin ferasetinden sakının. Şüphesiz o, Allah’ın nuru ile bakar.” hadis-i şerifiyle övülen kimselerdir.
Lokman (a.s) oğluna demiştir ki:
“Oğlum! Alimlerle beraber otur, onların meclisinden ayrılma. Şüphesiz Allah, gökten indirdiği yağmurla kuru toprağı canlandırdığı gibi, nur ve hikmetle de ölü kalpleri diriltir.
Resülullah (s.a.v) buyurmuştur ki:
“Sizin hayırlılarınız, görülmeleri size Allah’ı hatırlatan, sözleri (marifet) ilminizi çoğaltan, ameli ahirete rağbetinizi artıran kimselerdir.”
Ariflere gitmek manevi bir hicrettir
Bu hicret, bir vatandan diğerine göçmek değil, kötü ahlaktan ve haramlardan vazgeçmek şeklinde olmaktadır. Bizden istenen ve her zaman devam eden hicret budur. Bu hicretin aslı, vatanı değil, kötü sıfatı değiştirmektir. Bunu başaran kimse; gafletten zikre, cehaletten ilme, sertlikten hilme, kabalıktan edebe, tembellikten gayrete, cimrilikten cömertliğe, pintilikten hizmete, kısaca kötülükten iyiliğe koşar.
Resülullah (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur ki:
“Tevbe vakti bitmeden Allah için hicret bitmez ve güneş batıdan doğmadan da tövbenin vakti sona ermez.”
“Gerçek muhacir; Allah’ın nehyettiği şeylerden uzaklaşan kimselerdir.”
Mürşid ziyaretinden asıl hedef işte bu hicrettir. Allah dostuna ancak Yüce Allah’ın dostluğu için gidilir. Daha güzel kul olmak, ilahi edeple süslenmek için niyet edilir.
Ariflere kalbi boş gitmeli fakat boş dönmemelidir
Kamil mürşitlerin sadece duasını almak için değil, onlarda bulunan güzel ahlakı almak için yanlarına gidilmelidir. Tekkenin çorbası içilip dönülmemelidir. Orada her gün yaşanan ve yapılan edep, zikir, taat, tevazu, hürmet, insan sevgisi, sabır, avf, yumuşaklık, ikram ve hizmet ahlakından az da olsa alınmalıdır. Susuz bir kimsenin denizin kenarına vardığı halde hiç su içmeden ve su testisini doldurmadan geri dönmesi ne kadar acıdır. Veli elinden öpeni değil, izinden gideni sever; kendisine verilmiş olan ilahi nur ve edebin herkes tarafından paylaşılmasını ister. Allah dostları talebelerinden hediye değil, Allah’tan haya ve ona dostluk bekler.
İyi kimselerle olanların halini şu hadis-i şerif ne güzel anlatıyor:
“Salih insanlarla beraber bulunan kimse güzel koku satanla beraber olan kimseye benzer. Güzel koku satan kimse kokusundan ona ikram eder. O hiçbir koku almasa bile, onun yanında durduğu sürece ondaki güzel kokuyu teneffüs eder ve koku üzerine siner. Kötülerle bulunmak ta körükçü dükkanında oturmak gibidir; elini kömüre bulaştırmasa bile, oradaki pis havadan bir parça üzerine siner.”
Bu, ilahi bir kanundur; hep böyle cereyan eder.
İlk ziyarette bir şey anlaşılmayabilir; sabırla devam edilmeli, bir daha gelinmelidir. Vesveseye düşmemeli, gelen kötü düşüncelere de önem vermemelidir.
Çünkü şeytan, Allah yoluna çıkan kimseye bütün yollardan hücum eder; onu vazgeçirmek ister. Bu işin sonunun olmadığını söyler. Parana yazık der. Kendi başına tövbe yaparsın, sen zaten iyi bir adamsın, mürşide ne hacet, otur evinde zikrini yap, memleketinde Müslümanlığını yaşa, bu zahmete ne gerek var, bu devirde evliya bulunur mu, Peygamberden başkasına uyulur mu, hem evliya da senin gibi bir insan değil midir, onun sana yapacağı nasihatten başka nedir? diye vesvese verir; olmadık şeyleri akla getirir. Bunların hepsi, şeytanın bir oyunudur; Allah (c.c) rızasını arayan kimseyi yolundan alıkoymak için birer tuzaktır. Aldırış edilmez, önem verilmezse hiçbir zararı olmaz.
[ayirac]
Kaynakça:
- Taberani.
Ahmed b. Hanbel; Müsned.
Müslim.
Tirmizi. İbn-i Mace.
Müslim.
Gavs-i Bilvanisi Hayatı s. 112
Buhari.
İbnu Mace.
Beyhaki.
Ahmed b. Hanbel.
Tevbe 119
Buhari.
Gerçek tasavvuf s.554
İbnu Mubarek.
Mektubatı Rabbani 405. Mektup
Tirmizi.
Ebu Ya’la.
Ebu Davud.
Buhari.
Buhari.
Buhari.
[ayirac]
Çok iyi yapıyor hellal olsun böyle anneye ben inanmiyorum açıkcasi ama kadını takdir ettim
Abi çok doğru söylüyorsun. Rabbim bize rızasını kazanma şuuruyla yaşamayı nasip etsin.. 🤲🌹 🌹 🌹
allahım bana derslerimde yardım eder misin ,
RABBİM CÜMLEMİZİ KÖTÜLÜKLERDEN KORU BİZLERE HAYIRLI RAMAZAN GÜNLERİ NASİP ET HAYIRLI GÜNLER NASİP ET