Teslimiyet ve Tevekkül
Hak yola girmiş bir insanın bilmesi lazım gelen önemli meselelerden birisi de Hakk’a tevekküldür. Yani kendi üzerine düşeni eksiksiz yapar, bir taraftan da neticeleri Allah Tealâ’ya havale eder. O’nun takdirine razı olup hiçbir şeyden şikayet etmez. Çünkü şikayet ve tevekkülün bir arada olması mümkün değildir.
-
- Allahu Azimüşşan Hazretleri’nin takdir ettiği zorluk ve sıkıntılardan, bela ve musibetten söz edip şikayet etmek, teslimiyet ve tevekkülü zedeler. Başa gelen sıkıntıya da bir faydası olmaz. Çünkü Allah Tealâ’nın takdir ettiğini bütün kâinat bir araya gelse değiştiremez. O ne takdir ettiyse gerçekleşir.
-
- Bir bela ve musibetle karşılaşan kişi, belasını sabırsızlıkla yanındaki eşine dostuna ulaştırdığı zaman, aslında Allah Azimüşşan’ı kula şikayet etmiş olur.
“Gördün mü başıma geleni? Allah bana neler yaptı!”
- demeye gelir. Halbuki Hak yolcusu kişi ilâhi sevgiye taliptir. Sevmek, sevilmek için yola çıkmıştır. Durum böyle iken hem sevgi hem şikayet bir arada olmaz.
Böyle bir taleple yola çıkan kişi, mürşidinden aldığı eğitimin nuruyla Rabbini bilmeye yönelir. Bütün gaye de gafletten kurtulup bu marifete ermektir. Rabbini bildikten sonra da artık şikayete yol kalmaz. Seve seve Rabbine kulluk eder. Artık hiçbir bahane onu yolundan alıkoymaz.
Kıyamet gününde bir kul Allah’ın huzuruna getirilir. “Seni kulluktan ne alıkoydu?” denir. “Dünya işlerim alıkoydu.” der. Allah Tealâ o zaman misal gösterir. “Sen görmedin mi on iki sene zindanda kalan Yusuf’u? Beni Rabbi olarak bildi, zikrimden gafil olmadı.
Görmedin mi Yunus’u, balığın karnında her an beni zikretti. Eyüp, o kadar sıkıntıya rağmen beni anmaktan geri kalmadı.”
Sonra bir zengini getirirler. “Seni benim kulluğumdan ne alıkoydu?” denir. “Malımın çokluğu beni meşgul etti..” der. Süleyman Aleyhisselam huzura getirilir. “Sen Süleyman kulumu görmedin mi? Bütün dünyayı nimet olarak verdim. Dünyadan geçmişlerle oturur, beni zikrederdi.”
Bahane arayan, durumu iyi de olsa, kötü de olsa kendince sebepler bulur. Kendisine verilenden razı olmaz, sabırsızdır, her şeyi acele ister, şikayetlenir. Fakat böyle davranmanın sonu hayrolmaz. İnsan sabredip azmederek hakka uygun hareket etmedikçe, nasıl yaşıyor olursa olsun, farketmez. İster taş taşısın, ister yan gelip yatsın, Rabbini bilip O’nu anmadıkça huzur bulmaz. Halbuki insanın bütün ihtiyacı Cenab-ı Hakk’ı bilmektir. Dünyanın rahatı, zenginliği değil…
-
- Şöyle bir kıssa anlatılır: Süleyman Aleyhisselam zamanında mağarada yaşayan bir âbid vardı. Nebevî bir mucize olarak Süleyman Aleyhisselam semadan kavmiyle beraber geçerken, mağaradaki derviş onları gördü.
“Ya Rabbi, Davud’un oğlu Süleyman’a ne çok mülk ve nimet vermişsin!”
-
- dedi. Süleyman Aleyhisselam bu sözü duyup mağaraya indi ve dervişe:
“Ey âbid, sırlarını anlayamacağın meselelerin peşine düşme. Vazifeli olduğun kulluğu yerine getirip, şu mağarada bir kere Allah veya lâ ilâhe illallah demen, Davud’un oğlu Süleyman’a verilen mülkten daha hayırlıdır.”
- dedi.
İnsan gökte de uçsa, mağarada da yaşasa işi bellidir. Dünyaya başka bir şey için gelmiş değildir. Teslim olacak, razı olacak ve ibadet edecektir. Ancak bu teslimiyet ve tevekkül içinde huzur bulur.
İlim buna ulaşmak içindir, ibadet bunun içindir. Allah Tealâ’nın kula takdir ettiği her şey, bela ve musibetler de sabırla, sükûnetle karşılandığında bunun içindir. Öyle ki Rasulullah s.a.v. Efendimiz, “Allah bir kulunu sevdiği zaman onu bela ve musibetlere müptela kılar.” buyurmuştur.
Şüphesiz, Rabbimizden iki cihanda afiyet dilememiz istenmiştir. Rabbimizden hem afiyet dileriz, hem de şikayeti bırakıp, ibadet ve taatle meşgul oluruz. O’nun takdirine teslim olur, O’na tevekkül ederiz.
-
- Mehmet Ildırar
- Teslimiyet ve Tevekkül